Fujifilm GFX 100s Deneyimlerim


GFX 50s ve 50R deneyimlerimden sonra şimdi de GFX 100s deneyimlerimi sizlerle paylaşmak için bilgisayarın başına geçtim. Hatırlarsanız Fujifilm son bir kaç yıl içinde kendisine yeni bir kulvar oluşturularak orta format sınıfına yeni bir soluk getirmişti. Öncesinde çoğunlukla stüdyolarda hantal bir çalışma prensibine sahip olan bu sınıfı “taşınabilir” ve “kompakt” bir seviyeye taşımak için yola çıkmıştı. Geride bıraktığımız bu birkaç yıl içinde bunu da başarmış görünüyor. Sadece fotoğrafçılıktan para kazanan insanların tercih ettiği bu sınıf artık amatörlerin de ilgisini çekmeye başladı. Bunda en büyük etken fiyat ve ebatın küçülmesi. 30-40 Bin Euro etiketiyle satılan orta format makinalar bugün 4000 USD seviyesine kadar düşmüş durumda. Bu gidişatın ilerde daha da hızlı olacağını düşünüyorum. Yani daha küçük ve daha ucuz orta format makinalar ilerde daha ulaşılabilir olacaklar.

Öne çıkan özellikler 

  • 102MP Arkadan aydınlatmalı CMOS 44 x 33mm  orta format sensor
  • IBIS ( Gövdeden 6 stop titreşim önleme)
  • Sürekli çekimde saniyede 5 kare 
  • 10 Bit, 4K 30 FPS, Harici ekranla 12 Bit 4.2.2 RAW kayıt 
  • Multi-Shot ile 400 MP çekim yapabilme 
  • 2.36M Çözünürlükte LCD ekran 
  • Çift  UHS-II SD kart slotu
  • NP-W235 batarya ile yaklaşık  460 kare 

Fujinon GF 63 mm

Hem bu işten kazancını sağlayan hem de amatör ruhla fotoğraflar çeken biri olarak her ikisini de bir arada sunmaya aday olan GFX makinalar özellikle ilgimi çekiyor. Tek çantada, tek bir fotoğraf makinasıyla her ikisini de halletmek oldukça konforlu bir düşünce.

Fujinon GF 110 mm

Bugüne kadar yazdığım deneyim yazılarında kullandığım fotoğraf makinaları üretim öncesi test cihazlarıydı. Ama bu defa satın alıp kullandığım bir makinayı anlatıyor olacağım. Profesyonel iş alanımızda geniş mekanlar oluşturup dekorlu fotoğraflar çekiyoruz. Bu fotoğraflar megaboard ya da bina cephesi gibi büyük alanlarda da yayınlanabiliyor. Haliyle büyük sensör ve yüksek megapiksel değerlerine ihtiyacımız olduğundan orta format makinalar kullanıyoruz.

Ekipman parkurumuza daha öncesinde GFX 50s’i dahil etmiş ve memnun kalmıştık. Ama bazı çekimlerimiz için titreşim önleme ihtiyacı ön plana çıkmıştı. Öncelikle olarak GFX 100s’in bu özelliğinin olması dikkatimizi çekti. Daha sonra da diğer özelliklerini kritik ederek bu makinayı edindik. Kısacası bu yazıda, test amacıyla edilinilen bir deneyimden ziyade hali hazırda bir aydır amaca yönelik kullanılan bir kameradan bahsediyor olacağım.

Fujinon GF 23 mm

Tasarım

Fujifilm’in orta format makinaları arasında tasarımını en çok beğendiğim bu diyebilirim. Daha sportif ve alışkanlıklara daha çok hitap eden bir fotoğraf makinası. Daha derli toplu bir deneyim sunuyor. LCD ekranın açılma yönü ve şekli tam istediğim gibi. Yandan açılan LCD’lere sıcak bakamıyorum.  Yön tuşları bu makina da yok. Onun yerine bu komutları joystikle halledebiliyorsunuz. Kullanırken yön tuşlarının eksik olmasından dolayı bir konfor kaybı yaşamadım. Zaten atanabilir tuş sayısı yeterli seviyede. Makinanın tutuş yerinin çıkıntısı uzun süren çekimlerde parmak ya da bileği yormuyor. Boyutları bu haliyle çoğu FF makinayla aynı seviyeye gelmiş. Bazı FF serilerinden ise daha küçük. Yani elinizdeyken tıpkı bir FF makinayla çekim yapıyormuş hissi veriyor. Bu hisse düşen ağırlığın da etkisi var. ISO ve enstantane ayarı için ayrı bir tekerlek yok. Bunun yerin PSMA kadranı eklenmiş. Elbette yine makinanın önünde ve arkasında duran çarklara ise ve enstantane atamasını yapabiliyorsunuz. Diyaframı da isterseniz objektif üzerinden, isterseniz makina üzerinden yönetebiliyorsunuz. Ben Fujifilm kullandığımdan itibaren ön tekerleğe enstantane arka tekerleğe ise ISO kısayolunu ekledim. Makinada ayrıca 6 adet custom ayarı tanımlayabileceğiniz kadran var. Ama ben bugüne kadar hiç bir makinada bu özelliği kullanmadım. Belki üşengeçlikten, belki de ihtiyaç duymadığımdan.

Makinanın ağırlığı 900 gram. DSLR Full Frame bir makina olan Nikon d850’den 105 gram daha hafifken, Canon Mark 4’den de 10 gram daha ağır. Yani ağırlık ve boyur olarak konumunun nerelerden olduğu bu örneklerle orada çıkıyor.  Kendinden önceki nesil olan GFX 50s den de 20 gram daha hafif olduğunu söylemiyim. 

GFX 50s ile aralarındaki boyut karşılaştırması ise fotoğrafta görüldüğü şekilde. Daha derli toplu bir tasarıma sahip olmanın yanı sıra en olarak daha küçük bir makina olarak karşımıza çıkıyor. 

Üst yardımcı ekranda yer alan bilgiler ve bu bilgileri makina kapalıyken de göstermesi oldukça işlevsel. Bu ekranda klasik göstergelerin yanı sıra histogram ve dijital bir çark da seçilebiliyor. 

Özetle 100s tasarımdan yönünden beni tam anlamıyla etkiledi .. XT serisi ile birlikte kullanım olarak beni yormayan ve çok çabuk adapte olduğum bir makina oldu. 

Makinanın sıvıya ve  toza  karşı koruması yaz kış güvenle fotoğraf çekmeyi sağlıyor. Uzun süredir bu özellik çoğu Fujifilm makinada standart olarak yer alıyor. 

Fujinon GF 100 mm

IBIS (Titreşim Önleme)

Bu makinayı satın almaya iten önemli detayın titreşim önleme özelliğine sahip olması demiştim. Gerçi bu yeni bir özellik değil. Bundan önce GFX 100’de orta format makinalarda kullanılmaya başlanmıştı. Ama GFX 100 tasarımı bana hitap etmediğinden çok üzerinde durmamıştım o modelin. Tabi ki bu tamamen kişisel bir beğeni. Fiyat olarak daha uygun olması da etkenlerden biri. IBIS bu makinada oldukça iyi çalışıyor. Bazı lenslerde 6 stop titreşim engelleme yapabiliyor( Bu GFX 100’den yarım stop daha fazla).  1/15 hatta daha düşük enstantane değerlerinde elde çekim yapmak mümkün. BU sayede yüksek ISO’lara çıkmaya da gerek kalmadan sabit konuları daha pürüzsün çekmek mümkün hale geliyor. Titreşim önleme sadece fotoğraf çekerken değil video çekimlerinde de günümüzde olmazsa olmaz özelliklerden biri haline geldi . Bu makinayla henüz çok fazla video çekecek fırsatım olmasa da denediğim lenslerde istediğimi elde ettim. Orta formatın doğası gereği oluşan bokeh etkisiyle video çekmek oldukça keyifliydi.

Bu fotoğrafı 1/40 enstantane ve f 2.0 diyrafamla test amacıyla çektim. Araca netlik yapmıştım ama araç hareket halinde olduğu için hareket fluluğu oluşmuş haliyle. Ama arka plandaki atları croplayıp yakında baktığımızda  düşük enstantene değerlerinde bile titreşim olmadığı görünüyor. 

Fujinon GF 110 mm

 

 

AF Performansı

GFX 50s’den farklı olarak bu makinada phase dedection olması da fark yaratan bir durum olarak göze çarpıyor. Contrast dedection sabit ve kontrollü çekimlerde yeterli iken hareketli konulara geçtiğimizde Phase dedection’un farkını hissediyorsunuz. Video çekimlerinde de kaçınılmaz olarak olması gereken bir özellik. GFX 100s de 3.76 milyon  phase dedection noktası var. Sensörün her yerinden kararlı ve hızlı  bir netlik yapmak mümkün hale geliyor. 

Buna ilave olarak göz ve yüz tanıma özelliği neredeyse XT-4 kadar iyi çalışıyor.

Görüntü Kalitesi 

Fujinon GF 110 mm

Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere 100s’de detay anlamında başarılı bir sonuç veriyor. 50s kullanırken detay kabiliyetini beğeniyordum. Aynı sensör alanına 50 yerine 100 MP sığdırılmış olmasından kaynaklı kafamda soru işaretleri vardı. Acaba ISO, dinamik aralık ve detay verebilme konusunda kayıp yaşanacak mı diye merak ediyordum. Gerek DPreview test sonuçları olsun, gerekse kendi deneyimlerim olsun 50s’den daha başarılı bir performans sağladığı açıkça belli oluyor. Ama dikkatli bakmadıkça bu farkları da anlamak pek mümkün değil. 

Fujinon GF 110 mm


Yukardaki tavuk fotoğrafını %100 cop yaptığımda da gagasındaki ve göz etrafındaki her bir detayı berrak bir şekilde  görebilmek mümkün. 

Fujinon GF 110 mm

Koşan at fotoğrafını ise 4000 ISO’da çektim. Açıkcası bu fotoğrafı her mecrada rahatlıkla kullanabilirim. Fotoğrafa yakından bakalım.

Üzerinde hiç işlem yapmadığım bu fotoğrafın croplu halinde ISO başarımı beni memnun etti. Bu fotoğrafa biraz noise reduction uyguladığımda ise sonuç şu şekilde oldu. 

ISO’yu çok yükseklerde kullanan biri değilim ama bu mkianayla 6400 ISO’larda kullanabileceğim fotoğraflar çekeceğime eminim. 

1250 ISO F:2.0 110 mm

Dinamik aralık testimde de sonucu sizlerle paylaşıyorum. 1250 ISO’da çektiğim bu fotoğrafta dokuları kazanmak için Camera RAW programında gölge ve parlak alan değerleriyle oynadım. Açık ve koyu alanlardaki detayları yüksek iso da çekmemem rağmen geri kazandım. Aşağıdaki fotoğrafa herhangi bir noise reduction uygulaması yapmadım. 

Şansımdan fotoğrafa çıktığım anlarda güneşi pek görmedim. Hep puslu ve kapalı havalarda çektim. Bu sayede de  güneşin ya da harici flaşların etkisiyle daha keskin ya da daha canlı bir izlenim uyandıran fotoğraflar yerine daha soft fotoğraflar çekmiş oldum. Bana kalırsa bu fotoğraflardan bir izlenim oluşturmak daha doğru geliyor. 

Fujinon GF 110 mm

Fujinon GF 32-64 mm

Çekim yaparken  32-64mm, 63 mm, 110 mm ve 23 mm lenslerini  kullandım. Yukardaki bu manzara fotoğrafını 32-64 mm  ile çektim.  Tak gez lens olarak ideal bir seçenek. Ama portre ve insan çekimlerinde favori lensim olan 63 mm ve 110 mm’yi tercih ettim. 

Fujinon GF 110 mm

110 mm ile çektiğim bu fotoğrafa edit yaparken Fujifilm’in yeni renk profili olan Nostagic Negative seçeceğini denedim.  Nostalgic Negative seçeceğini baz alarak yaptığım tonlama ile eski film tatlarının keyfini aldım. Bu profili bundan sonra da sık kullanacağım gibi geliyor. 

Fujinon GF 63 mm

Dramatik atmosferlerde fotoğraf çekmeyi seviyorum. 63 mm tercih ettiğim bu fotoğrafta da yüz göz tanıma özelliğini aktif netlik konusunda bir endişe yaşamadım. Böylece aynı ortamda firesiz bir çok çekim yapabildim. 

Fujinon GF 23 mm

Torosların eteklerindeki bulunduğum bir esnada tesadüfi şekilde önümden koşarak giden atın bu anına son anda yetişebildim. Sürpriz anlar içinde hızla ayarlarına erişebileceğiniz bir makina.

BATARYA -GÜÇ

Fujifilm tek pille 460 kare çekebileceğimizi söylüyor. Ancak gündelik çekimde bunun çok çok üzerine çıkıyor. Çekim alışkanlıklarınıza bağlı olarak 700-800 kare gibi bir ortalama tutturmak çok olası. X-T4 ile aynı bataryayı kullanıyor.  Type- C çıkışı olan bir powerbank ile şarj edilebiliyor olması doğada sizi güç gereksinimi konusunda rahatlatacaktır. Powerbank tercihi ise iyi bir model ve marka olmalı. Type-C çıkışının yeterli düzeyde olması lazım. Bu arada Type- C kablosu beni rahatlatan bir geçiş oldu. X-T4 ile başlamıştı sanırım bu değişiklik. iPad ya da MacBook kullanırken çektiklerimi hafıza kartını çıkartmadan Type-C yuvasından çok hızlı aktarabiliyorum.  Elinizde yüksek hızlı card reader yoksa bunu birincil seçenek olarak  düşünebilirsiniz. Özellikle stüdyoda bir bataryaya bağlı çalışmak istemediğimizde de makina Type-C bağlantısı ile, içinde bulunan bataryayı hep aynı seviyede tutabiliyor. Tam gün bir timelapse çekim yapmak istediğinizde de bu seçeneği aklınızda bulundurabilirsiniz. Şu ana kadar bu makina için üretilmiş bir battery grip yok. Grip sevmeyen biri olarak bunu sorun etmedim. Grip ile makinanın boyutunu büyütmek yerine yedek batarya ile çekim yapmayı tercih ediyorum. 

 

VİDEO

 

Aslında kafamda bir video planı vardı. Pandemi nedeniyle onu çekemedim. Ama fotoğraf çektiğim anlarda test amacıyla çektiğim videolardan bir derleme yaptım. Bu videoyu sadece 110 mm kullanarak çektim. Sebebi ise yağmur yağıyordu ve sadece 110 mm’nin parasoleyi yanımdaydı. Videolara 4K yükledim. Sizler de seçeneklerde 4K’yı seçmeyi unutmayın. 

Çekim değerleri şu şekilde: 4K 25 FPS, 400 Mpbs, F-LOG, H-265, 10 Bit

Özellikle belirtmek isterim ki tamamı elde çekim. Gövdeden titreşim engellemenin gücünü sahnelerden görebilirsiniz. Güneşin olmadığı bir zaman diliminde çekmeme rağmen F-log görüntülerden pürüzsüz bir çıktı alabildim. Davinci programıyla renklendirme yaptım. Baskın sayılabilecek Osiris firmasının KDX lutunu kullandım. Buna rağmen renklerde ve geçişlerde bir çatlamaya rastlamadım. 100s ile video çekmenin en güzel yanlarından biri de  orta format prime lenslerinin keskinliğini videolarda kullanabilmek. Profesyonel çekimler için de zaten video olarak kullandığımız bir makinanın doğada da iyi sonuçlar vermesine sevindim. Aşağıdaki videoda da F-Log görüntünün üzerine color grade yapılmış halini aşama aşama görebilirsiniz. 

Beğendiklerim

  • IBIS yani titreşim önleme sistemi 
  • Hafif ve küçük tasarım, makina hatları 
  • Orta format makinada yüksek kalite video çekebilmek (10 Bit, 400 Mbps)
  • Fujifilm’in klasik LCD açılma şekli
  • Power bank ile bataryayı şarj etme 

Keşke olsa dediklerim 

  • Video çekiminde 4K 60 FPS
  • Daha yüksek pil süresi
  • Video için daha hızlı zoom lensler

Bu saydıklarımdan bağımsız olarak beğenmekle, beğenmemek arasında kaldığım bir özellik daha var. Acaba diyorum, bu güçlü yapının içinde 100 MP yerine 50 MP bir görüntü mü olsaydı diyorum. Günümüz şartlarında 50 MP bir çok alanda yeterli geliyor. Düşük megapikselde  kartlar hemen dolmuyor, bilgisayarlar daha hızlı yanıt verebiliyor. Öte yandan 100 MP görüntünün baskı avantajları ve yeniden croplanabilir bir kadraj üretilmesi de bir avantaj sağlıyor. Bütün bunları yan yana koyduğumda henüz ortada duruyorum. 

GFX serisi düşünenler için bence en ideal makina GFX100s. Fiyat olarak da, özellik olarak da uygun bir çizgide. 

Başka bir deneyim yazısında görüşmek üzere.. 

Fujinon GF 23 mm

 

Fujinon GF 32-64 mm

 

Fujinon GF 23 mm

PTT HAYAT

-Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Doğup büyüdüğünüz yer, eğitimiz, ilgileriniz… 

1979 Kayseri Sarız doğumluyum. Sarız Kayseri’nin en küçük ve kendisine en uzak ilçesidir. Sadece Kayseri’ye değil birçok şeye uzaktı. Ama bu uzaklığın henüz o yıllarda farkına değildim. Sarız’ın ne kadar küçük olduğunu İstanbul’da kazandığım üniversiteye gidince anladım. O yaşıma kadar dışarıyla temas kurmamış olmanın etkisiye  yaşadığım çatışma haliyle biraz sert oldu. Bildiğim çoğu şeyin orada  bir karşılığı, bildikleri her şeyin de ben de bir karşılığı yoktu. Bu çatışma ileri yaşamımdaki çoğu şeyi etkileyecekti. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, gazeteci olma hayaliyle geldiğim bir yerdi. Ama henüz okurken o mesleği yapamayacağımı anladım. Çünkü hayallerimde durduğu gibi durmuyordu. Belki de İstanbul beni boğuyordu. Gazeteciliği bahane ediyordum. Bunu bilemiyorum. Geçmişteki duygularımla ilgili net konuşamıyorum. Onları hatırlamadığım için değil, daha çok o duyguların bana ait olup olmadığından emin olamadığım için yapıyorum bunu. Hatırladığım ve emin olduğum tek duygu öfkeydi.  En çok da kendime karşıydı. Herkes gibi net cümleler kuramayışıma, planlar yapamayaşıma sinirleniyordum. Sanki herkes biliyordu da, bir tek ben bilmiyordum bu hayatı yaşamayı. 

 -Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı? Sizi fotoğraf çekmeye iten neydi?

Henüz başlardayken, kendimi yeterince keşfedemediğim  yıllarda bu soruya “ideal” yanıtlar verdiğimi farkettim. Fotoğraf çekmeyi çok sevdiğimden, görüntülerin beni etkilediğinden, insanlara görmediği başka bir ayrıntıyı, başka bir duygu halini göstermekten keyif aldığımı ve buna benzer güzel cümlelerden bahsederdim. Yanıt gibi duran bu cümleler elbette yanlış değildi. Ama tam olarak sorunun cevabı değildi.  10 yaşındayken o sabah eve gelen ve hayatımda ilk defa gördüğüm bazı şeyler, ben henüz farkında olmasam da beni fotoğrafa başlatmıştı.  Bazı şeyler dediğim şeyler, ağabeyimin eve getirdiği stüdyo ekipmanlarıydı. Yamuk taslar, eğri ve aşınmış hatta yer yer paslanmış ayaklıklar, tozlu demir yığınlarıydı bunlar.  Ağabeyim Kayseri’de kapanan bir studyonun ekipmanlarını ucuza kapatmış ve ilçede fotoğraf yapmaya karar vermişti. Bu kararına, babamın verdiği yüksek sesli yanıt uyandırmıştı zaten o sabah beni. “Götür geri ver”.  Götürüp geri verseydi ya da o sabah o eve başka bazı şeyler gelseydi muhtemelen fotoğrafa değil başka şeye başlayacaktım. Gerçek bu.

İstanbul’da ne olduğumu ve ne yapacağımı aradığım yıllarda  fotoğraf makinasını tekrar elime aldım. Ama bu defa vesikalık ya da topluluk fotoğrafı çekmeyecektim. İstanbul Şişhane’de avize fotoğrafları çeken bir fotoğrafçının yanında asistanlık yapmaya başladım. Şanslıydım. Avizelerin renk geçişleri, parlaklıkları, yansımaları bana renk ve ışık konusunda çok şey öğretti. Bu çalışma şeklini sevmiştim.  Nihayet bir çıkış yolu bulmuştum ve alternatif bir yaşam gerçekleştirebilirdim. Buna rağmen fotoğraf makinası ile para kazanmak beni sadece meslek sahibi yapar. Fotoğrafın duygularımı ifade etmek için bir argüman haline gelmesi ise çok daha sonra oldu. 

 Fotoğrafla ilgili amatör dünyayla tanıştım. Etkinliklere katıldım. Doğada fotoğraf çekmeye başladım. Bu yolculuklarda çok sevdiğim hocalarım ve fotoğrafçı arkadaşlarım oldu. Böyle böyle kendi dünyamı inşa ettim. Sonra da bunu göstermek istedim. Böyle bir dünya da var demek istedim. 

Başlangıç bu şekilde oldu. Elbette zamanla değiştiği ve dönüştüğü yerler oldu. Kendi dünyam değiştikçe fotoğrafların renkleri de değişti. 

 -Aynı zamanda video da çekiyorsunuz. Hangisi daha keyifli? 

Her ikisi de çok keyifli benim için. Video hayatıma sonradan girdiği için daha çok heyecanlanıyorum. Sadece görüntüye değil, seslere de kulak kabartmak gerekiyor. Sadece çekmek yetmiyor, görüntüleri sıralamak da duygu akışını değiştiriyor. Sanırım ilerleyen zamanlarımda video, fotoğraftan daha çok yer kaplayacak hayatımda. 

-Fotoğraflarınızda karla kaplı düzlükler, kuzular, atlar görüyoruz çoğunlukla. Yaşadığınız toprakları bir fotoğrafçı olarak insanlara aktarmak nasıl bir his?

Aslında var olan dünyanın topraklarını, yaşamlarını aktarmak gibi bir derdim hiç olmadı. Ben kendi kurduğum  hayali dünyanın topraklarını, yağmurlarını, bulutlarını,  kendi halindeliğini ya da koşuşturmasını  aktarmaya çalışıyorum. Bu imgeleri aktarmaya çalışırken de kendi ayak  izlerimden faydalanıyorum. Hepsi benim platom, oyuncum, dekorum. Başka bir ülkede yaşasaydım şüphesiz başka oyuncularım olacaktı. Nihayetinde hepsi birer araç benim için. Ama deneyimlediğim, bildiğim enstrümanlarla fotoğrafı yapmak beni daha çok mutlu ediyor. Fotoğrafımız izleyen kişinin ülke ülke gezmesinden ziyade o duygudan bu duyguya bir seyahat yaşamasını umut ediyorum.  Fotoğraflarım coğrafyayla ilgilenmiyor. 

Hatta bazen fotoğraflarımın etkisiyle yanıma gelen arkadaşlarım hayal kırıklığı yaşıyor. O fotoğrafların, o coşkunun bu coğrafyada olmadığını söylüyorlar. Garip şekilde bu beni mutlu ediyor. Çünkü aslında çektiğim şey zaten oranın fotoğrafı değildi.   

 -Fotoğraf çekerken sizi besleyen en önemli unsur ne?

Tabi ki  yaşamın kendisinden besleniyorum. Yani fotoğraf çekmediğim zamanlardaki yaşadıklarımdan. Bu her şey  olabilir. Ama en çok çatışmalar ve hayat içindeki sıkışık duygular fotoğrafa yön veriyor.  Buna beslenmek demek doğru mu tam olarak emin değilim. Çünkü sırf kendimi beslemek için gönüllü olarak çatışmalar ve sıkışıklıklar yaşıyor değilim. Sürekli fotoğraf çekerek fotoğraflarım gelişmiyor. Aksine durduğum zamanlarda üzerine koyuyorum  

 -Bir röportajınızda Roland Barthes’in Studium ve Punctum ayrımına değiniyorsunuz? Sizin için önemli olan fotoğraftaki anlam mı yoksa bizi etkileyen, vurulduğumuz anlar mı? Bu konuyu biraz açar mısınız?

Fotoğraflarımın ışığı çoğunlukla geçmişin gölgesinde beliriyor. Yani beni ben yapan şeylerle fotoğraf çekiyorum. Ama izleyen de kendisini kendisi yapan şeyler ile fotoğrafı izliyor.  Her ne kadar o fotoğrafı çeken kamera benim gözümde olsa da, izleyen de kendi kamerasıyla fotoğrafı izliyor. Kendisiyle ilgili şeyleri tarıyor. Yani fotoğrafımın içinde bir fotoğraf da kendi çekiyor. Bazen her ikimizde aynı fotoğrafı çekiyoruz. Bazen ise bambaşka alemlerde geziniyoruz. Dramatik bir şekilde fotoğrafçı çektiği fotoğraflarda çoğu zaman hala yalnızdır.  Gerek kendisini ifade etmek için, gerekse anlatma ihtiyacını gidermek için çıktığı bu yolda, herkes fotoğrafından bir parça koparıp başka bir ifadeye dönüştürüyor. Bunu bile bile bir fotoğrafçı neden hala fotoğraf çekip bunu diğerleriyle paylaşır? Bence fotoğraf diğerlerine gösterilen ama göstermek için çekilen bir şey değil. İçerisinde “diğerleri” diye bir kaygı barındırmayan kişisel bir yansımadır. 

-Çektiğiniz fotoğrafların üzerinden zaman geçtikçe tekrar tekrar bakıp “ışığı daha güzel ayarlayabilirdim, başka lens kullansaydım bu karede” gibi şeyler söylüyor musunuz? Yani fotoğrafları roman ya da şiir gibi yeniden değerlendirmek mümkün mü sizin için?

Fotoğrafın çekildiği anlar ve koşullar doğası gereği emsalsizdir O an ve o ışık hiçbir zaman tekrarlanmayacaktır. Çünkü karşımda bir tiyatro yok. Bugün yanlış objektifle çektim, yarın doğrusuyla çekeyim dediğimde bu mümkün olmayacak. Çünkü yeniden aynı oyun sahnelenmeyecek. Çekimleri tamamladıktan sonra memnuniyet duygusunu çok nadir yaşarım. Yolunda gitmeyen bir şeyler  mutlaka vardır.  Ben çekimlerimde doğal ışık kullanıyorum. Güneşe ve diğer kontrol edemediğim koşullara bağımlıyım. Daha önce bahsettiğim kendi dünyamın ışığını beklemek zorundayım. Yılın belirli zamanlarında, bazen rüzgarla birleşen, bazen sisle ve tozla harmanlanan bu ışıkla karşılaştığımda ise işi sansa bırakmamak için defalarca çekerim. Objektifimi değiştiririm, bakış yerimi değiştiririm. O kısa zamanda olabildiğince varyasyon denerim. Yine de eksik kalır. Sürekli kendi içinde gelişen ve derinleşen bir süreç bu. Başlarda kabaca unsurların peşindeyken, zaman geçtikçe derinlerde yer alan değişimleri fotoğraflamakla ilgilenmeye başlıyor insan. 

-Fotoğraf ve ışık ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Bir yorumlama aracıdır. Fotoğrafın iki boyutlu dünyasını derinleştirmek için de, mekanik çıktısını canlandırmak için de ışığın gücünden isfitade ediyoruz. Sabit bir mekandaki sabit bir objeyi bile gün içinde değişen ışıklarla farklı duygulara evirebiliriz. Somut dünyayı soyutlaştırmaktır, kişiselleştirmektir.  Esas olan ışığın kendisi değil bizim onu kullanış biçimimizdir. Fotoğrafa ilk başladığım yıllarda ışığın kendisini çekerdim. Çünkü o zamanlarda “fotoğraf ışıktır” diye tanımlamalar sıkça yapılırdı. Ben de bu öğretilerin etkisinde lezzetli ışıkların peşinde koşardım. Işığı güzel bir fotoğraf çektiğimde, fotoğraf denilen şeyi çektim zannederdim.  Fotoğraflarımda yeterince ışık vardı  ama  “ben”den hiç yoktu. Fotoğrafın en iyi ışığı yakalama yarışı olmadığını anladığımda, ışığın büyüsüne de kendimi kolay kolay kaptırmıyorum artık. 

-Sizin için ışık ya da karanlık fotoğraflarınızı nasıl etkiliyor? Çekim esnasında ışık kadar karanlıktan da besleniyor musunuz?

Aslında ışığın nasıl görüneceğine kendisi değil, karanlık karar veriyor. Bir mum ışığı gündüz farklı, gece farklı görünür. Aynı mum aynı güçte yanmasına rağmen onu saran karanlığa göre etkisini değiştiriyor. O halde burada belirleyici olan ışık mıdır, karanlık mıdır?.Ben fotoğrafı oluşturmaya karanlıktan başlıyorum. Örneğin kapalı havada fotoğrafa çıkıyor ve son anda kendisini gösterecek güneş ışığını bekliyorum. Rutin olan güneşin hep belirli bir yörüngede doğup batması. Rutin olmayan ve düzensiz olanlar ise bulutlar, sisler, yağışlar. Yani kısmen de olsa yorum payımızın olduğu unsurlar bunlardır. Mesleğim gereği de fotoğrafçılık yapıyorum. Tabiki orada tamamen yapay ışık kullanıyoruz. Aydınlatmak istediğimiz dekorun kimliğini yansıtabilmek için ışığın nereye düşeceğinden ziyade nereye düşmeyeceği üzerinden denklem kuruyoruz. Işığı kesen düzeneklerle koyu alanları belirliyoruz. Işığı gösterebilmek için karanlığı dizayn ediyoruz.

Güneşin yoğun olduğu koşullarda zorluklar yaşıyor musunuz? Nasıl çözümler üretiyorsunuz?

Güneş ışığının sert olduğu saatlerde fotoğraf çekmiyorum. Bu, o saatlerde fotoğraf çekilemez anlamına gelmemeli. Günün her saatinde fotoğraf çekilebilir. Tamamen içsel bir durum. Ben daha yumuşak bir üslup kullanıyorum. Renklerimin de ışığımın da yumuşak olmasını istiyorum. Anlatacağım şeyleri bağırarak değil bir fısıltıyla söylemek istiyorum. Bahar ve kış aylarında nispeten daha elverişli bir atmosferle karşılaşıyorum. Yazın ise çok nadir. Örneğin bu yaz iki ya da üç kere fotoğraf çekmeye çıktım. Çekmek zorunda olmadığım için bir çözümde üretmiyorum.  

Günümüzde mobil fotoğrafçılık oldukça yaygın. Bir tarihi eserin önünde fotoğraf çekerken “ters ışıkta duruyorsun, güneş arkanda kalıyor” diyen insanların sayısı arttı diyebiliriz aslında. Sizce çok fotoğraf çekerek sosyal medya aracılığıyla anında paylaşım yapmak doğayla ya da nesnelerle olan ilişkimizi değiştiriyor(etkiliyor) mu? 

En başta dünya küçüldü. Seyahatler arttı. İnsanların dokunduğu, dinlediği ve gördüğü şeylerin sayısı arttı. Çoğunlukla bir nesneyi değerli yapan onun az olmasıdır. Az görülmesidir. Ama günümüzde en başta az olanlara hücum edildi. Haliyle bugüne kadar tasarlanmış önem haritası da değişmiş oldu. İlk başlarda Eyfel Kulesi, Galata kulesi gibi yerler gidilmesi gereken yerler listesindeydi. Ama artık ücra yerlerdeki bilinmeyen ya da az bilinen yerler önem kazandı.  Sosyal medya bir anlamda insanın keşfetme dürtülerini kışkırttı. Elbette bunu imaj olarak yapanlar da var sahici olarak yapanlar da var. Kendini keşfetmek için doğayı keşfeden insanlar bence en doğrusunu yapıyor. Bunun üzerine belki çok daha fazla konuşulabilir ama fotoğraftan epeyce uzaklaşabiliriz 🙂

-Fotoğrafı iyi ya da kötü olarak değerlendirmediğinizi biliyorum. Peki iyi ışık ya da kötü ışık var mıdır? Yoksa makinelerin teknik kapasitesi arttıkça mı bunu düşünmeye başladık? (daha önceki ışıkla ilgili sorularda sanki bunu da yanıtlamış oldum. Bu soru geç kaldı biraz 🙂

-Bir koleksiyonunuz var mı? Fotoğraf, pul vb.?

Bir koleksiyonum yok 

-Peki mektup yazıyor musunuz?

En son sanırım 20 yıl önce yazdım.

FujiWalk

Söyleşi link https://fujiwalk.net/roportaj-huseyin-taskin/

Bildiğiniz gibi Fujiwalk blog’da yazdığımız inceleme ve teknik yazılar dışında öncelikli olarak X photographerlar ve diğer x Kullanıcısı arkadaşlarla yaptığımız röportaj ve portfolio paylaşımlarına başladık. 

Bu haftaki konuğumuz sevgili Hüseyin Taşkın. Siz de Fujifilm Official X-Photographer Hüseyin Taşkın’ı biraz daha yakından tanımak, hayata ve fotoğrafa bakışı hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz kendisiyle yaptığımız keyifli röportajı aşağıdan okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar 

Fujiwalk :Fotoğrafçı olmanız için size ilham veren şey nedir?

Hüseyin Taşkın: Dağlardı… Dağların kendisi değil arkasındaki bilinmezlikti. Dağlarla çevrili bir yerde küçük bir ilçede doğdum ve dağların arkasını görmeden uzun bir süre orada yaşadım. Dağların arkası için meraklandım ve hayaller kurdum. Bu duygular benim ilham kaynağımdır. Sınırların ve zamanın ötesine fotoğraflarla ulaşabiliyorum. Sınırları kırabiliyorum. Bu da bana haz veriyor. 

Fujiwalk :Fotoğraf ile ilgili bir eğitiminiz var mı? Kendi kendinize mi öğrendiniz yoksa ikisinden de biraz mı?

Hüseyin Taşkın: Fotoğrafa bir öğrenme süreci olarak bakamıyorum. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir uğraşa öğrendim demek de benim için tuhaf olurdu.  Onu öğrenmiyorum sadece kullanıyorum. Fotoğrafı kullanırken ondan sadece istediklerimi alıyorum. Bilgi biriktirmiyorum. Ne kadar bilmem gerekiyorsa o kadar öğrendim. Bunu çoğunlukla kendi kendime yaptım ama bana faydası olacak eğitimlerden de istifade ettim. 

Fujiwalk :Fotoğraf hayatınız boyunca size yardımcı olduğunu düşündüğünüz bazı şeyleri (dersler, kitaplar, atölye çalışmaları vb.) ve ayrıca bu yolculuğun üstesinden gelmenizi engelleyen bazı şeyler olduysa bunları da paylaşır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Esasında, üstesinden gelinmesi zor olan şeylerin üstesinden gelmeyi başarabildiğimde, bunun fotoğrafa yansıması çok daha güçlü oluyor. Bir uğraşıyı keyifli hale getiren onun için verilen mücadele ve harcanan zamandır diye düşünüyorum. Başlangıç yıllarımda felsefe içerikli kitapları okuduktan sonra bıraktığı tatsız duygu ve üzerimde oluşturduğu baskı beni harekete geçiriyordu. Çünkü bazı kitaplar çelişkilerimi, tutarsızlıklarımı ve isteklerimi sert bir şekilde yüzüme vuruyordu. Kısacası elimden tutan unsurlar değil beni iten unsurlar bana daha çok yardımcı oldu. 

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın hayatınızı iyileştirdiğini düşünüyor musunuz? Öyleyse nasıl?

Hüseyin Taşkın: Bu sorunun bende tam bir karşılığı yok. Çünkü emin değilim. Hayatıma etkisi oldu ama ne yönde oldu bilmiyorum. Farklı farklı uğraşlar yaşadığım paralel hayatlar yaşasaydım bunu cevabını daha net verebilirdim. Örneğin hiç fotoğrafa bulaşmayıp başka bir şeyler yaşasaydım hayattan aldığım haz daha mı çok olurdu bunu bilemiyorum. Elimizde bir hayat var her şeyi yaşayıp karşılaştıramıyoruz. Sadece geçmişimizle kıyaslamak da bence doğru değil. İlla ki geçmişle şimdiki zamanımız arasında kazanım gibi görünen avuntular hep olacaktır. 

Fujiwalk :Özellikle fotoğrafçılardan bahsedersek, geçmişten ve günümüzden etkilediğiniz veya hayran olduğunuz kişiler var mı?

Hüseyin Taşkın: Saygı duyduğum, işinden etkilendiğim birçok fotoğrafçı var. Ama yakın temasta bulunup beni etkileyen hocalarımı başa yazarım. Çerkes Karadağ, Handan Tunç ve Tekin Ertuğ… Tam da ihtiyaç duyduğum dönemlerde yorumlarıyla fotoğraf yolculuğuma yön vermişlerdir.

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın hayatınızdaki anlamı nedir? Ne işe yarıyor?

Hüseyin Taşkın: Bu konuda kafam karışmaya başladı. Eskiden çok anlam yüklü, iddialı cümleler kuruyordum. Ama şimdi bu kadar keskin cümleler yok fotoğraf hayatımda. Keyif alıyorum, haz alıyorum. Çekerken de, izlerken de, paylaşırken de…

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın ticari tarafıyla mı uğraşıyorsunuz, yoksa sanatsal yönü ile mi?

Hüseyin Taşkın: Her iki tarafında da yer alıyorum. Mesleğim aynı zamanda reklam fotoğrafçılığı. Zamanımın büyük kısmını aslında mesleğim olan fotoğrafçılık alıyor. Sadece sanatsal yönü ile uğraşmak isterdim. Ama onu finanse etmem gerekiyor. 

Fujiwalk :Hangi fotoğraf tarzını çalışırken kendinizi buluyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Doğa diyesim geliyor ama doğa fotoğrafçısı sayılmam. Doğayı kullanıyorum. Çok kullandığımız fotoğraf kategorilerinde kendimi göremiyorum. Manzara, portre, sokak, soyut, vahşi yaşam vs. Tıpkı sinemada olduğu gibi işin duygusuna göre bir kategori olsaydı çok daha rahat kendimi bir yerde hissederdim. Ama yine de bir tanımlama yapabilirim sanırım. Dramatik atmosferler, yerel yaşam unsurları ve çoğunlukla hayvanların da yer aldığı ütopik bir duygunun peşindeyim. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğraf üretirken farklı projeler üzerinde mi çalışıyorsunuz yoksa o anda hissetiğiniz duyguların fotoğraflarının peşinden mi koşuyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Şu ana kadar hiç proje odaklı çalışmadım. Fotoğrafa başı ve sonu belli olan bir görev bilinciyle yaklaşamadım. Fotoğraf çekmek istersem çekiyorum, istemezsem çekmiyorum. O anda da neyi çekmek istiyorsam onunla ilgileniyorum.  

Fujiwalk :Konunuzla ne kadar güçlü bir bağlantınız oluyor, bu bağlantıyı tanımlayabilir misiniz?

Hüseyin Taşkın: Tıpkı bir romanın içinde yaşıyor gibiyim. Önceki sayfalar, kendisinden sonraki sayfalarla ilgili ipuçları veriyor. Romanda yer alan karakterlerin yüzlerinin neye benzeyeceğini, ne iş yapacağını, nasıl bir yolda yürüyeceğini, mimiklerinin nasıl olacağını biliyorum. Demek istediğim, çektiğim her şeyle fiziksel olmasa da yakın bir ilişki içindeyim. O dünyaya girmem için bu dünyadan çıkmam gerekiyor. Yeterince bu dünyada kalırsam oraya tekrar girmekte zorlanıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafta tekrarlayan temalarınız (her daim çekmekten zevk aldığınız) nelerdir? Kısaca anlatır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Bulunmak istediğim yerlerle, fotoğraf çekmek istediğim yerler genellikle örtüşüyor. Dağlar, dağ etekleri, ırmak kenarları, geniş düzlükler… Zamanlarda örtüşüyor aslında. Yağmur, rüzgar ve toprak kokusu. Bunların olduğu zamanlarda bıkmadan ve hep aynı keyifle fotoğraf çekebilirim. Anlatırken bile canım çekti 

Fujiwalk :Bir konunun fotoğrafını çekerken kendinizi en rahat hissettiğiniz mesafe nedir?

Hüseyin Taşkın: Her zaman başaramasam da varlığımı hissettirmeyecek bir mesafede kalmayı tercih ediyorum. Doğal akışın devam etmesini istiyorum. Konuya yeterince yaklaşırsam, kendimden uzaklaşma ihtimalim artıyor. Ben başkalarının dünyasını çekmiyorum. Onlardan kendi dünyama uygun olanları alıyorum. O yüzden mesafeyi iyi ayarlamam gerekli. 

Fujiwalk :En sevdiğiniz odak uzaklığı nedir? Neden?

Hüseyin Taşkın: Tek bir açıyla fotoğraf çekmek zorunda kalsaydım bu 35 mm (FF) olurdu. 

Fujiwalk :Son zamanlarda kullandığınız kamera ekipmanları nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Fujifilm X-T3, 10-24 mm, 16-55 mm ve 50-140 mm. Drone olarak da Mavic Pro.

Fujiwalk :Fotoğraf makinanızla aranızdaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Sadece bir araç mı yoksa aranızda güçlü bir bağ var mı?

Hüseyin Taşkın: Elbette sevmediğim bir fotoğraf makinasıyla da istediğim görüntüyü alabilirim. Ama bu bana keyif vermez. Benimsemem gerekli. 

Fujiwalk :Fotoğraflarınızda genellikle siyah beyaz mı yoksa renkli mi tercih ediyorsunuz? Sebebini açıklayabilir misiniz?

Hüseyin Taşkın: Nadiren siyah beyaz fotoğrafım vardır. Renklerin gücünden de istifade etmek istiyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafta çekim sonrası işlemlere nasıl bakıyorsunuz, sizin için ne kadar önemli? (Photoshop, Lightroom vb.)

Hüseyin Taşkın: Onu yapmazsam fotoğrafım eksik kalır. Yorum süreci henüz bitmemiş gibidir benim için. Olmazsa olmazdır. Fotoğrafı çektiğimde, yapacağım son dokunuşları hesap ederek çekiyorum. O son dokunuşu yapmazsam istediğim sonuç oluşmaz. 

Fujiwalk :Fotoğraflarınızda kendinize has bir tonlama fark ediliyor, bu tonlama hangi duyguların dışa vurumu? Neleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Tam bir tespit yapmam zor. Çünkü tonlama yaparken milimetrik farklılıklarda bile birinin diğerinden daha uygun olabileceği refleksiyle yaklaşıyorum. Refleks diyorum çünkü her hareketime tanı koyamıyorum. Akıp gidiyor. Bunu çok fazla düşünmedim. Ama emin olduğum sadece bir şey söyleyebilirim: Sakin tonlamalar insanın iç dünyasına diğerlerine nispeten daha rahat sızabilir. 

Fujiwalk :Ara sıra fotoğraflarınızı bastırıyor musunuz? Dijitalden ziyade, baskı almanın daha iyi hissetirdiğini düşünüyor musunuz?

Hüseyin Taşkın: Bizim gibi albümlerle duygusal bağı olan bir kuşak için elbette basılmış fotoğrafın hissi daha güçlü olacaktır. Eski fotoğraflar deyince bunların bizdeki karşılığı sararmış aile albümleridir. Bence bu tamamen kültürel bir durum. Yeni nesil için böyle bir kıyaslama yapılmayacaktır. Çünkü yeni neslin eski fotoğrafı Facebook albümleri olacaktır. En fazla, “nerede o eski düşük çözünürlüklü fotoğrafların tadı” diyeceklerdir  Uzun zamandır ben de fotoğraf bastırmıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafınız çekilirken nasıl hissedersiniz?

Hüseyin Taşkın: Çok rahat hissetmem. Hemen bir başkası olurum  Bir an önce bitsin isterim…

Fujiwalk :Tek başınıza mı yoksa yanınızda bir arkadaşınızla mı fotoğraf çekmeyi tercih ediyorsunuz? Sebebini açıklar mısınız?

Hüseyin Taşkın: Benim için ideali, benzer duygulara sahip olduğumuz birkaç arkadaşla yol almak. Zaman içinde gide gele en idealinin bu olduğuna karar verdim. Çünkü sadece fotoğraf için yol almıyoruz. Sohbet ediyoruz, eğleniyoruz. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken müzik dinler misiniz? Müziğin görsel deneyimi geliştirdiğini düşünüyor musunuz? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Doğadayken yanımda biri müzik açmışsa özellikle kapatmasını isterim. Doğanın sesini ya da o ortamın sesini duymak isterim. Müzik dinlediğimizde bizi alıp başka yere götürür ya, ben zaten ordayım. Müzik ve fotoğraf arasında pozitif bir bağ olduğunu sanmıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekmekten en çok keyif aldığınız bölgeler nereler?

Hüseyin Taşkın: Aladağlar ve Toroslar. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken günün hangi saatleri sizin için önemli, kısaca anlatır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Dramatik atmosferler için kapalı havalar daha cazip sonuçlar almamı sağlıyor. Bulutsuz havalarda neredeyse çekmiyorum. Gün içinde de sabah ve akşam saatlerini tercih ediyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafçı olmanın en zor tarafı size göre nedir?

Hüseyin Taşkın: Fotoğrafçı olmanın kendisi zor bence. Ekonomik nedenlerle bu uğraşıyı yapmak, zamana yaymak, konuyu derinleştirmek, seyahat etmek ve mesai ayırmak çoğu insan için mümkün değil. Çoğumuz fotoğrafçı değil, fotoğraf çeken kişilerdir. 

Fujiwalk :Kendinizi biraz yavaşlamış ve kaybolmuş hissettiğinizde yeniden çalışmaya başlamak için nereden veya nelerden ilham alıyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraf çekmeye verdiğim aralar beni acıtmıyor. Neden fotoğraf çekemiyorum diye kendimi kaybolmuş ya da yavaşlamış hissetmiyorum. Aksine sürekli fotoğrafın içinde kalmak insanı körleştirir. Gözlem yapma ve deneyimleme yeteneklerini azaltır. Fotoğraf dünyasının dışından alıp, fotoğraf dünyasına aktaran kişiler kişileriz. Dışarıdan almak için hayatımızın bazı dönemlerinde fotoğrafın olmaması bence bir kazançtır. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken hangi sanat dallarından besleniyorsunuz, en çok hangisi ve neden?

Hüseyin Taşkın: İstediğim gibi  fotoğraf çekeyim diye bir film izlemedim. Ama izlediğim filmler istediğim gibi fotoğraf çekmeme fayda sağlamış olabilir. Tıpkı arkadaşça yapılan bir sohbetteki bir cümle gibi, pencereden sokağı izlediğim gibi, bir otobüs yolculuğu gibi… Beni değiştiren, dönüştüren her etkileşim, fotoğraflarımı da dönüştürür. En çok da kitaplar. 

Fujiwalk :Şu ana kadarki fotoğrafçılığınızdan ne kadar memnunsunuz ve kendinizde geliştirmek istediğiniz yönler nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Memnun olmadığım, sıkıldığım yerlere müdahale ederek yürüyorum. Video konusunda kendimi biraz daha geliştirmek istiyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf söz konusu olduğunda en büyük zayıflığınız nedir? Bunu geliştirmek için ne yapıyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Çok fazla seyahat edemiyorum. Az zaman ayırıyorum. Yani tam olarak yönetemiyorum. Bunu yapabilirsem kendimi daha iyi hissederim. Bunu geliştirmek için planlar yapıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf söz konusu olduğunda en güçlü yanınız nedir? Bu gücü nasıl beslediğinizi düşünüyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Hayır diyebiliyorum. Benimle örtüşmeyen görüntülere, konulara, ışıklara vs hayır diyebiliyorum. Bu da fotoğraflarımın belirli bir kıvamda kalmasını sağlıyor. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğrafçılığınız üzerinden değerlendirirsek yaptığınız işin başarılı mı yoksa başarısız mı olduğu konusunda kendinizi nasıl eleştiriyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Daha iyisini yapabileceğimi bildiğim için eksiklerimi fark ediyorum. Bu da yarınlar için motivasyon kaynağım oluyor. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekmiyor olsaydınız şu an ne yapıyor olurdunuz açıklayabilir misin?

Hüseyin Taşkın: Muhtemelen doğa aktivitelerinde yer alırdım. Günlerce doğada kalacağım bir uğraş olurdu.

Fujiwalk :Fotoğraflarınızı sergiliyor musunuz? Paylaşıyor musunuz? Çalışmalarınızı nereden takip edebiliriz?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraflarımı instagram adresinden paylaşıyorum.

i̇nstagram.com/huseyintaskin

Fujiwalk :En iyi fotoğrafçılık öneriniz nedir?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraflarınızı alkışlara, puanlara ve beğenilere göre tasarlamayın.

Fujiwalk :Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hüseyin Taşkın: Güzel sohbet için teşekkür ederim. Fujiwalk’un fotoğrafla ilgilenen insanlar için iyi bir enerji yaratacağına inanıyorum.

Fujifilm X-T4 İlk İzlenimlerim

Aslında ben de dahil çoğu kimse X-T4’ün bu kadar erken geleceğini tahmin etmiyordu. Çünkü Fujifilm genel olarak X-T serisini iki yıl da bir güncelliyordu. X-T3’ün üzerinden iki yıl geçmemesine rağmen X-T4’ün duyurusu yapıldı ve bugünlerde de satışa çıktı. Her X-T serisinde olduğu gibi bu fotoğraf makinasında da ilk izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. X-T4 ile video üzerine çalışmalar yaparak test etmek istiyordum. Ancak tüm dünyada etkisini gösteren salgın nedeniyle  bu pek mümkün olmadı. Çekim yapmak istediğim yerler başta olmak üzere bir çok yerde kısıtlamalar meydana geldi. X-T4 ile baş başa geçirdiğim zaman çok olmasına rağmen onu sahada pek deneyimleyemedim. Ama yine de bazı çıkarımlar oldu. Toplamda makinayı birkaç saat ancak kullanabildim. Buradaki paylaşımlarım da o esnada yaklayabildiklerimden oluşuyor. İnsanlar içerde, atlar ise uzaktaydı. Tavukların başrolde olduğu bir dakikalık videoda 10 kat yavaşlatma seçeceğinin etkisini gözlemleyebilirsiniz. F-LOG çekilip sonradan lut eklendi.

Videoda 50-140 ve 56 mm lensi birlikte kullandım. Çoğunlukla AFS olarak çekim yaptım.

X-T4’ü donanım ve yazılım olarak iki ayrı kategoride değerlendirmek istiyorum. Öncelikle donanımdan başlayalım.

DONANIM

  • Görüntü sabitleme özelliği (IBIS)
  • Kapasitesi artan yeni pil sistemi
  • LCD’de ki tasarım değişikliği (flexy)
  • Yeni perde sistemi
  • Fotoğraf ve Video ayrımı için yeni çark (Still&Movie)

Bunlar öne çıkan donanım yenilikleri. Vizör lastiği, grip çıkıntısı gibi başkaca küçük tasarımsal  yenilikler de var ama öne çıkanlar bu yazdıklarım. Yeni bir işlemci ve yeni bir sensör yok. X-T3’deki sensör ve işlemci kullanılıyor. Ancak Auto Focus başta olmak üzere her parametrede iyileştirmeler söz konusu. Bütün bu iyileştirmeler bir tarafa, IBIS bir tarafa. Çünkü yeni bir Fujifilm fotoğraf makinası alacağınız zaman X-T3 ile X-T4 arasında kararsız kaldığınız da belirleyici olarak asıl etken görüntü sabitleme olacaktır. Diğer iyileştirmeler IBIS’den sonra gelecektir.   Fujifilm daha çok lensler üzerinden görüntü sabitleme stratejisi uyguluyordu. Ancak kullanıcılardan gelen talepler neticesinde gövde üzerinde de bunu artık standart haline getirecek gibi görünüyor. Daha önce X-H1 ile IBIS’i gövde üzerinde kullanmıştı. Ama IBIS donanımı büyük olduğu için makinayı da büyütmüştü. Şu anki kullanılan sistem fotoğraf makinasının boyutlarında anlamlı bir değişikliğe yol açmamış. Hemen hemen X-T3 ile benzer bir ergonomi sunuyor. IBIS bana göre oldukça geç kalınmış bir iyileştirme. 6.5 stop görüntü sabitleme sunan bir donanımı oldukça küçük ebatlarda sensöre entegre etmekten kaynaklı bir gecikme olduğu söyleniyor. Anladığım kadarıyla Fujifilm fotoğraf makinasının boyutlarını büyütmek istemiyor. Çünkü aynasız makinaları tercih eden insanlar için hala en önemli öncelik küçük boyutlarda olmaları.

Fujifilm X-T4

IBIS etkili  çalışıyor mu?  Bu yazıyı okumadan önce ya da okuduktan sonra muhtemelen YouTube üzerinde birçok karşılaştırmalı IBIS videolarına bakacak ve X-T4’ün gerçekten de harika bir sabitleme sunduğuna şahit olacaksınız. Sadece video çekerken değil fotoğraf çekerken de ciddi bir konfor yaratacak. 1 saniyede bile elde çekimler yapılabileceğini  göreceksiniz. En önemlisi de sabit odaklı lensleri 6.5 stop gibi iddialı  bir sabitleme yeteneği ile kullanabileceksiniz. Fujifilm’e ait  29 lensin 18’ini 6.5 stop, geri kalanında ise 5 stop olarak bir performans gösterecek. X-T4 ün en önemli özelliği bu olmasına rağmen sizlerle paylaşabilecek çekimlerim olmadı. Bu özelliği test etmek için farklı bir kurgu düşünüyordum. Ama sosyal mesafe kaynaklı nedenlerden dolayı bunu gerçekleştiremedim. Aşağıdaki videoda 23 mm 1.4 ile yatıyım 15 saniyelik takibi izleyebilirsiniz. Bana oldukça tatminkar geldi. Siz de yorumlarınızı aşağıya ekleyebilirsiniz.

X-T4 ile yürüyerek video çekilebilir mi?  Bir gimbal gibi pürüzsüz olmadığını söyleyebilirim. Ama kontrollü adım atarak doğal bir takip yapılabilir. Projelerinizde kullanacağınız 5-10 saniyelik takip sahneleri için yeterli olacaktır. Ama daha uzun pürüzsüz takipler için gimbal gerekecektir. Ben gimbal kullanmayı pek tercih etmiyorum. X-T4 bana tek başına yetecektir. Projelerinde uzun planlarlar kullanmayanlar için gayet tatmin edici sonuçlar veriyor.  Bu arada videoyu daha da stabil yapmak için DIS yani  “dijital görüntü sabitleme” isimli bir özellik daha var. Donanımsal olarak yapılan sabitlemeyi eş zamanlı görüntüyü kırparak daha da pürüzsüz hale getiriyor. Bu özellik kullanıldığında görüntü biraz kırpılıyor. Hareketli takipler için kullanılabilir.

Performansı doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen bir diğer donanımsal yenilik ise batarya. Hem tasarım olarak hem de kapasite olarak farklılıklar var. 600 kareye kadar kadar fotoğraf çekilebiliyor. Daha uzun video kayıtları yapılabiliyor.

Fujifilm X-T4

X-T3 ve önceki serilerin en çok sevdiğim yanlarından biri LCD tasarımı idi. X-T4’de yapılan ve her yere dönen LCD pek hoşuma gitmedi. Görüntü sabitlemenin gelmesiyle birlikte, yotuberlar hareket halinde kendilerini de çekebilecek artık. Kamerada nasıl çıktıklarını da dönen LCD’den kontrol edebilecek. Fotoğrafçı ve videocular için ise ne kadar etkilidir bilemiyorum. Eski LCD ile ben tek harekette aşağıdan, yukardan çekimlerimi kontrol edebiliyordum. Şimdi en az  3 hareket yapmam gerekiyor. Ekranı çıkart, sola yatır, aşağı ya da yukarı çevir. Önceki LCD mekanizmanın ince yapısı da çok karizmatik duruyordu. Şimdiki biraz kutu gibi görünüyor. Aynı zamanda bel hizası gibi çekimlerde makinanın yanında bir de ekran olması iki şeyi taşıyor gibi hissettiriyor. Yürüyerek yaptığım takip sahneli video çekimlerinde ben makina kayışını gerdirerek çekim yaparım. Böylece daha stabil bir sonuç elde ederim. Yine aynı şeyi yapmak istedim  ama ekran yanda olduğu için kayış ekranı kapattı. LCD tasarımı çekim konforumu oldukça düşürdü. Muhtemelen bazı kişiler bu tasarımı eskisine göre daha çok sevecektir. Çoğunluğun ise benim gibi düşüneceğini sanıyorum. Gerçi X-T serisi için yeni olan bu tasarım aslında çok eski bir tasarım. Bana 10 yıl önceki giriş seviyesi DSLR makinalarını hatırlatıyor. T1,T2 ve T3 bence oldukça yenilikçiydi. Yeni LCD’nin makina arkasında ekranı göstermeyecek şekilde ters kapanması  çizilme ve darbe kaynaklı olabilecek arızaları önlemiş oluyor. Bunu bir avantaj olarak söyleyebilirim.

Fujifilm X-T4

Yeni perde sistemi ile birlikte daha hızlı, daha sessiz ve daha uzun ömürlü çekimler yapmak mümkün hale geldi.  Birçok kişi uç hızlarda ve yoğunlukta çekim yapmayacağı için perde sisteminin yeniliğini hissetmeyecektir.

Still & Movie Çarkı ile fotoğraf ve video olarak makinanın  ikiye ayrılması iyi düşünülmüş. Önceden menüler, butonlar biraz daha komplikeydi. Bu yeni ayrım düğmesiyle net bir şekilde ayrım gerçekleşiyor. Menüler değişiyor. Başka bir ifadeyle,  X-T4 hem fotoğraf hem de video kamerası değil. İstenildiğinde video kamera , istenildiğinde fotoğraf makinası. Bir cihaz içinde iki kamera.

X-T4’de hoparlör çıkış yeri bulunmuyor. Bunun yerine USB-C’den bir adaptör yardımı ile çıkış alabiliyorsunuz. Benim açımdan kayda değer bir kayıp sayılmaz bu. Bugüne kadar hiç bir çekimde kulaklık kullanmadım. Ses ile ilgili hassas çekimler yapan kişiler ise bu adaptörle işlerini rahat görebilirler. Yine bataryayı makina üzerinden şarj etmek mümkün. Extra grip ile 3 bataryayı aynı anda makina üzerinden şarj etme olanağından da bir yenilik olarak bahsedebiliriz.

Fujifilm X-T4

X-T3 tüm dünyada video kalitesi ile ses getiren bir makina olmuştu. Ülkemizde de aynı şekilde  çoğu profesyonel ya da amatör X-T3 ile fujifilm kullanmaya başlamıştı. Videodaki yüksek kalite seçeneklerine IBIS’in ekleniyor olması bir çok kullanıcıyı cezbedecektir. Bu yüzden X-T4 kendini anlatırken x-T3 kadar yorulmayacak ve kısa sürede en çok tercih edilen kameralaran birisi olacak.

Fujifilm X-T4

YAZILIM (öne çıkanlar) 

  • Videoda 10 kat yavaşlatma seçeceği (240 FPS)
  • F-Log izleme asistanı
  • Yeni film benzetimi modu (Eterna Bleach Bypass)
  • AF hızı 0.02 saniyeden daha düşük
  • Düşük ışıkta artan  AF başarısı
  • HDR modu

Bu yazıklarımdan beni ilgilendirenler 240 FPS ve F-log izlencesi. Ayrıca  jpeg çekenler için birçok yeni ayar eklenmiş. Renk ve tonlar için daha hassas ve ilave seçenekler getirilmiş. RAW çekenler için ise yeni bir sıkıştırılmış format eklenmiş. Sevilen classic negative film benzetimi de X-T4’e eklenmiş.

Fujifilm X-T4

Özetle;

X-T3 tasarımını, LCD nedeniyle X-T4’den daha çok seviyorum. Fakat IBIS daha baskın geliyor. Fotoğraf çekerken alacakaranlıkta, loş ışıkta 1 saniyelik bir enstantane değeriyle çekim yapmak daha avantajlı. Hangi lensimde OIS olup olmadığını düşünmeksizin hareket etmek de özgürlük sağlayacaktır. Özellikle prime lensleri video çekimlerinde kullanmak oldukça keyifliydi. Fotoğrafta sık kullandığım 16-55 lensi, video çekerken de kullanmak çok iyi olacak.  X-T2 ve X-H1 sahibi olup da daha iyi video çekmek için makinalarını güncellemek isteyenler için X-T4 iyi bir seçenek. X-T3 sahipleri ise makinalarını henüz yeni almışlardı. Psikolojik olarak bir eksiklik duygusu yaşayanlar olacaktır. Ama eğer ki OIS’li bir lensiniz varsa ve ara sıra video çekiyorsanız bence bir eksiklik yaşamınıza gerek yok. Çünkü video ve fotoğraf kalitesi aynı. Sadece çekim konforunda değişiklikler var. Bu da sizin tercihinize kalmış.

X-Photographer

Huseyin Taskin (Turkey)

Huseyin Taskin was born in 1979 in Sariz, Kayseri. Graduated from Marmara University Faculty of Communications, Journalism and now studying Photo & Video for masters degree. Still living in Kayseri, he’s an advertising photographer and the head of studio in a company besides being a founder member of Atölye 9 Visual Arts Institution. He has two solo exhibitions named “The Poor Colors of Brown” and “Rural Dreams” and an e-book, “Photo Writings”… For him , photography is just one instrument to question oneself and life.

Gold Mustang

Холодные горы, снег, ветер и небольшой городок Сарыз с населением меньше 10 тысяч человек. Такая она – настоящая, некурортная Турция. В двух часах езды город Кайсери, который в путеводителях прозвали воротами в Каппадокию – регион для настоящих туристических гурманов, с воздушными шарами и марсианским ландшафтом. Хусейн Ташкын родом из этих мест. Могущество пейзажей, окружавших его с самого детства, не могло не отразиться в его творчестве.

Текст: Азиза ДАМИРБЕКОВА фото: Хусейн ТАШКЫН

Героями многих ваших ра- бот стали лошади. Что они значат для вас?

Я чувствую духовную близость к ним. Когда я вижу их бегающи- ми по склонам гор, или спящими на ферме, я особенно ощущаю это. Это что-то вроде глубинного представления о самой жиз-
ни. Каждое животное на Земле по-своему красиво. Но у лоша- дей есть утонченность, которая привлекает людей. Они похожи на существ, которые не принад- лежат этому миру, которые ищут освобождения. Впрочем, я люблю всех животных. Мне, например, нравится наблюдать за сменой настроения у них. Я не считаю, что главные представления о жизни можно получить только благодаря человеку.

У вас очень много пейзаж- ных съемок. Как вы выбира- ете локации?

Обычно я выбираю опреде- ленные окрестности, потому что там я могу найти то, что мне по душе. Я хочу показать в своих фо- тографиях одновременно и спо-

койствие, и порыв. Самое важ- ное – прямой и ровный пейзаж. Именно там у меня получаются атмосферные работы. Также я стараюсь не акцентировать вни- мания на пространстве и време- ни, и предпочитаю беспорядок и даже некий хаос в своих работах.

Что вам важно показать в фотографиях?

Надежду. Я хочу показать, что жизнь, которую ведет каж- дый из нас, не является един- ственной из возможных. Всегда есть другие альтернативы.

Как вы планируете и орга- низуете съемки?

Я предпочитаю быть ближе к тем местам, где хочу снимать. Для этого у меня есть специ- альное туристическое обору- дование. В тех местах, где я собираюсь фотографировать,
я останавливаюсь в палатке,
и сама природа помогает мне душевно настроиться. В такие моменты, благодаря природе и тишине, все мои идеи и чувст- ва приближают меня к самому

себе. Когда я растворяюсь в природе – мои работы становят- ся такими же.

Я предпочитаю использо- вать такие природные образы в фотографиях, как туман, дым, снег и дождь. Я всегда вооду- шевляюсь, если могу поймать те атмосферные явления, которые можно наблюдать только не- сколько дней в году. Я всегда об- ращаю внимание на природную особенность пространства, это играет решающую роль. GM

Fujifilm GFX 50R İzlenimlerim

Bundan yaklaşık 8 ay önce bu makinayı Photokina’da ilk kullananlardan biri olarak deneyimleme şansı edinmiştim. Gerçi bunun adına deneyim demek pek doğru olmaz. Daha çok bir kurcalama olarak adlandırabilirim. Bu kurcalamayı merak edenler aşağıdaki videodan izleyebilirler.

Bu kısa birliktelikten sonra 50R’yi Fujifilm’in lansmanını yaptığı yeni lensiyle bir kez daha deneyimledim.  Onlarca fotoğraf çektim. Zorlu koşullarda kullandım. Makinayı incelemek amacıyla çekim yapmadığım için onun hakkındaki fikirlerim bana daha iyi bir referans oldu. Yani tamamen fotoğraf çekmek için motive olmuştum, makinanın özellikleri, tasarımı ile meşgul değildim. Böylesi bir süreç daha isabetli yorum yapmamı sağlıyor.  Dilerseniz o videoyu da yine aşağıdan izleyebilirsiniz.

Videodan da anlaşılacağı üzere çekim yaptığım yerler ve zamanlar bir ekipman için çok konforlu sayılmaz. Ufak bir buhar banyosuyla makinanın lensi ya da başka aksanları buharlansa çekim sürecim yarıda kalabilirdi. Ya da kar ve yağmur yağışından elektronik aksan zarar görse yine planlarım aksayabilirdi. Neyseki öyle olmuyor. Fujifilm’in kullandığım tüm makinalarında  dış koşullara dayanıklılık özelliği bugüne kadar hep vardı. Aradan geçen 5 yıl içinde sadece bir kez yedek makina olarak arkadaşımın başka marka makinasını Sri Lanka seyahatimde kullanmıştım. Aslında kullanamamıştım. Sri Lanka tropikal bir iklim ve nem oranı bu yüzden çok yüksek. Makina ve objektif ilk gün buharlandı ve son güne kadar öyle kaldı. Belki buharı gidermek için ipuçları vardır. Ama ben o hafta çözemedim bunu. Bu yüzden yeni bir makina alacaksam ilk baktığım kriterlerden biri dış koşullara dayanıklılıktır.

Bu fotoğraf makinası Fujifim tarafından sokak ve doğa çekimlerini orta format konforuyla çekim yapmak isteyen kullanıcılara yönelik çıkartıldı. Fotoğraf makinasının konumlandırılması bu yönde. Çünkü  tasarım dışında GFX 50s ile arasında neredeyse teknolojik bir fark bulunmuyor. İki makina arasında en önemli ve bana göre tek önemli fark tasarım.  O halde biraz tasarımdan bahsedelim.

GFX 50s tasarımda en belirgin özellik daha önce pek görmediğimiz geriye doğru olan çıkıntıydı. Bu çıkıntı bazı kullanıcılar tarafından garipsendiği gibi bazıları tarafından da makul bulunmuştu. Bu çıkıntının teknik sebebi ise sensörün ısınmasını engellemekti. Aynı çıkıntı 50R’de yok. Çıkıntı yok ama biraz enine genişleme var. Boydan kısalan makina enden genişliyor. Aynı zamanda çıkıntı olmadığı için derinlikte azalıyor. Gfx 50s de butonlar yeri daha derli toplu görünüyorken, GFX 50R’de daha serpiştirilmiş duruyor. Rangefinder tasarımın gereği ya da geleneği böyledir belki de .. Bunu tam olarak bilemiyorum. Çünkü rangefinder tasarım tercih eden  biri değilim. Önemli tasarım farklıklarını madde madde yazarsak;

  • GFX50s’de bulunan üst ekran 50R’de yok.
  • GFX50s’de yeterli düzeyde bulunan makina kabzası 50R’de yeterli düzeyde değil
  • GFX 50s’de 3 yönlü açılan arka LCD panel 50R’de iki yönlü açılıyor. Yani sadece aşağı ve yukarı.
  • GFX50’de üstte bulunan ISO kadranı bu makinada yok. Bunun yerine atanarak yine ön veya arka kadrandan yapılabiliyor.
  • GFX50s’de arka tarafında bulunan yön butonları 50R’de yok. Bunun yerine sadece joystik kullanılabiliyor.

 

Bana göre şekli dışında en bariz işlevsel tasarım unsurları bunlar. Benim açımdan bu maddeler içerisinde en önemlisi üst ekranın olmaması ve tutma kabzasının fazla derin olmaması. Bunun dışında olan farklılıklar çekim konforunu etkileyecek düzeyde değil. Üst ekran ise gece çekimlerinde ve alttan yapılan kadrajlarda ayarları kontrol etmek için faydalı. Makina kabzası ise uzun süreli çekimlerde elinizi yorabilecek ve parmaklarınızı rahatsız edebilecek bir tasarıma sahip. Bundan şikayetçi olanlar extra olarak bir grip takarak bu sorunu çözüyor.

Buraya kadar saydıklarım bu makina için kırpılmış ya da eksiltilmiş izlenimi verebilir. Bunun nedeni ise kendi fiyat sınıfında orta format makina olmadığı için kendisinden %25 daha pahalı olan GFX 50s ile karşılaştırıyor olmam.  Sanırım GFX 50R’nin en önemli problemi bu olacaktır. Bulunduğu kulvarda yalnız olması nedeniyle  hep büyük kardeşi ile yarıştırılacaktır.  Bunu şöyle bir örnekle açıklayabilirim. X-T3  ile X-E3 benzer çekim kalitesine sahip olmasına rağmen kendi arasında karşılaştırılmaz pek. Nedeni farklı kulvarlarda ve farklı kullanıcılara yönelik olmasındandır. Birinde bulunan bir özellik diğeri için çok önemli olmayabilir. Kullanıcı açısından en yüksek fiyatlı her zaman en kullanışlı olmayabilir. İşte tam da burada “aynı çekim kalitesini neden %25 daha ucuza almayım ki?” diyen kullanıcılar için yukardaki tasarımsal farklılıklar çok önemli olmayabilir.

50R-Canon

 

GFX 50R ebat olarak ise bazı aynalı  full frame makinalardan küçük bazılarıyla ise benzer boyutlarda.  Ağırlığı ise 775 gram.  Birkaç örnek vermek gerekirse Nikon D5 1415 gr, Canon 1DS 1155 gr ağırlığında.  Aynasız full frame olan Nikon Z7’den 100 gram, Sony A7R3’den ise 120gr daha ağır.  Doğada ve sokakta medium format kalitesinde görseller elde etmek için GFX50R oldukça hafif bir seçenek.

Full frame bir sensörden 1.7 kat daha fazla bir sensör büyüklüğüne sahip orta format makina kullandıktan sonra artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Bu yan etkisi bende hala devam ediyor. Aklınızın karışmasını istemiyorsanız sakın denemeyin :)Başka makinalar ile çektiğim her fotoğrafta acaba bu GFX’de nasıl görünürdü diye sürekli aklımdan geçiyor. Bu kalite eşiğini  sağlayanlar ise kısaca  dinamik aralık, detay ve ISO.  Herhangi bir full frame makina ile elde edilemeyecek büyük sensörün bu avantajlarını full frame boyutlarında ve ağırlığında elde edilebiliyor olmak, fotoğrafçılar için yeni bir küme yaratıyor. Orta formatçılar. Elbette orta format yeni bir şey değil ama aynasız teknolojiyle birlikte küçüldü, hafifledi ve hızlandı.  Eskiden her an her yerde çıkarılıp çekim yapılamayan orta formatlar  artık çıkar ve çek kıvamında. GFX 50R tam olarak burada duruyor aslında.

Bitlis’de çekim yaptığım süre boyunca GFX 50R’yi 100-200 mm ve 23 mm  objektifle kullandım. 100-200 mm’nin lansman çekimini yaptığımız için diğer lensleri pek kullanamadım. Çok az yerde 23 mm’yi denedim. Aşağıda bu çekimlerimden bazı fotoğrafları görebilirsiniz.

 

GFX kullanırken hangi lensleri tercih ediyorum?

Benim için şu anki ideal set 32-64 mm, 63 mm, 110 mm.  Yerel portreler çekerken 63 mm’nin bokehini ve yarattığı atmosferi çok seviyorum. 32-64 ise makinanın üzerinde sürpriz görseller için genişletilmiş bir seçenek olarak sabit duruyor. 110 mm çok az kullanıyor olsam da beauty tarzındaki fotoğrafları bununla çekiyorum.

 

GFX 50R mi? GFX 50S’mi?

Çekim kalitesinde fark yok. Tasarım farkı var. Hangisi sıcak geliyorsa onu tercih edebilirsiniz. Sonucu değil süreci tercih etmiş olacaksınız. Ben profesyonel stüdyo çekimlerimiz için GFX 50s aldım. X-T3’den gelen tasarım alışkanlığı buna en büyük etken. Böyle bir alışkanlığım olmasaydı sanırım GFX 50R bütçe açısından daha uygun gelecekti bana.

 

Full Frame mi,? GFX 50R’mi?

Video önceliğiniz yoksa GFX50R size daha yüksek bir fotoğraf kalitesi sunacaktır. Çünkü GFX 50 serisi video öncelikli bir seri değil. Ben GFX50R tercih ederdim. Çünkü çektiğim fotoğrafları sergilerken ya da satış yaparken bu kaliteye ihtiyaç duyuyorum.  Video için ise X-T3 kullanıyorum.

 

Başlangıç için hangi lensi almalıyım?

Sokak fotoğrafçıları zaten 45 mm’yi seçeceklerdir. Çünkü FF olarak 35 mm’ye denk geliyor. Doğa manzarası çeken biri olsaydım kesinlikle 23 mm yanımda bulundururdum. Doğa ve sokak karışık çekilecekse 32-64 mm tercih edilebilir.

 

Başka bir inceleme yazısında görüşmek üzere..

 

 

 

 

 

Digital SLR Magazine

Fotoğraf serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Fotoğrafçılığa ilk ne zaman bulaştığımı düşündüğümde hafızamı zorlamam gerekiyor. Sakin bir
ilçede sakince yaşayan insanlardık. Ağabeyim 1990 yılında (ben henüz 11 yaşlarındayken) bu
sakinliği bozacak bir hamle yaptı. Bir sabah yaşadığımın evin salonunda daha önce görmediğim bir
takım aletler, ışıklar olduğunu gördüm. Anlaşılan ağabeyim ilçeye fotoğraf stüdyosu kurmak için,
başka bir stüdyocudan flaşlarını ve makinalarını satın alıp eve getirmişti. Benim hikayede ben
farkında olmadan başlamış oldu böylece. O gün eve ne gelirse ben de olacakmışım gibi duruyor 🙂
Kısacası fotoğrafın hayatıma girmesi tercihlerimin değil koşulların bir sonucu.
Tabiki fotoğrafın hayatıma girmesiyle, fotoğrafa başlamış olmuyorum. Fotoğrafa biraz yakın olması
ve biraz da maceracı olması sebebiyle Gazetecilik okudum. Ama gazeteceliğin kafamda
resmettiğim gibi durmadığını anladım. Takım elbiselerle plazalarda çalışamayacağımı
anladığımda gazetecilikten uzaklaşıp fotoğrafı mesleğim haline getirmeye uğraştım. Okuldan sonra
serbest olarak ürün çekimi ve katalog işleriyle uğraştım. Halen meslek olarak mobilya fotoğrafçılığı
yapıyorum. Fotoğrafçılığın mesleğim olması yine de kişisel fotoğrafçılık serüvenimin nasıl
başladığını özetlemiyor.
Kişisel fotoğraf ve meslek olarak yapılan fotoğraf -bana göre- keskin bir şekilde birbirinden
ayrılıyor. Neticede birinde bir siparişi, diğerinden ise kendi duygularınızı fotoğrafa aktarmaya
çalışıyorsunuz. Kişisel fotoğraf serüvenim ise bundan 4-5 yıl öncesine dayanıyor. Yaşadığım
şehirde çok fazla sıkıldığım için, nefes alınabilir yerlerde vakit geçirip oraları fotoğraflamaya ve
bundan da çok güzel bri haz almaya başladım. Zamanla oraları neden sevdiğimi, neden bunu
fotoğrafla aktarmaya çalıştığım üzerine düşünerek bu döngünün içine girmiş oldum.

Kayseri dışına fotoğraf çekimine gidiyor musunuz?
Mekan seçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çekim zamanı için belli bir kriteriniz var mı?
Fotoğraf için özellikle bri şehir tercihim yok. Dünya üzerindeki herhangi bir coğrafya fotoğraflarım
için sahne olabilir. Çünkü ben herhangi bir şehre, ilçeye, dağa, ovaya sahne olarak bakıyor ve onu
nasıl kullanacağımla ilgileniyorum. O şehrin benden önce neleriyle öne çıktığıyla ve nerelerinin
meşhur olduğuyla ilgilenmiyorum. Aksine meşhur yerlerden ve turistik olgulardan uzak durmaya
çalışıyorum.
Yine de özellikle tercih ettiğim mekanlar var. Sultan sazlığı, Hürmetçi Sazlığı, Aladağlar,
Kapadokya bunlardan başlıcaları. Genellikle geniş düzlükleri ve ıssız mekanları tercih ediyorum.
En sevdiğim mekanları soracak olursanız Sultan Sazlığı ve Aladağlar’ı listenin başında sayabilirim.
İç anadolunun ıssız, sakin ve derin duygusunu , kendimle harmanlayarak fotoğraflamaya
çalışıyorum. Burada doğan ve yaşayan biri olarak kendi duygularımı en iyi bu platolarda ortaya
çıkarıyorum.
Fotoğraflarımda sis, duman, toz, kar, yağmur gibi düşsel atmosferleri kullanmayı tercih ediyorum
genelde. Yaşadığım coğrafya ikliminden dolayı toz haricinde diğer atmosferleri bana çok vermiyor.
Ama yine de senenin bazı günlerinde oluşan bu atmosferleri bu mekanlarla birlikte yakaladığımda

yerimde duramıyorum. Sabırsız bir koşturmaya dönüşüyor. Daha önce not aldığım mekanların
zamanı geldiği için hızlıca hepsini çekme iştahıyla bazen elim ayağıma dolaşıyor.
Fotoğraflarımda yerel karakterleri kullanıyorum. Bu da mekan seçiminde belirleyici bir rol
üstleniyor. Örneğin daha önce sırf atmosferinden etkilendiğim için Hollanda’da fotoğraflar
çekmiştim. Zaman doğruydu, mekan doğruydu fakat dram eksikti. Fotoğraflarımdaki dramatik etkiyi
genellikle yerel karakterlerle sağlıyorum. Bu karakterler, çoçukluğumla özdeş ise elim makinaya
gidiyor. Diğer türlü yine çekmiyorum.
Çekim sürecimi özetlemek gerekirse; Öncelikle mekanları kafamda bir yere yazıyorum. Sonra
uygun hava koşullarının gelmesini bekliyorum. Sonra oraya gidip yerel karakterlerin fotoğrafıma
girmesini bekliyorum.
En çok sevdiğim zaman dilimi ise yağmur, öncesi ve sonrası.. Yağmur bulutları psikolojik olarak
beni gerçek dediğimiz yaşamdan soyutluyor.

Bir fotoğraf çekiminin hazırlık aşamasını nasıl yapıyorsunuz. Süreç nasıl işliyor?
Ekipman tercihiniz nasıl?
Yakın yerler haricinde çekim yapacağım yerde konaklamayı tercih ediyorum. Arabamın bagaj
kısmında kamp malzemeleri ve fotoğraf ekipmanlarım sürekli vardır. Bazen ansızın gitme fikri
oluşabiliyor. Malzemeleri tek tek toparlamak zaman kaybı olacağından bu yöntem işlerimi
kolaylaştırıyor. Fotoğrafı çekeceğim mekanlarda ya da ona yakın yerlerde doğada kamp yapmak
beni ruhsal olarak fotoğrafa hazırlıyor. Fotoğraf çekmeden önce ne kadar bana yaklaşırsam
fotoğraflarımla o kadar barışık oluyorum. Kendimi bana yaklaştıran düşünce ve duyguları, doğanın
sesleriyle ya da sessizliğiyle elde ediyorum. Kabul edelim ya da etmeyelim çoğumuz günlük
koşturmacaların içinde kişisel benliğimizi unutabiliyoruz. Mesailer, görevler ve toplumsal normlar
fotoğrafıma sinsin istemiyorum. Zaten bir anlamda bu normların dışına da biraz fotoğrafla
çıkabiliyorum. Ben samimi oldukça fotoğraflarım da samimi oluyor ve birbirimizi destekliyor,
dönüştürüyoruz. Ruhsal olarak hazır değilsem -diğer koşullar uygun olsa bile- motivasyonum
oluşmuyor ve fotoğraflar bana benzemiyor.
Çantamda her zaman iki makina olur. Her kisinde de birbirine denk gelmeyen odaklara sahip
objektifler takılıdır. Çekim esnasında çok hızlı hareket ediyorum. Bazen de çekeceğim konular çok
hızlı hareket ediyor. Her şekilde hıza ihtiyacım var. Hızlı lensler, hızlı makinalar ve hızlı hafıza
kartları benim ekipman takıntılarımın başında geliyor. Şu anda Fujifilm X-T2 kullanıyorum. Birinde
16-55 2.8, diğerinde ise 50-140 2.8 mm lens takılıdır. Bunun dışında nadir olarak 10-24 mm geniş
açı ve 23 mm sabit odaklı lensi kullanıyorum. Yaklaşık 3 yıldır aynasız sistem kullanıyorum. O
kadar alıştım ki aynalı sisteme yabancılık çekiyorum. Gittiğim yerlerde elektrik bazen olmadığı için
yanımda 6 tane yedek pil götürüyorum. 4-5 tane 64 gb UHS-2 destekli hafıza kartımı da sürekli
yanımda bulunduruyorum. Bunların dışında bir ekipman edinirken olmazsa olmaz kriterlerim ise şunlardır.

LCD açılır olmalı
Kaliteli video çekebilmeli
Kontrollerin tamamına yakınını gövdeden yapabilmeliyim.
Doğa koşullarına uygun olmalı. Yağmura, toza ve darbelere dayanıklı olmalı

Kısacası ekipmanlarımda pratikliği ve hızı tercih ediyorum. Bugün aynı sensöre sahip makinaların
genelde birbirine yakın fotoğraf kalitesi verdiğini gözlemliyorum. Çok küçük farklara sahip ISO ve
Dinamik alan değerleri benim için kriter değil.

Fotoğraf eğitimi veriyor musunuz?

Çok sık olmasa da zaman zaman farklı şehirlerde atölyelerim oluyor. Kısa süreli atölyeler
veriyorum. Ama bana kalırsa uzun zamana yayılmış fotoğraf atölyelerinin daha verimli olacağını
düşünüyorum. Ama hem benim açımdan hem de katılanlar açısından böyle bir zaman
yaratabilmek güç. Fotoğrafın derinlerine girince ancak o zaman hassasiyetler görünebiliyor ve
öznellik sağlanabiliyor. Bunun içinde zaman gerekiyor. Kendi atölyelerimde kendi fotoğraflarım
üzerinden bazı temel bilgiler aktarıyorum. Tonlarla ve renklerle çok ilgileniyorum. Genelde de bu
bilgileri paylaşıyorum.

Dijital düzenleme için hangi yazılımı tercih ediyorsunuz?
Fotoğraflarımı bilgisayardan Photoshop’la düzenliyorum. Çoğunlukla da işimi Camera RAW
penceresi üzerinden hallediyorum. Kendime pre-setler hazırlıyorum. Sharpen ve Noise giderme
için Nik Color eklentisini tercih ediyorum. Mobilde ise Lightroom ve Snapseed haricinde program
kullanmıyorum. Özellikle Lightroom’u mobilde çok pratik ve başarılı buluyorum.

Sosyal medya işinizi nasıl etkiledi? (siz de ne gibi etkisi oldu)
İşimi olumlu ya da olumsuz etkiledi diyemeyeceğim. Çünkü sosyal medyayı iş amaçlı
kullanmıyorum. Ama sosyal medya sayesinde bazı işler yapıyorum. Arada gelen işlerden
kazandığım parayı yine fotoğrafla ilgili oluşan masraflarıma harcıyorum. Ben bir fotoğrafçı olarak
Instagram’ı kullanıyorum. Haliyle de bana gelen işler fotoğrafik işler oluyor. Bazı markaların
fotoğraf ve video projelerini yapıyorum. İş olarak düşünseydim şayet bunun etkisinin olumlu
olacağı muhakkak.
Sosyal medya sayesinde tanınırlık olarak çok geniş bir kitle tarafından biliniyorum. Sosyal medya
hayatımıza girmeden önce tanınmanız için birinin size mikrofonu uzatması gerekiyordu. Ama artık
herkesin kendi mikrofonu var. Bu sayede fotoğraf camiası artık mecralar tarafından yönetilemiyor.
İsteyen herkes işlerini paylaşabiliyor. Bu yönden baktığımızda sanılanın aksine daha bağımsız ve
daha sahici olduğunu söyleyebilirim. Eskinden olsa adını duyamayacağım yetenekli fotoğrafçıları
Instagram sayesinde biliyor ve takip ediyorum.

Gelecek için projeleriniz neler?
Fotoğrafa biraz daha az zaman ayırıp biraz nefes almak istiyorum. Sürekli fotoğraf çekiyor olmak,
gözlem yapmayı engelliyor. Bazı zamanlar molalar verip tekrar dönmenin kendim için daha sağlıklı
olacağını düşünüyorum. Son zamanlarda video çekmek beni heyecanlandırıyor. Film
endüstrisinde kullanılan teknolojilerin, amatör ölçekte geliştirilmiş cihazları bu fikrimin oluşmasına
katkı sağladı. Örneğin 4K kalitesinde makinalar, titreşim önleme cihazları, mikrofonlar günümüzde
mobil ve bağımsız olarak projeler yapmak için hem fiyat olarak hem de ebat olarak uygun hale
geldi.

İstandist Magazine

İstanbul & Istanbul Dergisi
Fotoğraf Ustaları: Hüseyin Taşkın
Röportaj: Didem TOPAL

 

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?

1979 Kayseri- Sarız doğumluyum. İlköğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise Marmara
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tamamladım. Bir süre İstanbul’da çalıştıktan ve orada
yapamayacağımı anladıktan sonra Kayseri’de yaşamaya başladım. Şu anda özel bir sektörde
reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Elbette kendimden bahsetmeye bu sözlerle başlamış
olursam tam anlamıyla kendimden bahsetmiş olmam 🙂 Bunlar benim yaptığım şeyler. Beni
yapan şeyler ise aslında yapamadığım, beceremediğim şeyler. Örneğin yaşamayı
beceremiyorum. Çıkış yolları arıyorum. Bu dünyaya her ne için gelmişsem henüz onu
yapmamışım gibi bir his var içimde. Bütün yaptığım ettiğim şeyler ise o boşluğu doldurmadığı
gibi her yeni deneyim daha fazla bir boşluk yaratıyor. Kısacası ben de henüz kendimi
yakından tanımaya çalışıyorum.

Sizin fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı?

Küçük yaşlarda başladı. Ama bu hikaye benim değil ağabeyimindi. Ben sadece dahil oldum.
Ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapmaya başlayınca, önce bu hikayenin çırağı, çok
sonra da hikayeyi sahiplenip, kahramanı oldum. Erken yaşlarda bana bulaşan görsel takıntı,
çok zaman sonra bir ifade biçimine dönüştü. Benim fotoğrafa asıl başladığım zaman; fotoğraf
çektiğim ilk anlara değil , fotoğrafla ilgili düşünmeye ve yazmaya başladığım zamanlara denk
gelir. Çünkü ancak ondan sonra çektiğim fotoğrafların içine kendimi ve yorumlarımı
koyabildim.

Her fotoğrafçının bir tarzı olduğu aşikar. Sizin fotoğraflarınızı Hüseyin Taşkın fotoğrafı
yapan şeyler nelerdir?
Fotoğraflarımı arka tarafından görüyorum. Aslında bu soruya fotoğrafın önünü gören
izleyicilerin yanıt vermesi daha iyi olurdu. Bir izleyicinin fotoğrafıma bakarken neden
ağladığını, aynı fotoğrafa bakan başka birinin ise neden umutla dolduğunu, ancak onların iç
dünyasıyla açıklayabiliriz. İnsan bir şeye bakarken sadece gözleriyle değil geçmişiyle birlikte
bakıyor. O fotoğrafa asıl anlamını yükleyen şeyin, fotoğrafın kompozisyonu, ışığı ya da
dramatik etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bir fotoğrafın anlamı çoğunlukla geçmişimizle
şekilleniyor.

Fotoğraflarımı çekerken bu fotoğraf, Hüseyin Taşkın fotoğrafı kriterlerine uygundur, değildir
diye bir yaklaşım sergilemiyorum. Ama sonuçta ortaya birbirine benzeyen yaklaşımlar
çıkıyor. Benzer renkler, benzer nesneler, benzer tercihler… Bunları biraz olsun cümleye
dökebildiğimde ise şu tespitleri yapabilirim. Genellikle yerel unsurları, düşsel bir atmosfere
taşımaya çalışıyorum. Onu kendi dünyasından koparıp, iç dünyama ve haliyle başkalarının iç
dünyasına taşıyorum. Bunu yaparken bazı tonları, bazı atmosferleri ve belirli yüzleri tercih
ediyorum. Bugün baktığınız fotoğrafların tamamı bu tercihlerin sonucudur.

İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken,
kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikaye olarak neler arıyorsunuz?
Önceleri sarı renklerin peşinde koşardım. Beni çok heyecanlandırırdı. Bendeki coşkuya denk
gelirdi. Fotoğraflarımın arka planı hep sarının tonlarından oluşuyordu. Ön planda ise genelde
kırsalın çocukları ve hayvanları vardı. Onların oyunu, bakışı ya da gündelik hayatları benim
fotoğraflarımın çatısını oluşturuyordu. Aslında renkler dışında bugün de benzer bir eğilimim
var. Renklerim ise daha mat ve derin bir hale geldi. Sarı-turuncu gibi pozitif renklerin
duyguları ezmesinden endişe ediyorum artık. Elbette kendime bir yasak koymadım bununla
ilgili ama tercih hakkımı genelde “gri” den yana kullanıyorum. Özel hikayeler aramıyorum.
Rutin ve sıradan anları tercih ediyorum.

Fotoğraf çekerken en çok neye dikkat ediyorsunuz? Düşündüğünüz kareleri yakalamak için
neler yapıyorsunuz?
Doğru zamanda doğru yerde olmaya özen gösteriyorum. Çoğu zaman bunu şans olarak
açıklarız. Ama bana kalırsa bu bir yorumdur. Eğer doğru zamanda doğru yerde olmayı
başarabilirsem fotoğrafım büyük oranda bitmiş oluyor. Geriye sadece küçük teknik detaylar
kalıyor.
Fotoğraf çektikten sonra onları gözden geçirirken de çok şey öğreniyorum. Bazı
fotoğraflarıma uzun uzun bakıyor ve inceliyorum. Bu sayede bir sonraki çekimimde hangi
anların üzerinde yoğunlaşmam ya da vazgeçmem gerektiği konusunda hız kazanıyorum.
Ekipmanlarımın hızlı ve taşınabilir olmasına özen gösteriyorum. Birçok konuda düzensiz
sayılırım ama fotoğraf çantamı düzenli tutarım.

Türkiye’de fotoğrafçılığın gelişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bazen bir sokağın başında oturur önümden gelip geçen insanlara bakarım. Ucuz bir
marketten haftalık alışverişini yapmış eli poşetli kadının nerelerde oyuncu olmaktan
vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Köşebaşında yolcuyu kapma telaşındaki taksicinin yönetmen
olma isteğinden ne zaman vazgeçtiği konusunda tahminler yürütürüm. Kahvede bulmaca
çözen gencin neden yazar olmaktan vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Diğerinin neden bilim
insanı olmaktan, bir öbürünün senarist, bir başkasının tiyatrocu olmaktan neden vazgeçtiğini
anlarım aslında. Bütün bu saydığım hayaller sabır ister, bu sabrı geçindirecek düzenli bir gelir
ve en önemlisi de sizi bu yönde destekleyecek bir aile, bir çevre ister. Herkes hayallerinin
peşinden koşacak kadar cesaretli olmayı henüz öğrenmemiş olabilir. Çünkü korkunun içine
doğan insanların cesareti kavraması bile uzun zaman alır. Her ne kadar bu saydığım hayaller
kişisel bir serüven gibi görünse de kollektif bir duruşun sonuçlarıdır. Ülkemiz vazgeçen
insanlarla doludur. Ama biz onlara yeteneksiz olarak bakmayı tercih ederiz.

Dijital fotoğrafçılığın gelişmesiyle beraber fotoğraf çekmek kolay bir hale geldi. Instagram
kullanımının yaygınlaşmasıyla da birçok yeni sanatçımız oldu. Siz bu gelişmeleri nasıl
yorumluyorsunuz?
İnsanların bir araya gelmesine olanak sağlayan bir çok platform var. Instagram’da aslında
bunlardan sadece biri. Onu öne çıkaran şey, orayı kullananların sayısı ile açıklanabilir. Belki
çok daha iyi yazılımlara sahip uygulamalar vardır ama kimse tercih etmediği için yeterince
farkında değilizdir. İnsanların bir araya geldiği, kendini özgürce ifade edebildiği, kimsenin
tekelinde ve güdümünde olmayan mecralar daha çok tercih ediliyor. Önceden birinin size
mikrofon tutması gerekiyordu. Artık herkesin kendi mikrofonu ve kendi prensipleri var. Kendi
sesini duyurmak için bir başkasına ve bir başkasının kurallarına ihtiyacı yok. Eğer
Instagram’da gün gelir “buralar benim ve benim istediğim gibi yapın” derse, insanlar
kendisine başka mecralar yaratacaktır. İnsanlar artık bir bankaya ihtiyaç duymadan para
gönderip, alabiliyor. Yine bir bankaya ihtiyaç duymadan para basabiliyor. Sanırım yakın
gelecekte birçok şey devletlerin, medyaların ve kurumların kontrolünden çıkacak. Bireyler
kendi değerlerini inşa edecek. Yine de bütün bunların insanları özgürleştirdiğini söylemek
güç. Bir haliyle kapitalizmin bireyi öne çıkaran başka bir versiyonunu yaşayacağız. Başka bir
ifadeyle özgürleştiğimizi zannederken, özürlüğün içini boşaltıyor olabiliriz.
Ben de Instagram sayesinde bir çok nitelikli fotoğrafçıyı keşfettim. Sadece televizyon izlenilen
zamanlarda yaşasaydım konuk edilen, söyleşi yapılan birkaç fotoğrafçı haricinde belki de
kimseden haberim olmayacaktı.
Fotoğrafın ve videonun tılsımlı dünyası teknoloji ile birlikte biraz harcıalem oldu. Bazen bu
duruma tepkisel yaklaşabiliyoruz. Kolaylaşan her şeyin, masumiyetini yitirdiğine
inanabiliyoruz. TRT zamanlarındaki gibi bir filmi sadece haftada bir gün ağlaya ağlaya
izlediğimiz, bir müziği 60’lık bir kasedin içinde defalarca kederlenerek dinlediğimiz ve
fotoğrafa 36 kareden oluşan bir Kodak albümüne iç çekerek baktığımız günlerde de hayat
yeterince masum değildi. Biz sadece o kadarını görebiliyorduk.

Fotoğraf çekimleriniz esnasında başınızdan geçen bir anınızı İsytanbul&Istanbul dergisi
okuyucularıyla paylaşmak ister misiniz?
Hangi anım ilginçti diye uzun uzun düşündüm. Ancak bulamadım. Fotoğrafa yeni başladığım
dönemlerde böyle bir soru gelseydi muhtemelen hafıza kartı olmadan çekimlere gittiğimi,
gece geç saatlerde araçla çamura saplandığımı, birçok kuytu yolda tedirgin kayboluşlarımı,
utanç verici kovulmalarımı anlatabilirdim. Ancak bunlar sıradanlaşınca bunları bastıracak bir
ilginçlik şu anda aklıma gelmedi. Okuyucuları da sıkmak istemem 🙂

Fotoğraf ne kadar doğruları (gerçeği) gösterir yansıtır?
Bilmem. Milyarlarca yıldız içinde, on milyarlarca gezegenden biriyiz. Bir gezegen içindeki
minicik bir alet gerçeği ne kadar gösterebilirse o kadar gösterir.
Bence fotoğrafa böyle bir misyon yüklemek onu elimizde ağırlaştırır. Herşeyi bir arada
göremediğimizde, kesitlerden sonuca ulaşıp sadece varsayımlarda bulunabiliriz. Fotoğraf
kesittir. O kesit bir gerçeği mi vurguluyor? Yoksa başka bir gerçeği mi gizliyor? Bunu sıradan
izleyiciler olarak bilemeyiz.Ben fotoğrafa daha rahat bir açıdan bakıyorum. Fotoğrafın bir yorum aleti olduğunu
varsayıyorum. Herkes yaşama kendi doğrusunu sunabilir.
Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı?
Bu dönem fotoğraf çekmeye daha az zaman ayırıyorum. Söyleşi ve çeşitli fotoğraf
buluşmalarına katılıyorum. Fotoğrafla ilgili projelerim yok. Hiç bir zaman da olmadı. Sanki
gün gelip sıkılıp, başka şeyler yapacakmışım gibi geliyor bana.

Fuji Passion Magazine

 

Özgeçmişiniz anlatır mısınız? (Hüseyin Taşkın, could you please give us a brief introduction about yourself?)

 

1979 Kayseri /Turkey doğumluyum. Kayseri’de yaşıyorum. Marmara İletişim fakültesi Gazetecilik bölümü mezunuyum. Şu an reklam fotoğrafçılığı yapıyorum.

I was born in Kayseri, Turkey and I live in Kayseri. I am graduated from Marmara University Journalism Department of Communication Faculty, İstanbul. Now  I do commercial photography.

 

 

Fotoğrafçılığa nasıl başladınız ve erken dönemde etkilendiğiniz kişiler kimdi?  (How did you get into photography, who were your early influences?)

 

Fotoğrafçılığa erken yaşlarda başladım. Hemen hemen herşeyden ve herkesten etkilenerek yaşıyoruz. Dolayısıyla yaşadığım herşeyden fotoğraflarıma yansıyan birşeyler mutlaka vardır. Özellikle etkilendiğim isimler olmadı.

I started photography in early ages. We live almost influenced by everything and everyone. Therefore,  there should be something reflected to my photography from all my life time experience. There is no name that I had  especially been impressed.

 

Fotoğrafçılığı kendiniz  mi öğrendiniz yoksa bu konuda eğitim aldınız mı? (Are you self taught or have you studied photography?)

 

Üniversite yıllarında Gazetecilikten dolayı kısa sayılabilecek fotoğraf eğitimim oldu. Sonrasında da fotoğraf toplulukları aracılığı ile üzerine ekledim. Son 3-4 yıldır ise bireysel  olarak yol alıyorum.

During my education in college, because of attending  journalism, I had a short period of lessons about photography. Than by photography communities I added more datas to my knowledge. I have been going my way by myself for 3-4 years.

Fotoğraf kariyeriniz boyunca yapmış olmayı istediğiniz bir şey var mı? (Is there anything you would have done differently during your photographic career?)

Bir gün bırakmayı ya da uzun bir ara vermeyi istiyorum . Hayata fotoğrafsız da bakabilmenin hayalini yaşıyorum. Çünkü erken yaşlardan itibaren hayatı, fotoğraf filtresinden geçirerek tarıyorum. Bu da çoğu zaman doğal gözlem yapmamı engelliyor.  Daha iyi gözlem yapmaya ve farklı hayat deneyimlerine daha çok ihtiyaç duyuyorum.

One day I want to quit or give a long break. I dream of looking into life without photography. Because since early ages I have been scanning life with the strainer of photography filters. This mostly hinders me to make naturel observation. Sometimes I feel that I need to make better observation and experience different life styles by my bare eyes.

Landscapeden hayvan fotoğraflarına, belgeselden reklam fotoğrafçılığına… Tüm bu farklı alanları harmanlamayı ve hepsinin üstünden gelmeyi  nasıl beceriyorsunuz? (From landscapes to animal life, documentary and commercial photography. How do you manage to switch between all these different areas and master them all?)

 

Temel olarak aslında iki farklı durum var. Profesyonel fotoğrafçılıkta yeteneğimi, sanatsal fotoğrafta ise duygularımı kullanıyorum.. Bu yüzden ikisi birbirine çok karışmıyor. Diğer taraftan fotoğrafçılığın türlere ayrılması fikrini hiç benimseyemedim. Manzara, makro , portre vs olarak..  Duygularımın karşılığını bana bir kelebek de verebilir, sıra sıra dizilmiş dağlar da. Bir insan yüzünü ya da bir kuşu çekerek duygularımı anlatabilirim. Belki de  fotoğrafı kategorilere ayırmadığım için bunların hepsini birarada yaparken zorlanmıyorum.

Basicly there is two different situations; In professional photography my ability and in artistic photography my feelings are what I use. So that I can do them seperately. In the other hand I had never adopted the idea of being different kinds of photography. Landscape, macro, portrait exc… I can find my feelings by a buterfly or range of mountains. I can express my feelings with taking a face or a bird photograph. Maybe because of not to separate photography into categories, I do not slog on  that.

Hayvanların, özellikle atların yaşamını muhteşem bir şekilde fotoğraflıyorsunuz.  Bu seriye nasıl başladınız? Bunun ilhamı nereden geldi?  (You capture breathtaking images of animal life, mostly horses. How did you start that series? Where the inspiration came from?

 

Bütün fotoğraflarımın ana teması en basit haliyle “doğaya davet” dir.  Bu daveti en iyi yapan hayvanın atlar olduğunu düşünüyorum. Atları kendi filmimin baş aktörleri gibi görüyorum. Hem coşkulu hem de dingin anlarını tek bir karede çekmeye çalışıyorum.  Bu iki duygu; bana göre, insanın en çok özlem duyduklarıdır. Dingin bir yaşam olmalı ama kalbimiz de daha tempolu atmalı.

Simply the main idea of my whole photography is ‘Invitation to nature’. I think this best invitation can be done by horses. I see horses top players of my own story. I try to take their enthusiastic and still moments in one shot. I guess these two feelings are what human being is missing at most.  While living such a still life, having much more rhythmic throb.

İşinizi yürütürken(odaklanırken), hangi software/makineyi kullanıyorsunuz? (What software / camera gear do you use to keep focused on your work?)

 

iki adet  Fujifilm X-T1 body kullanıyorum.. Birinde 16-55 2.8 diğerinde ise 50-140 mm 2.8 takılı. En çok bu iki lensi kullanıyorum. Bunların dışında çantamda 23 mm 1.4 ve 10-24 mm lens var.  Program olarak Photoshop CC2015 ve çok sık olmasa da Nik Color Efex Pro kullanıyorum. Mobil olarak da Snapseed ve Lightroom tercih ediyorum.

I use two Fujifilm X-T1 body at the same time, that one has 16-55mm 2.8 and the other 50-140 mm 2.8 on it. In general I use these two lences. Apart from these I have 23 mm 1ç4 and 10-24 mm lences in my bag. As software I use CC2015  and rarely NİK Color Effects Pro and for mobile phones I prefer Snapseed and Lightroom.

Okuyuculara kısaca fotoğrafik iş akışınızı açıklar misiniz? (Can you briefly describe for the readers your photographic workflow?)

 

Benim fotoğraflar için atmosfer çok önemli. Karasal bir iklimde yaşadığım için bu daha önemli hale geliyor. Çünkü genelde yumuşak hava katmanlarına ihtiyacım oluyor. Sis, toz, pus gibi.. Obje ile arka planın bu katmanlarla ayrılması gerekiyor. Bu yüzden çekim yapmak istediğim alanlara çok fazla gidiyorum. Çoğu zaman tek bir kare bile çekemeden dönüyorum. Sürekli olarak hava duırumunu takip ediyorum.  Işık, katman ve konuyu sadece ender zamanlarda bir araya getirebiliyorum. Her iki makinayı da aynı anda kullanıyorum. Manuel modda ve tercihen daha koyu çekiyorum. Çünkü kullandığım makina siyah alanların kurtarılmasında daha başarılı. Çekimlerimi RAW yaptığım için shadowları daha sonra açıyorum.

Athmosphere is very important for my photographs, but if you live in a terrestrial climate that  makes it much more important. Because in general I need soft air layers like fog, dust, haze. The object must be seperate from the background. That is why I go to the areas where I want to take my photographs so frequently but mostly I come back without taking any. I always have to follow the weathet forecast. I rarely can gather light, layers and the subject. I carry my both two cameras while I am in place, I use manuel mode and I always try to study on subjects because the camera I use is very succesful in saving dark areas. RAW format helps me to lighten the dark areas after. Çekim esnasında çok hızlı olmak gerekiyor. Konu kaçırmamak için “CL” modunu kullanıyorum. Ayrıca netleme tercihleri olarak “bölgesel”  tercih ediyorum. Bir çalışmada ortalama 200-500 adet fotoğraf çekiyorum.Camera RAW’da açık ve koyu dengesini yapıyorum. Photoshopta ise başlıca kullandığım renk araçları; Curves, Camera RAW filter ve  Lighting Effect.While taking photo, speed is important. So not to miss any subject, I use ‘’CL’’ mode. Also as focus preferences I prefer ‘’Local’’ mode. In one study my shot average is 200-500. In camera RAW I do the lighten and darken balance.The tools  that I prefer in Photoshop are Curves, Camera RAW filter and Lighting effect.

Herşeyin karşılandığı iki haftalık bir gezi umalım. Nereyi fotoğraflamak için gitmek istersiniz ve ne fotoğraflarsınız? (Let’s suppose two weeks with absolutely everything paid. Where would you travel to photograph? And what? )

 

Kanada’ya gitmek isterdim.. Nüfus yoğunluğunun oldukça az olduğu  büyük bir ülkenin kasabaları ve köylerini keşfetmek heyecan verici.  Issız ve soğuk arazisi ise benim için bulunmaz bir fotoğraf mekanı olurdu.  Fırtına, soğuk ve sert yağış gibi pek tercih edilmeyen hava olaylarından umuda dair duygular oluşturmak hoşuma gidiyor.

I wish I go to Kanada. It is exciting to discover towns and villages of a huge country where the population is quiet low. Unemployed and cold land of Kanada would be a great place for my photography.  Weather forecasts like storm, cold and hard rain which are not commanly preferable is what I like to create feelings of hope from.

 

Akşam Gazetesi

MEHMET EMİN DEMİREZEN

emin.demirezen@aksam.com.tr

Çektiği fotoğraflarla sosyal medyada Anadolu’yu adeta bir masal diyarına dönüştüren fotoğrafçı Hüseyin Taşkın’la fotoğraf yolcuğuna dair sohbet ettik.  Yazının asıl kaynaktaki linki 

Seni biraz tanıyabilir miyiz? Nasıl başladın bu fotoğrafçılık sevdasına?

Kayseri’nin çok bilinmeyen, uzak bir ilçesi olan Sarız ilçesinde doğdum. Küçükken bana fotoğraf nasıl bir şey diye sorsaydın; insanın sadece kafasını göğsünden yukarı çekiyorsak “vesikalık”, ayakta çekiyorsak da “boy fotoğrafıdır” derdim. Çünkü fotoğrafla ilk temasım abimin ilçedeki stüdyosunda başladı. Köyden gelenler bazen evlenmek, bazen boşanmak ya da askere gitmek için fotoğraf çektirmeye gelirlerdi. Onların vesikalık fotoğraflarını çektiğimizde fotoğrafı ben o zannederdim. Bazen de yaklaşmakta olan ölümünü hisseden yaşlıların, çocuklarından gizli stüdyoya gelip, “ölürsem onlara hatırsa kalsın” dediği şey zannederdim. Daha sonra İstanbul’a okumaya geldim ve kendimi bir anda fotoğrafçı olarak buldum.

Kayseri doğumlusun ve İstanbul’da okudun. Genellikle insanlar bu büyük şehirde kalmak gibi bir düşünceye kapılıyorlar. Sen ise kendi memleketinde mesleğini sürdürüyorsun hem de sosyal medyada şehrinin tanıtımını yapıyorsun… 

Farklı illerde yaptığım söyleşilerde ya da sosyal medyadaki fotoğraflarımın altında bazen şu şekilde temennilere rastlarım; “Hüseyin Bey umarım İstanbul’a gittiğinin haberini alırız bir gün”. Sanki diğer illerin görevi, İstanbul’a insan hazırlamak. Belki eski Türk filmlerinden kalma bir bakış açısı bu. Medyanın sadece İstanbul’da olduğu dönemlerde; şöhret olmak isteyenlerin, köşeyi hızlıca dönmek isteyenlerin ya da daha masum bir gerekçeyle sesini daha çok insana duyurmak isteyenlerin neden oraya gitmek istediğini biraz anlayabilirim. Ancak artık medya her yerde.

İNSAN FOTOĞRAF ÇEKERKEN GEÇMİŞİNDEN BESLENİR

Daha çok hangi tarz fotoğraflar çekmeyi seviyorsun?

Düşsel fotoğraflar izlemeyi de çekmeyi de çok severim. Tabi bunu her fotoğrafımda yansıttığım söylenemez. Çünkü düşsel atmosfer için doğa koşullarının da sizin tarafınızda olması gerekiyor. Bozkırda ise bu daha zor. Bu bazen yiyecek arayan bir köpek, köye dönen motosikletli bir insan ya da toprağı eşeleyen bir at da olabiliyor.

Anadolu’da fotoğraf çekmek nasıl bir his, seni nasıl besliyor Anadolu?

İnsan fotoğraf çekerken geçmişinden beslenir. Fotoğrafı yapan şey geçmişindeki hayalleri, hayal kırıklıkları, kavgaları ve dile gelmeyen bin bir türlü ruh halidir. Benim de referansım geçmişim. Bu geçmişi de Anadolu’da ve İstanbul’da yaşadım. Bunların bir sentezi fotoğraflarıma yansıyor. Anadolu’ya bu yüzden dışardan bir göz gibi bakmam mümkün değil. Hani belgesellerde de sıkça duyduğumuz bazı cümleler vardır: Anadolu’nun sıcaklığı, Anadolu’nun samimiyeti ve Anadolu’nun buram buram bilmem nesi diye… Anadolu’nun samimiyeti cümlesindeki samimiyetsizliği sevmiyorum. Vıcık vıcık ve gerçeklikten uzak bu tasvirler nedeniyle Anadolu hep İstanbul’un penceresinden gösterilen bir medya malzemesi oldu. Halbuki bütün bunlar Anadolu’nun derinliğini, bilgeliğini ya da başka bir açıdan ikiyüzlülüğünü ve günahlarını görmemizi engelliyor. Fotoğrafımda yer alan unsurlar nedeniyle bazen benim de Anadolu’yu anlattığım düşünülür. Hayır, ben fotoğraflarımda bir coğrafya vurgusu yapmıyorum. Ben sıkışan öz benliğimiz için bir öneride bulunmaya çalışıyorum.

Erciyes, yılkı atları ve insanlar… Fotoğraflarında Anadolu’nun ve Kayseri’nin hiç görmediğimiz bir tarafını paylaşıyorsun. İnsanlardan nasıl tepkiler alıyorsun?

“Burası Kayseri’mi?” diye şaşkınlıklara da rastlarım. “Bu fotoğrafa bakarken neden ağladım” diye sorana da. Hatta “hayat fotoğraflarınızda gösterdiğiniz gibi değil” diyene de…

FOTOĞRAF KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK HİZMETKÂRI

Seni en çok mutlu eden fotoğraf  kareleri hangileri ve neden?

Koyu bulutlar arasından sızan ışıklarda çektiğim fotoğrafları çok severim. Bana umut veriyor.

Son zamanlarda fotoğraf çekimi için birçok kişi bir araya gelip etkinlikler düzenliyor. Sence Kayseri fotoğraf için neden önemli? 

Bir şeyin etkinlik düzeyini arttırdığınızda nitelik de aynı oranda artmıyor. Hatta çoğu zaman tersi yönde bir etki yapabiliyor.  Çünkü fotoğrafçının insiyatifleri  ve doğaçlama kabiliyeti tam olarak yansımıyor. Kayseri’ye ya da  başka şehre gidilecekse en fazla  birkaç kişilik bir grupla hareket  edilmesinde fayda var.

Sence teknolojiyle birlikte fotoğraf başka bir şekle büründü mü?

Kapitalizmin en büyük hizmetkârlarından biridir fotoğraf. O nasıl  isterse oraya evrilir.

Mai Dergi

 

Yazının asıl kaynağındaki linki

Hüseyin Taşkın ile Keyifli Bir Sohbet

‘’Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla özellikle o insanlara ulaştığımı farkettim. Onlara ve kendime bir öneride bulunuyorum: Boşver, korkma, diyorum. Duygularınla yaşa diyorum.”
Hüseyin Taşkın

Kendisini tesadüfen İnstagram’da fotoğraflarına bakarken bulduğum, bir iki fotoğrafa bakarken, dur ya biraz daha aşağı ineyim, yok artık, vay be, çok güzel, diye iç geçirerek baktığım fotoğrafların mimarını tanımak istedim ve açıkçası herkes tanımalı, diye düşündüm. Çünkü ülke koşullarında sanata olan tutum belli. Birileri bir yerlerde güzel bir şeyler yapıyorsa bunu herkes bilmeli, konuşmalı. Gurur duymalıyız, diye düşünüyorum.

Kendine özgü, farklı duyguları bir araya toplayarak mükemmel fotoğraflar çeken sevgili Hüseyin Taşkın; alçakgönüllü oluşunuz ve harika sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

1-Türkiye’nin ortalamasının çok yukarısında inanılmaz kendine özgü ve canlı bir ritme sahip fotoğraflar çeken sanatçıyı öncelikle tanımak isteriz. Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Hüseyin Taşkın olmaya çalışan biriyim. Onun isteklerini yerine getirmeye çalışan bir görevli gibi hissediyorum kendimi bazen. Çünkü bir şekilde gerçek benliğimi tam anlamıyla yaşayamadığımı fark ediyorum. Bu sorulara bile hangimizin cevap verdiğinden emin değilim. Bir yazan bir de silen tarafım var.  Eskinden daha cesur biriydim. İsteklerim için ne pahasına olursa olsun mücadele eden, gözü kara ve heyecanlı biriydim.  Ritmim ve hayal gücüm çok yüksekti. Haliyle bu kadar heyecanlı bir yaşamın yıkımları da daha fazla ve derinden oluyordu. Sanırım ben oralarda kendimle bir takas yaptım. Heyecanın yerine sakinliği, yıkımların yerine de sorunsuzluğu aldım. Çünkü mücadele etmekten de, yıkılmaktan da bıkmıştım. İşte oralarda Hüseyin Taşkın’ı da yavaş yavaş susturmaya başladım. “O” bir şey istedikçe “ben” bahaneler buldum. Giderek buram buram toplum kokan bir sıradanlığa hapsoldum. Formül basit: Sana zarar verecek her şeyi tehlike olarak tanımla ve onlardan uzak dur. Fakat yanıldım. İstemediğim şeyleri yapmayınca, istediğim şeyler olacak sandım. Şimdi diğerini özlüyor ve ona ulaşmaya çalışıyorum. Bazen dalıyorum, bazen fotoğraf çekiyorum.

2- ”Fotoğraf makinesiyle elde edilmiş görüntüyü, ışığa duyarlıklı cam, kâğıt gibi bir yüzey üzerine özel araçla geçirme, saptama yöntemi. Bu biçimde saptanan, çoğaltılan görüntü, resim.” Google, “fotoğraf” kelimesini bu şekilde tanımlıyor. Siz nasıl tanımlarsınız?
Bana göre doğru bir tanımdır. Kullandığımız ya da icat edilen her alet teknik bir obje ya da kullanılan bir eşyadır. Ona anlam yükleyen ise bizleriz. Haliyle herkesin serüveni ve kaygısı farklı. Sanırım bu sorunun cevabını ilk sorunuzda verdim. Fotoğraf kendimle yaptığım kavganın bir enstrümanıdır.

3-Fotoğraf kulübü ve fotoğraf topluluklarında başkanlık ve fotoğraf eğitmenliği yaptığınızı okumuştum. Onlara fotoğraf hakkında ilk olarak ne öğretiyorsunuz. Bir başkasına yaptığınız mesleği öğretmek nasıl bir duygu?
Uzun zamandır derneklerde aktif değilim. Bu eğitimler genel olarak başlangıç seviyesine hitap eden bilgilerden oluşuyordu. İnternetin ve bilginin henüz bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde iyi bir sinerji oluşuyordu. Günümüzde ise, teknik her  bilgi Youtube’da ya da benzer sitelerde var. Ben şimdilerde kısa zamanlı atölyeler düzenliyorum. Fotoğraflarımı nasıl çektiğimi merak eden insanlarla bazen bir araya gelip onlara kendi deneyimlerimi aktarıyorum.

4-Ne kadar özgün olduğunuzu çektiğiniz fotoğraflardan biz görüyoruz. Fakat sizin için Sizi diğer sanatçılardan farklı kılan, başarımın nedeni budur dediğiniz şey var mıdır? Ya da farklı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Başarı, toplumun insanı değerlendirme yöntemidir. Kendinize başarılı ya da başarısız dediğinizde bu tuzağa düşmüş oluyorsunuz. Başarılıyım ya da başarısızım demek, aynı zamanda bir yarışın içinde olduğunuzu da kabul etmeniz anlamına gelir. Ben kendime uzun süredir bu gözlükle bakmıyorum. Okul yıllarımda ben de bu girdabın içindeydim. Başarısız olma korkusu yüzünden hep garanti yolculukları tercih ettim. Özgünlük ise kendi yolunu belirlemektir. Ben kendi yolumda kendi duygularımla yorumlar yapıyorum. Bir mekanın rengini almak yerine, o mekana rengimi katmak istiyorum. Dünyada bir renk olmak istiyorum. Herkes farklı doğar ama çoğu aynı olmayı tercih eder. Ben olmak istemiyorum. Neysem o olmak istiyorum.

5-Fotoğraftaki stilinizi nasıl tanımlıyorsunuz ve çalışmalarınızla vermek istediğiniz  bir mesaj var mı? Nedir?
Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla özellikle o insanlara ulaştığımı fark ettim. Onlara ve kendime bir öneride bulunuyorum: Boşver, korkma, diyorum.  Duygularınla yaşa, diyorum. Kışın para biriktir, yazın tatile git demiyorum. Gördüğün ve dokunduğun her şeyi hisset, diyorum.  Dünyayı gez dolaş, demiyorum. Hayal et, diyorum. Uzaklarda, demiyorum. Yakınlarda, diyorum.  Fotoğraflarına bakıp da ağladım, diyen çok insanla karşılaştım. Hiçbirine neden ağladın, diye sormadım ama nedenini az çok tahmin ediyordum. Kendilerini özlemişlerdi…

Dedim ya kendi rengimi vermek isterim. Aynı şekilde makine üreticilerinin renkleri yerine kendi renklerimi fotoğrafa veririm. Fotoğraflarımda dağınıklığı seviyorum. Geometrik unsurları pek tercih etmiyorum. Yağmuru seviyorum. Yağmur bulutlarını seviyorum. Issız mekânları seviyorum. Sessizliği seviyorum. Toprak rengini seviyorum.

Hüseyin Taşkın

6-“İnsan da bir sanat eseridir, bebekken yoğrulan. İçinde sevgi, emek, erdem, merhamet konulursa bu sanat eseri(insan) daha da değerlidir, değerdir. ” diye okumuştum bir yerde. Siz sanatınızı neyle yoğuruyorsunuz?
Ben daha çok çocukluk yıllarımdan besleniyorum.  Aldığım (verilen) eğitimlerin henüz beni ezmediği, aldığım maaşların henüz beni tekdüzeleştirmediği, övgülerin henüz beni yanıltmadığı yılların hafızamdaki kırıntılarından yola çıkıyorum. Dünyada birçok sorunun cevabı henüz siz sormadan cevaplanıp önünüze konulmuşsa sezgileriniz yara alır. Sanat sorulardan beslenir. En gerçek ve en doğal sorular ise her zaman çocuklardadır.

7-Sanata olan tutumu ve gelişimi ele alırsak Türkiye’de bu işi yapmak nasıl sonuçlar doğuruyor? Beklentinizi istediğiniz ölçüde karşılıyor mu çektiğiniz fotoğraflar?
Aslında bu benim işim değil. Gördüğünüz fotoğrafların tamamı, benim kariyerimin ürünleri değil. Benim ayrıca bir mesleğim var. Bu yüzden o anlamda bir beklentiden bahsetmek doğru olmaz. Doğayı ve hayvanları seven insanların sayısını az da olsa arttırabilirsem, bu benim için yeterlidir. Fakat bunu ölçecek bir yöntemim yok.

8-Fotoğrafın çekim aşaması sizi nasıl etkiliyor? Fotoğrafın öncesinde girdiğiniz ruh hali ile, fotoğrafın sonrasında oluşan ruh halinizi nasıl tanımlarsınız?
Bazı atmosfer koşulları beni tam anlamıyla soyutluyor ve coşturuyor. Yağmur ve rüzgâr beni hep etkilemiştir. Farklı bir haz alırım. Çoğunlukla o anlarda fotoğraf çekmeyi tercih ediyorum. Haliyle girdiğim ruh halinin neticesinde elimde sezgilerden başka bir şey kalmıyor.  O an ne çekmişsem, ne görmüşsem ya da görmemişsem bunu sezgilerim sayesinde yapıyorum. Çekim sonrasında yine çekim anına benzer bir haz yaşıyorum. Çektiklerime bakarken onları tonlarken keyif alıyorum.

9-Etkilendiğiniz veya örnek aldığınız fotoğrafçılar var mı?
Örnek aldığım yok ama beni etkileyen fotoğraflar ve fotoğrafçılar var. Hemen ilk aklıma gelenlerin instagram adereslerini söyleyebilirim:  @ana.mar @sznpkt @hmgphotography @gykavka

10-Son olarak fotoğraf ile uğraşmasaydınız ne yapardınız?
Aslında bu tür sorular sanki artık başka bir şey olmak mümkün değilmiş gibi bir intiba yaratıyor. Ya da insan zaten uğraşından memnunsa başka bir şeyle yer değiştirmesine gerek yokmuş gibi… Sadece onu geliştirmeli gibi. Ben hayatım boyunca fotoğraf çekmek istemem. Bu çok sıkıcı olur.  Bir zaman sonra başka bir hayat yaşamak isterim. Yazmak isterim. Doğaya daha yakın başka bir şey olmasını isterim. Yine fotoğraf çekerim ama başrol artık o olmayacaktır. Bakalım zaman ne gösterecek.

20 Days with GFX 50s

20 Days with GFX 50s

For my initial impressions click here, to download the example RAF files from my pictures click here.
I used almost all the features of the GFX 50s over the past 20 days. After a week of my first impressions, I took many more pictures. I tried night, day, portrait, scenery photos as well as studio. Many photographers wondering about this machine are, differences in different sensors and usage habits with different sensors. This curiosity is much more especially in people who have not used a medium format machine before. Those who have experienced the medium format in the past can predict what kind of result will be achieved.

Menu

The GFX 50s comes with a menu from other Fujifilm models. Simple to switch between menus and update settings. You can collect the most used menus in the title “My Menu”. So you do not go anywhere to change the parameters you use often. I have about 10 features added to this menu. But there is a problem like this;  If you make a setting and want to try and watch it again, it’s not where the last time you left it, it’s back to the main menu. This is also tiring. I think you will get better with an update.

 

Upper LCD Display

This screen, which is not on the Fujifilm X-T1 and X-T2, works well, especially in night shots or indoors. When the machine is turned off, you can see the shooting variables, the number of photos you can take etc. It also shows your video settings when you go to the video menu. Though not so comprehensive, I would like a small upper display to be on the X-T2. I did not investigate the technology, but it reminded me of the e-ink technology in the e-book. Even in bright light it looks very comfortable.

Back LCD Display

I can not use a machine that does not have an LCD on it. For me it’s a must have. The GFX 50s also uses a flexible LCD display to open both vertically and horizontally. I have never used the vertical one. I do not even know when to use it. In vertical shots are said to work. I do not do vertical shooting in general, so I did not have a chance to use it. I witnessed the setting of the default brightness for some time during shooting, which made me mistake me. I solved this situation by doing -2 from the given brightness value. I think someone who gets a new machine should do this first. Most of my photos were so dark because of this. It is good LCD  being touch. After shooting, looking at the photo with finger motion and checking the sharpness is both enjoyable and saves time. The touch AF point can also be selected. I tried, but it is not very useful in nature. On tripod steady shooting, it is much more functional. But if I were to still set the smallest AF point for precise shots, I would move with AF control. Touch AF is ideal for more voluminous objects. There is another feature that works well on the touchscreen LCD. Scale or histogram opens when you drag up or down on the screen. I think it’s a very well thought out shortcut. In fact, it is much better if shortcuts like double finger tapping, 3 finger tapping and similar functions can be added. For example, if you touch with two fingers and make a scrolling move, you can send that photo via Wi-Fi. Take great pictures with 3 finger movements ☺


Control Settings

A little more control buttons are on the machine body. There are more function assignment buttons. There are shortcut options for almost all your needs except video. The fact that the camera and the video shortcut on the Fujifilm X-T2 can not be assigned is a disadvantage for both photographers and video shooters like me. Every time I turn the dial to switch between video and photo, I lose position. When using the X-T1, I was able to get the video without changing the framing in the same settings as when I took the picture. Now I lose my framing and concentration somewhat. Can be reached through the drive on the video menu by two movement.

I saw the C setting on the ISO dial as different. When you bring it to C, you can translate the ISO from the front and rear dials, not from the top. This is a good thing I think. Because when you were looking  at the viewfinder you could have adjust the shutter speed and aperture, but it was an absence not to do  this for ISO. It’s good to be able to manipulate the shooting variables in seconds while looking at the viewfinder. To do this, you need to set the shutter speed to T mode. When we take the T mode, we can set a shooting time from 1/16000 to 60 minutes. There is 1/4000 Mechanical Shutter. Then the electronic shutter. Especially when you use an aperture diaphragm lense,  4000 shutter speed is very comfortable on the value. I used an electronic shutter several times while using a 63 mm lense. I saw the distortions I had not seen on the X-T1 before in some photographs. Soft patches are formed in the photo. This does not happen so often but it would be safe to shot back ups when using electronic shutter. Especially in the high shutter speeds on the Mountain Erciyes, that was cold that day, I experienced 1 lose every 10 shots. But in the following days I did not encounter the same mistake.

ES Sample to deformation 1/6400 Shutter f:2.8

There is also C mode on the diaphragm ring. In the same way, you can give control to the control unit. I do not think I will use this setting. Turning the diaphragm over the lens in tripod and stepped shooting can sometimes cause axis shift. I think I can use it in such situations.

What did I assign to the shortcut keys?

 

  • Self-timer setting
  • Exposure mode preview
  • AF area setting

Especially a shortcut for exposure preview is useful for seeing what I shoot in the dark. You also need to close the exposure mode in order to be able to see the scene in flash photography in studio. I use other shortcut keys in the factory setting.

The AF-S, AF-C, and M settings are also easily accessible. Drive mode is not a dial, but a button. There are print modes inside. But there is no panaroma shooting mode. There are no CH and CL modes in the other x models for burst shooting. There’s only one serial shooting setting. It would be unnecessary to set such a setting because it already shot 3 frames per second.

Batary

A battery is used on the left side of the machine that can shoot 400-500 frames. I can take a day out in my shots. But you still need a spare battery. The battery is not charged internally via the machine. The X-T2 seems to have made up for this a major shortage for the travel photographers. I would like to have this similar feature in the GFX 50s. I generally do not prefer to use extra grid.


Memory Card

One of the issues I am obsessed with is card support and card support provided by the machines. Two cards supporting UHS-2 speed can be installed in this machine. I used Fujifilm’s 64Gb UHS-2 card. I did not experience any blockage in series. But when I put the UHS-1 card, the machine slows down after a few shots in series. If you are considering using this machine and shooting in series, you should definitely buy a UHS-2. If you want a branding recommendation, I would recommend the fastest Lexar 2000x card from Fujifilm. I have this card. But when the computer was inserted for a long time, it was deformed and deteriorated. I think I should get it again. If you are not thinking about shooting in series, then UHS-1, which writes around 60-90 mbps, will suffice.

 

Using in Studio

As I mentioned earlier, I’m doing studio shoots with long-lasting product and commercial content. The GFX is very small in size besides the other machines I use. This difference in size makes it a relatively big advantage for others on tripods or for handheld shooting. LCD screen size and touch zoom and shooting controls can be done without the need of a computer. You can also connect to a computer and shoot directly from the computer with tethering support. I have not tried it yet because there is not a long usb cable under my hand. It looks like it will be enjoyable to use over Lightroom. We use the broncolor flash system in the studio. I’ve used the flash trigger in this machine the same way I used the lights before. In short, I can say the GFX50s is the most ergonomic medium format camera available in the studio.

100% Crop

Shooting quality is more successful because of the new technology. I did not find watering I mean  ‘moiré’, especially facing in close texture. I did not see it in the GFX when the other medium format machines started to show green and pink colors in the place where this drift was. I can also say that there is some advantage in giving details. I did not prefer to publish these comparisons here because of variables such as lens, distance and focal point used. But in the coming days these tests will be published on Dpreview.com. I am very curious as to the comparison between the new generation medium format and the past medium format.

Using in Nature

In the nature I have tested the use in two ways, with and without flash. In normal use, it is unnecessary to say once again, the advantages of being water and dust-resistant. I can say some things as shooting habits and ergonomics. Existing lenses do not have an anti-vibration system of 32-64 mm and 63 mm. I also thought that I would get clear squares with this machine because of my habit of using OIS lens. But I did not have OIS, so I had to use high shutter speeds. Or I had to take more discipline by breathing. I know that a 120 mm lens has OIS. But I did not try it because I do not have that lens yet. In short, you have to use it more carefully under the 1/125 instantaneous.


When the touch screen is active, the AF point slips to the corner when you accidentally touch your LCD screen with your hand. You need to bring it back to where you use it again. Touch screening can sometimes speed up your work, sometimes slow down, in some situations. The user has to set this setting according to his priorities. The machine fits comfortably together with the two lenses to an average shoulder bag with other apparatus. I used it like that. Even the wallet and other items were in the same bag. With 63 mm, the machine becomes much lighter and smaller. 63 mm corresponds to 50 mm in full square form. But it is not an angle I prefer because it reduces the atmosphere. I expect to experiment with the lens which is scheduled to go out this year and is equivalent to 35 mm in full frame. 32-64mm is a good quality and fast lens. The shortness of the zoom range increases the sharpness.
I used a double machine for a while. 50-140mm over the X-T2 and 32-64mm over the GFX. They were a great duo. But using two machines together, the person is being dragged into the confusion of concepts. With GFX, you choose a more careful AF point (I usually use a single point). I used zone mode with X-T2. If you take a wide angle shot with GFX and then shoot with another scene X-T2, the speed and clarity of the X-T2 will affect the human being. But when you come home and check the shots from the computer,  this time you can not see the detail and resolution on X-T2 as it is in GFX, and you say why do not you have everything on one machine? So someone who has X-T2 and has not had medium format experience. He might ask ‘What can GFX give me?’ My answer is clear. It picks up some speed but gives a very high quality photo.The preference here is completely owned by the user. I am still confused within the use of nature. High speed? Quality? In other words, if you want to use FF while you are on the Aps-c sensor, it is the same to request the middle format while using FF. In both, there will be a similar jump.


For someone who uses their photos entirely in social media and does not care too much detail, the X-T2 is a very good choice. But the GFX will be a better choice for those who will sell their sketches at the same time and exhibit in large prints. There will be a lot of difference between the print quality and every detail will appear on the photo. In fact, the X-T2 and GFX comparison is not exactly like machine comparison. Here is the size of the sensor to be compared. The advantages and disadvantages will manifest themselves for each user.

Here’s what I’m talking about here.
I would like to emphasize that I only put the adjectives such as good and quality in the photographs in a technical sense. There is no point in posting a picture of an idea and emotion – after which you can give emotion – from which machine. But there is a fact as follows. Some machines may give the desired emotion better. For example, if you want to capture the calmness of speed, you must use a fast machine. Or if you want to isolate your subject with soft back bokehs, you will need a sensor that can give you this. It’s really a confusing tool GFX. Once you enlarge the photo from the computer and look it up, it creates a quality threshold that will never come out of your mind. Whatever you do, your mind is staying in that quality.

I can not say that I tried to use flash in the nature very detailed. But I did a few shots with the EF-X500 flashes. I will try again with more professional paraflashes. This requires softboxes, generator systems. I know that light companies are doing something for GFX. But I do not know how long it will reach the end user. Normally you can do flash photography with any brand of model on the outside. However, you can only shoot with the supporting models for HSS (Fuji’s fp), which means high shutter speed.

AF Experience

According to a medium formata it gives a speed on the expected. On the first impressions I shared a video about AF-C performance. It provides a fast AF even though it is using the contrast detection method. Normally, the machines are able to grasp in two ways.  Contrast and phase detection. Contrast detection is more consistent than phase detection, although it is slower. Although phase detection is faster, contrast is not as consistent as detection. These two systems are used together in the latest machines. The GFX is only as sharp as the contrast detection method. It has a lot of sharpness points compared to medium format scales and has a crispness. You can also see the difference by comparing it with other intermediate formats.

The only point in selecting the AF area is a more stable result. A little further improvement is needed in the region selection. The machine can choose a different contrast area outside of your choice in the selected area. This undesirable possibility exists in systems with phase detection. It is good to be careful in the region selection. I especially recommend one spot, in intertwined tones and colors.

Dynamic Range

 

The machine offers a DR of 14 stops. The success of showing the tones of both, without sacrificing one of the dark and open spaces, is expressed as DR. What is practical in practice is obvious. In other words, the dark shadows should be able to see the details without falling down, the light gray shades without falling down. APS-C formats and most FF do not achieve this at the desired level.

The best place to see the Dynamic Range effect is Photoshop. If the dark areas are able to show details without blasting a few stops, or vice versa, DR can be said to be good. Obviously for the first time I shoot in the nature with a high DR machine. It was always a matter of curiosity. The photo interventions that I shoot require high DR. I am posing according to the most lightening place of the photo and opening the dark areas later. I could see the detail and the tone that I could not see until now. I encountered this machine after 4-5 stops for the sand blast I had encountered before opening two stops in advance. For bride and groom photographers, it is difficult to protect the detail of the bride and to show details of the bridesmaid. That’s where the DR works. DR is an advantage for me, I can make cinematic tones more comfortable. Each transition is very soft in these colors that you give me in these intermediate tones. It gives a rich transition result.

 

Adventages

  • Big sensor
  • Detail ability
  • Dynamic Range
  • FF sized and weighted body
  • Faster than the other medium formats
  • AF-C performance
  • Touch screen
  • From corner to corner sharpened lenses
  • Resistance body against water, dust and cold
  • Double UHS-2 SD card support
  • Soft bokeh
  • Upper  LCD screen
  • Fleksible vısor that can remove from the machine
  • Cheaper than the other medium formats

Disadventages

  • No OIS in 32-64 mm ve 63 mm lenses
  • No phase detection
  • No functional video features, eve there could be
  • Non-charging through machine
  • Not enough number of lens variaty ( 3 more lenses are on the road in this year)
  • Elektronic Shutter errors
  • The price is above most full-frame machines (similar to Canon 1dx Mark 2 and Nikon D5)

Fujifilm GFX 50s ile 20 gün

English version

İlk izlenimlerim için burayı, kendi çektiklerimden oluşan örnek  RAF dosyalarını indirmek için ise burayı tıklayın.

Aradan geçen 20 günlük sürede GFX 50s’in neredeyse birçok özelliğini kullandım. Bir haftalık ilk izlenimlerimden sonra çok daha fazla fotoğraf çektim. Gece, gündüz, portre, manzara içerikli fotoğrafların yanı sıra stüdyoda da denedim. Bu  makinayı merak eden birçok fotoğrafçı farklı sensörlerle farkını ya da kullanım alışkanlıklarını merak ediyor. Özellikle daha önce orta format makina  kullanmamış insanlarda bu merak çok daha fazla. Geçmişinde orta format tecrübesi olanlar ise karşılarına ne tür bir sonuç çıkacağını az çok kestirebiliyor.

Menü

GFX 50s diğer Fujifilm modellerinde olan menü ile birlikte geliyor. Menüler arası geçiş yapmak ve ayarları güncellemek oldukça basit. Çok kullandığınız menüleri “My Menu” başlığında toplayabiliyorsunuz. Böylece sık kullandığınız parametreleri değiştirmek için her defasında ilgili yerlere gitmiyorsunuz. Benim de bu menüye eklediğim yaklaşık 10 tane özellik var.  Fakat şöyle bir sorun var. Bir ayar yapıp, o sonucu deneyip tekrar gözden geçirmek istediğinizde en son kaldığınız yere değil ana menüye dönüyor. Bu da haliyle yorucu oluyor. Bir güncelleme ile düzeleceğini düşünüyorum.

Üst LCD Ekranı

Fujifilm X-T1 ve X-T2 de olmayan bu ekran, özellikle gece çekimlerinde ya da iç mekan çekimlerinde çok işe yarıyor. Makina kapalı olduğunda da çalışan bu ekranda çekim değişkenlerini, çekebileceğiniz fotoğraf sayısını vb ayarları görebiliyorsunuz.  Aynı zamanda video menüsüne geçtiğinizde video ayarlarını gösteriyor. Bu kadar kapsamlı olmasa da küçük bir üst gösterge ekranının X-T2’de de olmasını isterdim. Teknolojisini araştırmadım ama e-book’lardaki e-ink teknolojisini anımsattı bana. Parlak ışıkta bile çok rahat görünüyor.

Arka LCD ekran

LCD’si açılmayan bir makina kullanamıyorum artık. Benim için olmazsa olmazlardan. GFX 50s’de de hem dikey hem de yatay açabilmek için esnek LCD ekran  kullanılıyor. Dikey olanını hiç kullanmadım. Ne zaman kullanırım onu da bilmiyorum. Dikey çekimlerde işe yarayacağı söyleniyor. Pek dikey çekimler yapmadığım için kullanma fırsatım olmadı. Çekim yaptığım süre boyunca default parlaklık ayarının bazı çekimlerde beni  yanılttığına şahit oldum. Verilen parlaklık değerinden -2 yaparak bu durumu çözdüm. Yeni makina alan birisi bence ilk olarak bu ayarı yapmalı. Çoğu fotoğrafım bu yüzden koyu çıktı. LCD’nin dokunmatik olması çok güzel. Çekim yaptıktan sonra parmak hareketiyle fotoğrafa bakıp netlik kontrolü yapmak hem keyifli hem de zaman kazandırıyor. Dokunmatik Af noktası seçimi de yapılabiliyor. Denedim ama doğada çok da kullanışlı değil. Tripodlu sabit çekimlerde ise çok daha işlevsel duruyor. Ama ben olsam yine de hassas çekimler için en küçük AF noktası belirleyip AF kumandası ile hareket ederim. Dokunmatik AF bence daha hacimli nesneler için ideal.  Dokunmatik LCD üzerinde işe yarar bir özellik daha var. Ekranda aşağı ya da yukarı sürükleme hareketi yaptığınızda terazi ya da histogram açılıyor. Bence çok iyi düşünülmüş bir kısayol. Aslında çift parmakla dokunuş , 3 parmakla dokunuş gibi kısayollar ile benzer işlevler eklenebilse çok daha iyi olur. Mesela iki parmağınızla dokunup kaydırma hareketi yaptığınızda o fotoğrafı Wi-Fi ile gönderse.. 3 parmak hareketi ile de çok güzel fotoğraflar çekse 🙂

Kontrol Ayarları

Alışagelenden biraz daha fazla kontrol düğmesi makina gövdesinin üzerinde yer alıyor. Daha fazla fonksiyon atama butonu var.  Video hariç neredeyse tüm ihtiyaçlarınıza yönelik kısa yol seçenekleri var.Bu makina ve  Fujifilm X-T2’de video kısayolunun atanamıyor olması benim gibi hem fotoğraf hem de video çekenler için bir dezavantaj. Her defasında kadran çevirerek video ve fotoğraf arasında geçiş yapmak pozisyonu kaybetmeme neden oluyor. X-T1 kullanırken fotoğrafını çektiğim sahneyi aynı ayarlarda, kadrajı bozmadan videosunu da alabiliyordum. Şimdi ise bir şekilde kadrajı ve konsantrasyonu kaybediyorum. Video menüsüne drive üzerinden iki hamlede ulaşılabiliyor. Farklı olarak ISO kadranı üzerinde C ayarı gördüm. C’ye getirdiğinizde ISO’yu üst kadrandan değil ön ve arka kadranlardan çevirebiliyorsunuz. Bu bence iyi bir özellik. Çünkü vizörden bakarken enstantane, diyafram ayarını yapabiliyorken, ISO için bunu yapamamak bir eksiklikti. Vizörden bakarken saniyeler içinde çekim değişkenlerini yönetebilmek iyi olmuş. Bunu yapabilmek için enstantane ayarını T moduna almak gerekiyor. T moduna aldığımızda 1/16000 ile 60 dakika arasında bir çekim süresi belirleyebiliyoruz.  1/4000 mekanik Shutter var. Sonrasında ise elektronik shutter.  Özellikle açık diyaframlı bir ojbektif kullandığınızda enstantene 4000 değerlerinin üzerine çok rahat çıkıyor. 63 mm obejktifi kullanırken birkaç defa bende elektronik shutter kullandım. Daha önce X-T1 de rastlamadığım bozulmaları bazı fotoğraflarda gördüm. Fotoğrafta yumuşak yamulmalar oluşuyor. Bu her çekimde olmuyor ama yine de elektronik shutter kullanırken yedekli çekim yapmakta fayda var. Özellikle o gün soğuk olan Erciyes dağındaki yüksek enstantaneli çekimlerimde   her 10 çekimde 1 fire yaşadım.  Fakat sonraki günlerde aynı hatayla karşılaşmadım.

ES örnek bozulma. 1/6400 Shutter f:2.8

Diyafram halkası üzerinde de C modu var. Yine aynı şekilde kontrolü kumanda tekerine verebiliyorsunuz. Bu ayarı kullanacağımı sanmıyorum. Tripodlu ve basamaklı  çekimlerde objektif üzerinden diyafram çevirmek kimi durumlarda eksen kaymasına neden olabilir. Böyle durumlarda kullanabilirim diye düşünüyorum.

Kısayol tuşlarına ben ne atadım?

  • Kendi kendine çekim ayarı
  • Pozlama kipi önizleme
  • AF alan belirleme

Özelikle pozlama önizleme için kısayol atamak karanlık ortamlarda ne çektiğimi görmem için fayda sağlıyor. Bir de stüdyoda flaşlı çekimlerinde sahneyi görebilmek için pozlama kipini kapatmak gerekiyor. Diğer kısayol tuşlarını  fabrikasyon ayarında kullanıyorum.

AF-S ,AF-C,M ayarları ise yine kolay ulaşılabilir bir noktada. Drive modu ise kadran olarak değil, buton olarak geliyor. İçerisinde basamaklama modları var. Ama panaroma çekim modu yok. Seri çekim olarak ise diğer x modellerinde olan CH ve CL modu yok. Sadece bir tane seri çekim ayarı var. Zaten saniye de 3 kare çekim yaptığı için böyle bir ayar konulması da gereksiz olurdu.

Batarya

Makinanın sol yan tarafında kullanılan ve 400-500 kare çekim yapabilen bir pil kullanılıyor. Çekimlerimde bir günü çıkarabiliyorum. Ama yine de yedek bir pil gerekiyor. Makina üzerinden dahili olarak pil şarj edilmiyor. X-T2 bu yönüyle sehayat fotoğrafçıları için büyük bir eksikliği halletmiş görünüyor. Benzer özelliğin GFX 50s’de de olmasını isterdim. Extra grip kullanmayı genel olarak tercih etmiyorum.

Hafıza Kartı

Takıntılı olduğum konulardan bir tanesi de kart seçimi ve makinaların sağladığı kart desteğidir. UHS-2 hızını destekleyen iki kart takılabiliyor bu makinaya.  Ben Fujifilm markalı 64Gb UHS-2 destekleyen kart kullandım. Seri çekimlerde herhangi bir tıkanma yaşamadım. Ama UHS-1 kartı koyduğumda seri çekimlerde birkaç çekimden sonra makina yavaşlıyor. Bu makinayı kullanıp seri çekim yapacağınızı düşünüyorsanız kesinlikle UHS-2 almalısınız. Marka tavsiyesi isterseniz şayet Fujifilm üzerinden en hızlı çalışan Lexar 2000x kartını tavsiye ederim. Ben de bu karttan vardı. Fakat  bilgisayara uzun süreli takılı unutuca, çantaya koyup çıkarırken deforme oldu ve bozuldu. Tekrar edinmeyi düşünüyorum.  Ben seri çekim yapmayı düşünmüyorum diyorsanız da 60-90 mbps civarında veri yazan  UHS-1 yeterli olacaktır.

Stüdyoda Kullanım

Daha öncede bahsettiğim üzere uzun süredir ürün ve reklam içerikli stüdyo çekimleri yapıyorum. GFX kullandığım diğer makinaların yanında boyut olarak çok küçük kaldı. Bu boyut farkı, ister tripod üzerinde ister elde çekim için diğerlerine nispeten büyük bir avantaj sağlıyor. LCD ekran büyüklüğü ve dokunmatik yakınlaştırma ile çekim kontrolleri, bilgisayara gereksinim duymaksızın yapılabiliyor. Dilerseniz bilgisayara da bağlanarak tethering desteğiyle direk bilgisayar üzerinden çekim yapabiliyorsunuz. Elimin altında uzun bir usb kablosu olmadığı için henüz bunu denemedim. Lightroom üzerinden kullanmak keyifli olacağa benziyor.  Stüdyoda broncolor flaş sitemini kullanıyoruz.  Flaş tetikleyicisini bu makinaya takarak daha önce ışıkları nasıl kullanıyorsam, aynı şekilde kullandım.  Kısacası stüdyoda kullanılabilen en ergonomik orta format fotoğraf makinası GFX50s diyebilirim.

%100 Crop

Çekim kalitesi ise yeni teknoloji olmasından dolayı  daha başarılı. Özellikle sık dokularda karşılaşılan harelenmeye yani “moire” ye rastlamadım. Diğer orta format makinalarda bu harelenmenin olduğu yerde yeşil ve pembe renkler görünmeye başladığında GFX’de bunu görmedim. Detayları verme konusunda da yine bir miktar avantajlı olduğunu söyleyebilirim. Kullanılan lens, uzaklık ve  odak noktası gibi değişkenler nedeniyle bu karşılaştırmaları burada yayınlamayı tercih etmedim. Ama önümüzdeki günlerde Dpreview.com’da bu testler yayınlanacaktır. Yeni jenerasyon orta formatlar ve geçmiş dönem orta formatlar arasındaki karşılaştırmayı açıkcası ben de çok merak ediyorum.

Doğada Kullanım

Doğada kullanımı flaşlı ve flaşsız olarak iki şekilde test etmiş oldum. Normal kullanımda toza, suya dayanıklı olmasının avantajlarını bir kez daha söylemeye gerek yok. Çekim alışkanlığı ve ergonomi olarak bazı şeyler söyleyebilirim. Mevcut lenslerden 32-64 mm ve 63 mm üzerinde titreşim önleme sistemi bulunmuyor. Ben de OIS’li lens kullanım alışkanlığımdan dolayı bu makinayla da aynı özensizlikte net kareler alacağımı düşündüm. Fakat OIS olmadığı için yüksek enstantane kullanmak zorunda kaldım. Ya da nefes kontrolu yaparak daha disiplinli çekmek durumunda kaldım. 120 mm olan lensin OIS’li olduğunu biliyorum. Ama bende o lens henüz olmadığı için deneyemedim. Özetle 1/125 enstantanenin altında daha dikkatli kullanmak gerekiyor.

Dokunmatik ekrandan netleme aktif olduğunda yanlışlıkla eliniz, yüzünüz LCD ekrana değdiğinde AF noktası köşeye filan kayıyor. Tekrar kullanacağınız yere getirmeniz gerekiyor. Dokunmatik netleme tercihi kimi durumlarda işinizi hızlandırırken, bazen de yavaşlatabiliyor.  Kullanıcı bu ayarı  önceliklerine göre kendisi belirlemeli.

Makina iki objektifle birlikte ortalama bir omuz çantasına diğer aparatlarıyla birlikte rahat sığıyor. Ben o şekilde kullandım. Hatta cüzdan ve diğer ıvır zıvırlar da aynı çantadaydı. 63 mm ile makina çok daha hafif ve küçük hale geliyor. 63 mm tam kare formata göre 5o mm’ye denk geliyor. Ama atmosferi azalttığı için benim çok tercih ettiğim bir açı değil. Bu yıl çıkması planlanan ve tam karede 35 mm ye denk gelen objektifle denemeyi bekliyorum. 32-64mm ise kaliteli ve hızlı bir lens. Zoom aralığının kısa olması keskinliği arttırıyor. Bir süre çift makina kullandım. X-T2’nin üzerinden 50-140mm , GFX’in üzerinde ise 32-64 mm vardı. Harika bir ikili oldular. Ama iki makinayı bir arada kullanmak insanı kavram kargaşasına sürüklüyor. Haliyle GFX ile biraz daha dikkatli AF noktası seçiyorsunuz (bene genelde tek nokta kullandım). X-T2 ile de bölge modunu kullandım. GFX ile geniş açı bir çekim yapıp, sonrasında başka bir sahneyi X-T2 ile çekim yaptığınızda X-T2 nin hızı ve netlik tutarlılığı insanı etkiliyor. Fakat eve gelip bilgisayardan çekimleri kontrol ettiğinizde de bu defa GFX’deki detay ve çözünürlüğü X-T2’de göremediğinizde neden herşey tek makinada olmaz ki diye isyan ediyorsunuz 🙂 Yani X-T2 sahibi olupta daha önce orta format tecrübesine sahip olmayan biri “GFX bana ne verebilir” diye sorabilir. Cevabım ise net. Senden biraz hız alıp, karşılığında çok yüksek kaliteli bir fotoğraf  verir. Burada tercih tamamen kullanıcıya ait.  Doğada kullanımda benim hala kafam karışıyor. Yüksek hız mı? Kalite mi?  Başka bir ifadeyle Aps-c sensördeyken FF istemek neyse, FF kullanırken de orta format istemek etmek aynı şey. İkisinde de benzer sıçrama olacaktır.

Fotoğraflarını tamamen sosyal medyada kullanan ve çok fazla detay önemsemeyen biri için X-T2 çok iyi bir seçenektir. Fakat çektiklerini aynı zamanda satacak, büyük boylarda sergileyecek kişiler için GFX daha iyi bir tercih olacaktır. Baskı kalitesi arasında çok fark yaratacak ve her detay, fotoğraf üzerinde görünecektir. Aslında X-T2 ile GFX karşılaştırması tam olarak makina karşılaştırmaya benzemez. Burada karşılaştırılması gereken sensör boylarıdır. Avantajlar ve dezavantajlar  her kullanıcı için kendini gösterecektir.

Burada bahsettiklerim için bir parantez açmakta fayda var. Fotoğraflara iyi ve kalite gibi sıfatları sadece teknik anlamda koyduğumun altını çizmek isterim. Bir fikri ve duygusu olan fotoğrafın -o duyguyu verebildikten sonra- hangi makinadan çıktığının önemi yoktur.  Ama şöyle de bir gerçek var.  Bazı makinalarda istenilen duyguyu daha iyi verebilir. Örneğin hız esnasındaki dinginliği yakalamak isterseniz hızlı bir makina kullanmanız gerekir. Ya da yumuşak arka bokehlerle konunuzu soyutlayıp, yalnızlaştırmak isterseniz bunu verebilen bir sensöre ihtiyacınız olacaktır.

Gerçekten de kafa karıştırıcı bir alet GFX. Bir kere bilgisayardan fotoğrafı büyütüp baktığınızda bir daha aklınızdan çıkmayacak bir kalite eşiği yaratıyor. Ne yapsanız da, aklınız o kalitede kalıyor.

Doğada flaşlı kullanmayı çok detaylı denediğimi söyleyemem. Ama EF-X500 flaşlarla birkaç çekim yaptım. Daha profesyonel paraflaşlarla yeniden deneyeceğim. Bunun için softboxlar,  jenaratörlü sistemler gerekiyor. Işık firmalarının GFX için birşeyler yaptığını biliyorum. Ama ne kadar zamanda son kullanıcıya ulaşır bunu bilmiyorum. Normalde dışarda flaşlı çekimi her marka model ile yapabilirsiniz. Fakat HSS (Fuji’deki karşılığı fp) yani yüksek enstantaneli çekimler için sadece destekleyen modellerle çekim yapabilirsiniz.

AF Deneyimi 

Bir orta formata göre beklenilen üzerinde bir hız veriyor. İlk izlenimlerde AF-C performansı ile ilgili bir video paylaşmıştım. Kontrast algılama yöntemini kullanıyor olmasına rağmen hızlı bir AF sağlıyor. Normalde bilindiği üzere makinalar iki şekilde netleme yapabiliyor. Kontrast ve faz algılama.  Kontrast algılama,  daha yavaş olmasına rağmen faz algılamaya göre daha tutarlıdır.  Faz algılama ise daha hızlı olmasına rağmen, kontrast algılama kadar tutarlı değildir. Son çıkan makinalarda bu iki sistem bir arada kullanılıyor.  GFX ise sadece kontrast algılama yöntemine göre netlik sağlıyor. Orta format ölçeklerine göre çok fazla netlik noktası var ve hızlı bir netlemeye sahip. Bunu diğer orta formatlarla karşılaştırarak siz de farkı daha açık görebilirsiniz.

AF alanı seçiminde ise tek nokta daha istikrarlı bir sonuç veriyor. Bölge seçiminde biraz daha iyileştirme gerekiyor. Makina seçili bölgede, sizin isteğiniz dışındaki farklı bir kontrast alanı tercih edebiliyor. İstenmeyen bu  olasılık, faz algılamalı sistemlerde de var. Bölge seçimlerinde dikkatli olmakta vayda var. Özellikle birbirine geçmiş ton ve renklerde, tek noktayı tavsiye ederim.

Dynamic Range

Makina 14 stop değerinde bir DR sunuyor. Koyu ve açık alanların birinden birini feda etmeden, her ikisindeki tonları da gösterme başarısı  DR olarak ifade ediliyor. Türkçe’deki karşılığı ise “kontrast alan”.. Pratik de ne işe yarayacağı açık. Yani koyu gölgeler siyaha düşmeden, açık gri tonlar da beyaza düşmeden detayları görebilmek gerekir. APS-C formatlar ve çoğu FF bunu istenilen düzeyde çok başaramıyor.

Dynamic Range etkisini en iyi görebileceğiniz yer Photoshop’dur. Koyu alanları birkaç stop açınca fazla kumlanmadan detayları gösterebiliyorsa, ya da tam tersi açık alanları kurtarabiliyorsa DR’si iyidir diyebiliriz. Açıkcası ilk defa DR’si yüksek bir makina ile doğada çekim yapıyorum. Hep merak ettiğim bir konu idi. Çekim yaptığım fotoğraf müdahaleleri yüksek DR’ye ihtiyaç duyuyor.  Fotoğrafın en açık yerine göre pozlama yapıp, koyu alanları sonradan açıyorum. Şu ana kadar göremediğim kadar detay ve ton görebildim. Önceden iki stop açınca karşılaştığım kumlanmaya bu makina da 4-5 stop sonrasında rastladım. Gelin-Damat fotoğrafı çekenler için hem gelinliğin detayını korumak , hem de damatlığın detaylarını gösterebilmek zordur. İşte DR buralarda işe yarıyor. DR’nin benim için bir avantajı ise sinematik tonları daha rahat verebiliyorum. Her geçiş çok yumuşak olduğu içim verdiğiniz bu renklerde bu ara tonlara giriyor. Zengin geçişli bir sonuç veriyor.

Video

GFX50s video konusunu pek  öne çıkarmıyor. 1080p ve 30fps bir çekim sunuyor. X-T2’de ise bu değerler 4k ve 60 fps. X-T2 100 mbps verirken GFX 36 mbps veriyor. Bu değer X-Pro 2’deki değerle aynı. Kağıt üzerinde sonuçlar böyle. Ama orta formatın nimetlerinden olsa gerek ben videosunu çok yumuşak ve derinlikli buldum. Hobi amaçlı çekimler kesinlikle yapılabilir. Slow-motion gerektirmeyen profesyonel işler için de tercih edebilirim. Neticede üzerindeki lensler ile sinematik etki alınabiliyor. Ama X-T2’im varken video için GFX’i tercih etmem. Hem X-T2 ile OIS’li lensler kullanarak elde çekim yapma avantajları da var. GFX ile video çekecekseniz elde çekmeyi unutun. Ya omuzluk ya da tripod gerekiyor. Elde  birkaç çekim yaptım ama hepsinde titrettim. Ben ise doğaçlama video çekmeyi seviyorum. X-T2 ile  10-24 mm ve 50-140mm lenslerle elde güzel sonuçlar yakalıyorum.

Artılar

  • Büyük Sensör
  • Detay Kabiliyeti
  • Dynamic Range
  • FF boyutlarında ve ağırlığında gövde
  • Orta formatlara göre hızlı olması
  • AF-C performansı
  • Dokunmatik Ekran
  • Köşeden köşeye netlikte başarılı keskin lensler
  • Suya, toza ve Soğuğa dayanıklı gövde
  • Çift UHS-2 SD kart desteği
  • Yumuşak bokeh
  • Üst LCD ekran
  • Makinadan çıkabilen esnek vizör
  • Fiyatının diğer orta formatlara göre çok uygun olması

Eksiler

  • 32-64 mm ve 63 mm lenslerinde OIS olmaması
  • Faz algılama olmaması
  • İşlevsel video özellikleri olabilecekken, olmaması
  • Makina üzerinden şarj olmaması
  • Lens çeşitliliğinin henüz az olması (bu yıl 3 lens daha geliyor)
  • Elektronik Shutter hataları
  • Fiyatının çoğu full frame makinaların üzerinde olması (Canon 1dx Mark 2 ve Nikon D5 ile benzer fiyatlarda)

 

 

 

Fujifilm GFX 50s İlk İzlenimlerim

Click for English version

Bu yazıdan sonra detaylı anlatım için burayı da okumak isteyebilirsiniz.

Bundan yaklaşık 3 yıl önce Fujifilm X serisi ile tanışmış ve izlenimlerimi, uzun kullanım testimi buradan yayınlamıştım. O zamandan bu zamana değişik koşullarda birçok fotoğraf çektim. Tozlu, sisli, yağmurlu ortamlarda ve zor yollarda bana eşlik etti. İşte bu yollarda hem ben makinanın sınırlarını gördüm, hem de makina benim sınırlarımı gördü. Gel zaman git zaman aramızda iyi bir senkron yakaladık. Geçenlerde ise heyecanla beklediğim yeni model X-T2 ile tanıştım. Video performansı ve birçok iyileştirmenin olduğu bu fotoğraf makinasıyla henüz yollara düşecekken, Fujifilm Türkiye incelemem için bana bambaşka bir makina gönderdi. GFX 50s.

  • 43,8 x 32,9mm 51,4MP CMOS orta format sensör
  • X-Processor Pro işlemci
  • Sökülebilen 3,69M nokta elektronik vizör
  • 2,36M nokta dokunmatik LCD ekran
  • Kompakt ve hafif gövde
  • Hava şartlarına dayanıklı gövde
  • FUJINON GF objektif bağlantı

Az çok fısıltı sitelerinden makinanın neye benzediğini tahmin ediyordum. Ama kağıt üzerinde size gösterilenle, elinizde tutmak arasında çok fark var. Büyüklüğü ve hızı ile birlikte bendeki hissiyatının ne olacağı en çok merak ettiğim konuydu. Onunla bütünleşebilecek miydim?

Makinayı kullanalı yaklaşık bir hafta oldu.  Makina bana talihsiz bir zamanda geldi. Hiç de benim istediğim gibi olmayan bir mevsim geçişi vardı. İstediğim atmosferler oluşmuyordu. Böyle durumlarda fotoğraf çekmez, başka şeylerle ilgilenirim. Ama bu defa öyle yapamadım. GFX ile ilgilendim. Dışarda değil, iç mekanlarda çeşitli denemeler yaptım.  Haftanın sonuna doğru ise şansıma neredeyse 4 mevsimi bir günde yaşadım. Böylece makinayı gerçekten  istediğim koşullarda test etmiş oldum.

 

Öncelikle makinanın sensöründen biraz bahsedeyim. Makina orta format sınıfında yer alıyor. Fullfreme sensörlerden 1.7 daha büyük bir sensörü var. İşte GFX’in can alıcı noktası da burası. Çok yüksek detay ve çözünürlüğün bu güne kadarki bedeli olan ağırlık, büyüklük ve hız konularına bir çözüm getiriyor. Bugüne kadar Hasselblad, Sinar markasının orta format modellerini  stüdyo ortamında yıllardır kullanıyorum. Ama o makinaları bilgisayara bağlı olarak stabil çekimlerde kullanıyorum.  FF makinalarda göremeyeceğimiz muhteşem detayları bu sensörler sayesinde görebiliyoruz. Bildiğimiz reklam fotoğraflarının tamamına yakını  bu makinalarda çekiliyor. Hem fazla çözünürlük hem fazla detay.  Pahalı olmaları ve hantal yapıları sebebiyle hobi olarak kullanımı ise yok denecek kadar az. “Orta format”  reklam, ürün ve moda fotoğrafçılarının bir rutini iken, amatör fotoğrafçılar tarafından ise çok bilinmeyen, çok rastlaşılmayan bir formattır.  Fujifilm,  GFX 50s modeliyle bu anlayışı kırmak istiyor. Yıllardır FF bir makina üretmemesinin sebebi ise bununla ilgili olabilir.  Fujifilm fullframe boyutlarında ve işlevinde bir orta formatı, sadece ticari fotoğrafçılar için değil, detay isteyen tüm fotoğrafçılar için ürettiğini vurguluyor. Burada tabiki tek kriter bunlar değil. Bu geniş kitleye ulaşabilmesi için fiyatını da full frame sınıfına yakın yapması gerekiyordu. Daha önce başka marka orta format kullananlar için fiyatının oldukça uygun olduğunu söyleyebilirim. Dileyenler internet üzerinden karşılaştırmalarını yapabilirler. Bu makinalar çokça kullanılmaya başladıkça fiyatların daha aşağıya çekileceğini ve orta format sensörlerin, FF sensörlerin yerini alacağını düşünüyorum.  Elbette bütün bunlar aynasız sistemlerin avantajları sayesinde oluyor.

%100 Crop

Bilgisayar, tripod, harici aparatlar kullanmadan ve fazla dikkat çekmeden bir haftadır orta format keyfini yaşıyorum. Bu haliyle  kullandığım en iyi makina ünvanını alıyor. Full frame ve ASP-C sensörlerden alacağınız detayın limiti bellidir. Orta format bir makinada ise  örneğin bir portre fotoğrafı çektiyseniz yüzdeki tüm gözenekleri, kirpiklerin her birini ve saç tellerini çok daha detaylı görebilirsiniz. Üstelik Photoshop ile müdahalelere karşı esneklikleri çok daha fazla. Fazla fazla işlem yapsanızda kolayca deforme olmaz.

f:4 iso:100 32-64 mm

%100 Crop

f:4 iso:100 32-64 mm

%100 Crop

 

Makina genel olarak X-T2 tasarımından yola çıkılarak hazırlanmış gibi. Daha önce X-T1 ya da X-T2 kullandıysanız makinayı hiç kurcalamanıza bile gerek kalmadan doğruca çekime gidebilirsiniz. Ben de öyle yaptım. Makina üzerinde ve menüsünde ilk defa duyacağınız bir terim neredeyse yok. Bildiğiniz fotoğraf terimleri. Yani orta format denilince daha kompleks ayarların ya da bazı terimlerin olacağı varsayılabilir. Aşina olduğumuz ayarların dışında kullanıcıyı şaşırtacak bir ayar yok. Yine X serisi makinalarda olduğu gibi menüye girmeden her çekim ayarını gövdeden yapabiliyorsunuz. Kısayol tuşlarına istediğiniz ayarları atayabiliyorsunuz.  İlk birkaç günden sonra çekim yaparken makina kendini unutturuyor. Zaten öyle de olması gerekiyor.  Yağmur yağdı makinayı saklayım, toz var çekim yapmayım, bu soğukta çalıştırmayım gibi endişeleri yaşamadığınız için makinanın direnci size güven veriyor. Hassas bir makina değil kısacası. Ben de makinayla bu dediğim koşulların hepsini yaşadım. Hiç de birşey olmadı 🙂  Özellikle bir ara minik bir toz fırtınasının içinde kaldım. Makinaya değen kesekli iri kum taneleri çıt çıt ses çıkarırken oldukça rahattım. Aynı şekilde -10 derecede  kar fırtınasının içinde kaldığımda da aynı rahatlıktaydım.

Bu makinada beni en çok  ilgilendiren yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi “dışarıda kullanılabilmesi”. Kalitesini zaten biliyorum. Hatta hali hazırdaki orta format makinalarından daha iyi sonuç verdiğini kendi kıyaslamalarımla  gördüm. Asıl güzellik ise dışarıda tıpkı X-T1 gibi kullanabilecek olmak. Hatta X-T2 gibi.

Ergonomi olarak dışarıda kullanılmayı mümkün kılan bu tasarım hız olarak aynı şeyi sağlayabilecek mi? Bu da merak ettiğim ikinci konuydu. Makina1/ 4000 mekanik shutter ve 1/16000 elektronik shutter sunuyor. Saniyede 3 fps raw çekim yapabiliyorsunuz.  425 Af noktası var. UHS 2 hızını destekleyen ve çift kart desteği sunan SD kart yuvası var. Bütün bunları sahada test etme imkanım oldu. Çekim hızı genel olarak bana X-T1’i anımsattı. Bu orta format bir makina için çok iyi bir değer. Rastgele birkaç fotoğrafıma baktım şimdi.  RAW fotoğraflar ortalama 116 MB yer kaplıyor. 10 fotoğraf çekseniz 1 gb yapıyor. Bu kadar veriyi çok kısa sürede karta yazmak için çok güçlü işlemci gerekiyor.

f:9 iso:100

 

Birçok kullanıcının aksine ISO benim için çok önemli bir kriter değil. Tercih ettiğim konular ve zamanlar gereği çok fazla İSO’ya başvurmuyorum. Ama yine de merak edip sınırlarını görmek istedim. Sonuç: Düşük ışık koşullarından 6400 ISO’ya kadar elinizde gönül rahatlığı ile çekim yapabilirsiniz.

6400 iso örnek;

X-T2 ile gelen çift yönlü açılır LCD bu makinada da var. Üstelik dokunmatik bir ekrana sahip. Ne tuhaftır ki dokunmatik ekrandan çekim yapmak bu süre zarfında hiç aklıma gelmedi. Sadece çekim yaptıklarımı görmek ve büyütmek için kullandım. Dokunmatik olarak netlemenin bana ne gibi avantajlar sağlayacağını merak ediyorum.   İlerki günlerde deneyimlerimi paylaşırım.

Bunlar bir haftalık ilk izlenimlerimdi. Bu yazıyı ara sıra güncelleyeceğim. DR (kontrast alan)  performansı için örnek video editleri, çekim karşılaştırmaları ve başka konuları yine burada paylaşmayı düşünüyorum.

 

AF-C Performansı ile ilgili kıs abir video..

 

Sizlerde soru ve görüşlerinizi yorum kısmından yazabilirsiniz.

 

 

 

 

Gitmiş Gibi Oldum

Röportaj orijinal sayfası için tıklayın

Hani bazı fotoğraflar vardır dostum, kimi zaman kalbinde bir çizik atar, kimi zaman da bir dünya güzeline bakan behlül gibi seni büyüler…. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneğinde (AFSAD) 1. kur eğitimine başladığımda eğitmenimiz Sevgili Mebrur Hatunoğlu hocam bir dersimizde “cümlesi olan fotoğraf” üzerine vurgulama yaparak, konuşan, dolu dolu mesajı olan fotoğrafın katkı değerinin üstünlüğünü katılımcılara anlatmaya çalışıyordu… Robert Doisneau’nun “At the Cafe”si gibi, aslında ortada hiçbir konuşma olmamasına karşın çok şey anlatan fotoğraflar…
Katıksız doğa ile buluşmayı karşı konulmaz bir tutku halinde yaşayan gezginlerin “anı” bir fotoğraf karesiyle kaydetmeleri günümüz gezginliğinin tabiatında var. Peki, bizim için özel olan o anı bir fotoğraf ile daha iyi nasıl kaydedebiliriz? Buna bir cevap bulmak ümidiyle uzun zamandır büyük beğeniyle takip ettiğim Sayın Hüseyin TAŞKIN’ı bugün siz değerli okuyucularımla buluşturmak istedim. Peki neden Hüseyin TAŞKIN? Kendisi bir çoğumuz için instagramda paylaştığı ve özellikle içinde atların olduğu büyüleyici fotoğrafların arkasındaki hakikat avcısı. Sadece o kadar mı? Her fotoğrafında cümle değil, sanki kitap var. Benim için en özel yanı ise kadrajında gün ışığını tanrısal bir ışıma boyutuna taşıması! Sanki ışığın şovalyesi… Bu yazıda Hüseyin TAŞKIN’la özellikle doğa/manzara/gezi fotoğrafçılığında tecrübelerinden faydalanacağız.-Hüseyin Bey hoşgeldiniz. Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Bu fotoğrafçılık sevdasının kaynağı nedir?

Merhaba hoş buldum.. Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Kısaca kendimi tanıtayım. 1979 Kayseri – Sarız doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise İstanbul’da yaptım. Marmara Üniversitesi İletişim Fak. mezunuyum. Şu an ise Kayseri’de yaşıyorum ve reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Çocukluğum sakin denilecek bir ilçede geçtiğinden hayallerim hep tersi yönde oldu. Yani daha maceracı hayaller kuruyordum. Bu yüzden Gazeteci olmak istiyordum. Yeleğimi giyip, makinamı boynuma asıp oradan oraya koşarım diyordum. Bu hayal beni heyecanlandırıyordu. Nitekim üniversite tercihimi de gazetecilikten yana kullandım. Fakat gerçekler, hayallerimde durduğu gibi durmuyordu. Staj yaptığım yerlerde çok fazla gözlem yapma şansım oldu.. Yelek yerine kravat, fotoğraf makinası yerine de iş yeri kimlik kartlarını takıyordum. Macera hayallerim plazalardaki yemek kuyruğunda buharlaştı gitti 🙂 Önce gazeteciliği yapamayacağımı, sonra da İstanbul’da yaşayamayacağımı kabullendim. Bu kabullenme kolay olmadı elbette. Bir hayalin peşinden koşup gerçekleştiremeyince sonrasında büyük ve tatsız bir boşluk oluşuyor. Hiçbir şey yapamıyorsunuz… Ne yapılır onu da bilmiyorsunuz… 20’li yaşlarımda gerçeklerle yaşadığım ilk temas beni ürkütmüştü. Uzunca bir dönem ne yapacağımı düşündüm. Sığınacağım bağımsız bir liman aradım durdum. O zamanlar bu imdadıma fotoğraf yetişti diyebilirim. Fotoğraf’ı seviyordum. Çünkü büyük ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapardı… Ben de dükkanda bir nevi çıraklık yapardım. Fotoğraf makinalarının ayarlarını ezberleyip, müşterilere çay söylemenin ötesinde bir tecrübem yoktu aslında. Sevdiğim şeyin ayakları tam olarak yere sağlam basmıyordu. Gel zaman, git zaman bir şekilde fotoğrafçılığa başladım. Yine İstanbul’da Kuyumcular Çarşısı ve Şişhane’de ürün fotoğrafları çekmeye ve bu işten para kazanmaya başladığımda nihayet kendime yeni bir başlangıç yolu bulduğumu düşündüm. Yeniden heyecanlanmaya başladım. Kendimi bu yönde geliştirmenin gayretiyle İstanbul’da da kayıplarla dolu tecrübeler yaşadım. Kısacası fotoğraf yolculuğu bende bir keyif ya da hobi olarak değil hayat kavgasının bir sonucu olarak başladı. Evrilerek bugünlere kadar geldi…

-Sizce en dokunaklı fotoğrafınız hangisidir? Bize hikayesiyle anlatır mısınız?

Maalesef bu soruya cevap vermek benim için çok zor. Hepsiyle yaşadığım duygusal bir süreç var. Ve aslında fotoğraflarımın birbirine ulanmış olduğunu düşünürüm. Bir romanın bir cümlesini öne çıkarmak bu yüzden biraz zor. Öte yandan “fotoğrafın dokunması” çok öznel ve değişken bir durum. Genelde bir fotoğrafla, çok iyi kompozisyona, ışığa ve an’a sahip olduğu için değil, kendimizle ilgili bir şey gördüğümüzde temasa geçeriz. Fakat bu temas sabit ve değişemez bir duygu hali yaratmaz. Yaşadığımız olaylar, fotoğrafın duygusunu sürekli değiştirir. Evimize astığımız ya da elimizde tuttuğumuz bir yaşam aynası gibidirler. Bazen keder, bazen coşku yükleyebilir aynı fotoğraf. Aile albümlerimize gördüğümüz hep aynı fotoğraflar olmasına rağmen, hep aynı duygularla bakmayız. Topluca çekilmiş bir fotoğrafta aramızdan ayrılan insanlar olur. Her bir ölüm başka bir daha dokunaklı hale getiriyor sanki fotoğrafı. Bir genelleme olamasa da, fotoğrafın anlamı kaybedilenlerle doğru orantılı gibi sanki… Fotoğrafladığımız bir ağaç kesilmişse ve yerine bina yapılmışsa daha dokunaklı hale geliyor. Bizi acıtan ve bize dokunan fotoğrafın kendisi değil, kaybettiklerimiz ve özlem duyduklarımızdır.

-Bir manzara fotoğrafı çekerken hangi unsurlara dikkat edilmelidir? Nasıl bir kompozisyon oluşturulmasını tavsiye edersiniz?

Ben doğa fotoğrafçısı değilim fakat doğayı kullanan biriyim. Bazen de insanı, bazen de ışığı kullanırım. Yani hepsi bir araç benim için. Aslında herkes için de öyle olmalı sanki. Başka bir ifadeyle doğa; varılacak bir hedef değil kullanılacak bir sahnedir benim için. Bu yüzden tripod kullanın, filtre takın, sabah çekin -akşam çekin diye bir öneri sunmak havada kalır. Fotoğrafın temel teknik doğruları kulanım kılavuzundan çok rahatlıkla öğrenilebilir. Sonrasında fotoğrafı çeken kişinin kendisine müsaade etmesi gerekir. Yani içinden geldiği gibi davranması lazım. Fotoğraf bu yönüyle “çekilen” bir şeyden ziyade “oluşan” bir şeydir. Yine de bir tavsiye vermem gerekecekse fotoğrafı bir sosyal etkinlik aracı ya da bir spor olarak görmek yerine bir ifade yöntemi olarak benimsemek yerinde olur. Kendi fotoğraflarımla ilgili ise ben fotoğraflarımın zamansız ve mekansız olmasını isterim. Gayretim de bu yöndedir. Çektiğim bir yerin neresi olduğunun ya da ne zaman çekildiğinin bir önemi yok. Benim amacım turistik bir katalog hazırlamak değil çünkü. Var olan unsurları kendi gerçekliğinden koparıp onu düşsel bir serüvene uyarlama çabasındayım. Belki bu benim gerçeklerle ilgili sorunlarımdan ya da gerçeklere yüklediğim negatif anlamlardan kaynaklanıyor olabilir. Bu düşüncelerime uyum sağlayacak kompozisyon tercihlerinde bulunurum. Bu tercihlerim ise fotoğraflarıma bakan biri tarafından rahatlıkla anlaşılabilir.

– Fotoğrafla ilgilenenler nasıl bir ekipmana sahip olmalılar, hangi fotoğraf tekniklerini tavsiye edersiniz?

Ekipman konusunda tavsiyem, kervanı yolda dizmektir. “Fotoğrafın oluşma süreci” en basit tanımlamayla “yetenek ve bilincin” bir araya gelip ekipman yardımıyla yüzeye aktarılmasıdır. Çoğu amatör, fotoğrafa başladığında -yanlış yönlendirmelerin de etkisiyle- farklı denklemler kurar. Örneğin “yetenek ve ekipman” diye bir denklem kurar. Bu sayede güzel fakat anlamsız görüntüler oluşturur. Ya da “bilinç ve ekipman” düzleminde bir denklemin yeterli olacağını düşünebilir. Bu yüzden de fotoğrafın tadını veremeyebilir. Yine bunlar bir nebze de olsa telafi edilebilir denklemlerdir. Günümüzde ise “farklı yerler ve ekipman”, “popüler olmak ve ekipman” , “popüler olmak -para kazanmak” “ekipman da ekipman” gibi manasız kombinasyonlar oluşturulur. Kişinin neyi hedeflediği ile ilgili bir durum yani. Bir fotoğrafı sadece ekipman yetersizliği nedeniyle çekemiyorsak ekipman almalıyız. Günün yanlış bir zamanında fotoğraf çekiyorsak bunun suçlusu ekipman değildir. Fotoğraflarımızda gözle görülür bir tesir ve mana yoksa yine bunun suçlusu ekipman olmayabilir. Biraz pişmek gerekiyor. Sonra ekipmanımızın nerelerde eksik kaldığını zaten anlarız.

– Fotoğrafta ideal ışık unsuru için nelere dikkat etmek gereklidir?

Fotoğrafın ideal ışığı yoktur aslında… Bizim için ideal ışık vardır. Fotoğraflarımda sert bir mesaj varsa bunu sert bir ışıkla çekebilirim, naif bir fotoğraf oluşturmak istiyorsam onu da güneş ışınlarının eğik geldiği zamanlarda çekebilirim. Kim neyi tercih ediyorsa o ışığı beklemelidir… Bu gün ortası olacağı gibi, gece ışığı da olabilir. Bu yaz güneşi olacağı gibi bahar güneşi de olabilir. Fotoğrafı sadece belirli bir zaman dilimine sıkıştırıp sadece o ışıkta çekilenlerin iyi olacağına dair tavsiyeleri çok tuhaf bulmuşumdur. Bu yüzden fotoğrafçının çıplak gözle doğayı ve ışığı iyi gözlemlemesi gerektiğine inanırım. Atmosfer nüansları ancak o zaman görülebilir.

-Gezi fotoğrafçılığının bir komponenti olarak kent ve insan fotoğrafçılığı için önerileriniz nelerdir?

Kızacaksınız belki ama ben gezi fotoğrafçısı da değilim. Kamp yapmayı ve gezmeyi çok severim o ayrı 🙂 Aslında hiçbir kategoride yer almak istemiyorum. Çünkü bu kategorilendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı hiç sorgulanmamış. Aslında niye yapıldığı da sorgulanmamış… Hani bazen torpille işe adam alınmak istenir fakat ona uygun bir makam ismi yoktur da uydurulur ya öyle bir şey 🙂 Sen sokak fotoğrafçısı, sen manzara fotoğrafçısı ol denilmiş gibi sanki… Yani biri çok geziyorsa ona gezi fotoğrafçısı, sadece insan yüzü çekiyorsa da ona portre fotoğrafçısı denilmez diye düşünüyorum. Bu konuda kategorize ve sınıflandırma yapmak fabrikasyon üretime neden olur. Bu da birilerinin işine çıkar sağlar sadece… Eğer bir kent çekeceksek neden çekiyoruz sorusunun cevabını vermeliyiz. Bu kenti seviyor muyuz? Şehir yaşamını mı eleştiriyoruz? Şehir de yolunda gitmeyen bir şeyler mi var? Şehir de sizin anılarınız mı var? Nedir? Eğer bir sebebimiz varsa ikincil sorular peşinden gelir… Hangi açıdan, ne zaman ve hangi ekipmanla…? Kısacası bir planımız ve hikayemiz olmalı. Bizim duygu ve düşünce dünyamızla örtüşmemesine rağmen sırf görsel bir etki yaratıyor diye bir yapı (kule, kilise, köprü) ya da şehri (Paris, Moskova, Budapeşte) çekmek fotoğrafa yeni başlayan biri için egzersiz değerinde olabilir ancak.

-Dijital fotoğrafçılıkta postprocessing nasıl yapılmalıdır?

Bununla ilgili kendi bloğumda uzun yazılarım var. Burada da çok kısa bahsedeyim… Fotoğrafta 3 yerde yorum payımız vardır. İlki çekim öncesi plan ve düşüncemiz… İkincisi çekim esnasındaki tercihlerimiz ve sonuncusu ise karanlık ya da aydınlık odadaki bitirici dokunuşlarımız… Eskiden bu bitirici dokunuşlar sadece karanlık oda da yapılırdı ve onu yapanlara saygıyla usta denilirdi. Şimdilerde ise bu işlemi Photoshop ile yapanlara saygı duymak bir yana sahtekar deniliyor 🙂 Bir fotoğrafın son işleminin nasıl yapılacağını ise çekim öncesindeki senaryomuz belirler… Gerilim yaratmayı planladığımız bir fotoğrafa soğuk renkler, coşku yaratmak istediğimiz bir fotoğrafa ise sıcak renkler verebiliriz.. gibi.. Bununla ilgili teknik önerilerim; Fotoğrafı RAW formatında çekmeliyiz ki bazı ayarları sonradan yapabilelim. RAW edit programlarından birine iyi derecede hakim olmalıyız. Mümkünse mobil APP’ler yerine masaüstü programları tercih etmeliyiz. Çünkü küçük ekranda görme, seçme işlemleri tam olarak gerçekleşmiyor. Photoshop bildiğimizi insanların gözüne sokmamalıyız… (Bakın gökyüzünü pembe yapabiliyorum, bakın yaprakları kırmızı boyadım… gibi..) Fotoğraf düzenleme işine de diğer süreçler kadar önem vermeliyiz. Bana göre son dokunuşu yapılmamış fotoğraf eksik ve tamamlanmamıştır deyip teşekkürlerimi sunuyorum…

-Hüseyin Bey bu keyifli söyleşi ve sizi ağırlama ayrıcalığını bize sunduğunuz için çok teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Değerli dostlar, Hüseyin Taşkın’a aşağıdaki internet adreslerinden ulaşabilirsiniz:
www.huseyintaskin.com
www.instagram.com/huseyintaskin

Fujifilm X-T1 4.0 Güncelleme

Fujifilm X-T1 fotoğraf makinasının merakla beklenen 4.0 güncellemesi nihayet kullanıma sunuldu.. Fujifilm Türkiye yetkilileri yeni özellikleri test etmem  için birkaç haftası öncesinden bana göndermişti. Bu sayede birçok yeni özelliği test etme imkanım oldu.  Çeşitli Auto Focus iyileştirmeleri başta olmak üzere  ilave birtakım özelliklerin eklendiği  bu güncelleme X-T1 kullanıcıları tarafından merakla bekleniyordu. Yakın zamanda duyurusu yapılan Fujifilm X-T10 makinasıyla entegre şeklide gelecek bu yazılım X-T1 kullanıcıları için de yeni firmware olarak sunuluyor.. Bu yazıda güncellemenin neler içerdiği ve pratikte ne anlama geldiği konusunda deneyimlerimi bazı örnek fotoğraflarla  paylaşacağım..

Bakalım 4.0 güncellemesi bize neler sunuyor;

1 – YENİ AF SİSTEMİ

a) Bölge ve Geniş/İzleme modları

b) AF kesinliği iyileştirmesi

c) Göz Algılama AF

d) Otomatik Makro Modu

e) Video AF iyileştirmesi

2 – DİĞER YENİLİKLER

a) Gelişmiş Enstantane Tekerleği

b) Manuel modda Pozlama Telafisi

c) Görüşü artırmak için kılavuz çizgilerde inceltme

d) “Sessiz Mod” ismi “Ses & Flaş Kapalı” şeklinde değiştirildi

Görüleceği üzere bu güncellemenin ana başlığı otomatik netlemede yapılan iyileştirmeler. Tek noktalı AF kullanarak fotoğraf çekimi yaptığımı daha önceki incelememde paylaşmıştım. Ama hareketli bazı çekimlerde konunun kadrajda pozisyon değiştirmesiyle bilikte netlik noktasını manuel olarak hizalamakta zorlanıyordum.. Alternatif olarak ise kimi zaman otomatik seçimi tamamen makinaya bırakıp sürekli netleme moduna (AF-C) aldığımda da makina benim isteğim dışındaki başkaca baskın unsurları netleyebiliyordu.. Yeni AF sistemi ile artık bölgesel olarak alan belirleyip netliğin o alan içerisinden yakalanmasını sağlayabiliyoruz.. Üstelik sürekli netleme ile (Tracking Mode) başarılı sonuçlar alabileceğiz. Aynasız makinaların bir nimeti olan sensör bazlı netleme sayesinde bölgesel seçimi kadrajın en uç köşelerinde bile tercih edebiliyoruz. (Optik netleme kullanan DSLR cihazlarda AF noktaları kadrajın merkezinde yeralıyor ve diğer alanların seçilmesine olanak sağlamıyor..)

optik_aynali

Fujifilm X-T1 4.0 güncellemesinde yer alan bölgesel seçimde bizi bekleyen 3 seçenek var.. Aşağıdaki 3 fotoğrafta bunların neler olduğunu görebilirsiniz. (3×3, 5×3 ya da 5×5’lik bölmeler) Hızlı menüden bölgesel seçimi aktif ettikten sonra arka kumanda tekeri ile oynayarak bu 3 seçeneği değiştirebilirsiniz.  İsterseniz bu bölgeleri aynı oranla fotoğrafın istediğiniz alanına da taşıyabiliyorsunuz.. Bunu da makinanın arkasında yer alan yön tuşlarıyla yapabiliyoruz..  Ben örnek çekimimde büyük kare şeklinde olanı tercih ettim.. Bu arada tek nokta seçiminde 49 olan netlik noktası sayısı bölgesel seçimde otomatikman 77 noktaya çıkıyor. Bu da daha hızlı ve kararlı netlik anlamına geliyor. Netlik seçimizini orta alanda tuttuğunuzda daha isabetli sonuçlar alabilirsiniz.. Çünkü sensör ortasındaki 12 nokta da faz algılama netlik sisteminden de güç alıyor. (Faz algılama, kontrast algılama ve hybrid algılama nedir? Bu başlı başına başka bir yazının konusu olabilir.. Ona da başka zaman değinebiliriz)

Bana doğru hızla gelen bir atlı ile netleme hızı ve kararlılığını çok iyi anlayabilirdim.. Ben de öyle yaptım.:) Aşağıda 9 kare yer alıyor.. İlk kare ile son kare arasında 3 saniyelik bir zaman farkı ve 10 metrenin üzerinde bir mesafe var.. Özellikle ışığın daha az olduğu bir saatte bu testi gerçekleştirdim.. Loş ışıkta makinaların netlemede zorlandığını hepimiz deneyimlemişizdir.. Ayrıca diğer bir konu ise objenin genel olarak renklerinin zeminle benzeşik olması.. Yani arada çok fazla kontrast olmaması da netlik için bir dezavantaj.. Ama buna rağmen sonuçlar mükemmel.. Yani bu güncelleme ile vaadedilen AF keskinliğinin iyileştirilmesi bence tam anlamıyla olmuş ve eskiye nazaran arasında çok fark var..

3 saniye içinde seri bir şekilde çektiğim bu 9 fotoğrafın tamamı net.. Böyle alacakaranlık bir havada gerçekten etkileyici bir performans.. Çekimleri 250 enstantene de yaptım.. Çekimleri gündüz saatlerinde yapıp enstanteneyi 1000-2000 gibi değerlere taşısaydım elbette keskinlik algısı daha fazla olacaktı..

Güncelleme ile gelen bir diğer AF modu Tam ekran netlik alanı..  Fon ve figür arasında ciddi anlamda kontrast farkı bulunan ortamlarda işe yarayacağını düşünüyorum. Bu benim çok tercih edeceğim bir netleme anlayışı olmadığı için bunu çok kullanmadım.. Bu modu seçtiğinizde yine hareket takibi yapabiliyorsunuz..   Aşağıdaki görsel bu konuyla ilgili..

 

xt-1_af

Wide Area – Tracking

 

Af ile ilgili söyleyeceğimiz bir diğer konu ise yeni göz algılama sistemi.. Göz algılamayı üstelik sağ göz, sol göz ya da otomatik olarak belirleyebiliyorsunuz.. Bu özelliği arkadaşlarım üzerinde denedim.. Başarılı bri şekilde gözü netliyor. peki bu özellik hangi durumlarda kullanılabilir.. Özellike sabit ya da az hareketli model, düğün ve portre çekimlerinde kullanılabilir.. Bu çekimlerde düşük diyafram değerlerinde rastlanılan netlik kayması yazılım güvencesi ile bir sıkıntı olmaktan çıkıyor..  Bu özelliğin çalışması için yüz tanıma modunun açık olması gerekiyor.

xt-1_af

Eyes Dedections

AF dışında yapılan bana göre en önemli güncelleme ise enstantane değerlerinin girilme modunun iyileştirilmesi.. Enstantane tekerleği T konumunda ve enstantane türü Mekanik+Elektronik konumuna getirildiğinde 30-1/32000sn arası tüm enstantane değerlerini kullanabilirsiniz. Önceden makinanın üstünde yer alan enstantane kumandasını yönetmek vizörden bakıp çektiğim zamanlarda sorun yaratabiliyordu.. Örneğin bakmadan çevirdiğim için 4000 enstantaneden sonra A moduna geçiyordu ve tekerlek kendini kilitliyordu.. Makinayı göz seviyesinden indirip tekrar ayarlama yapıyordum.. Yeni özellik sayesinde bunlara gerek kalmıyor..

Yazının başında belirttiğim diğer hususların hepsine değinmek yerine benim için önemli olan hususların üzerinde durdum.. Bugüne kadar yapılan güncellemelerin en iyisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.. Bana göre makina %20 oranında yeni bir makina olmuş..

Son söz olarak tek noktalı AF çekimi alışkanlığım bu sürede bölgesel seçim olarak değişmiş durumda.. Şu anda AF alanını  en çok 3×3 ve 5×3 olarak kullanıyorum ve istediğim netliği yakalıyorum.

Sizler de görüşlerinizi ve sorularınızı yorum kısmını kullanarak yazabilirsiniz..

Fujifilm XT-1 Uzun Kullanım Testi

fuji_inceleme

21 Nisan’da ilk izlenimlerimi şu linkte paylaşmıştım. Aradan geçen 7-8 aylık dönemde X-T1’i bir çok açıdan deneyimleme şansım oldu. Bu süre zarfında hangi lens, hangi ayar gibi bir çok konuda soru aldım. Bir çoğuna yanıt vermeye çalıştım ancak derli toplu bir cevap olması niyetiyle böyle bir yazı yazmaya karar verdim.. Deneyimlerime başlamadan önce laboratuvar ortamı gibi bir test yazısı olmadığını başta söylemek isterim. O türde bir yazıyı bulabileceğiniz onlarca yazı internet ortamında mutlaka vardır. Fujifilm X-T1’in beğendiğim ve beğenmediğim yönlerinden oluşan bir deneyim yazısı gibi düşünebilirsiniz.. Daha çok yorumlardan oluşan bu yazımda fotoğraflarımı İnstagram profilimden direk paylaştım. Büyük ve orjinal fotoğraflara bakmak isteyenler için de bu yazının sonunda RAW dosyalardan oluşan bir link ekledim. Kare format fotoğraf sevmeyenler için yapacağım bir şey yok maalesef 🙂

Makinayla birlikte olduğumuz süre içerisinde çok fazla fotoğraf çekebildim. Bunun makinayı yanımda taşıma kolaylığı ile ilgili olduğu söylenebilir. Bundan önceki FF DSLR ekipmanım hacmi ve ağırlığı nedeniyle sadece haftasonları eşlik ediyordu bana. Ama X-T1 sürekli yanımda olduğu için istediğim fotoğrafları her an çekebildim. Öyleki fotoğrafları depolamak için ikinci bir hard disk gerek oldu. Daha fazla çekimi sağlayan şey sadece yanımda taşıyor olmam değil aslında. Sahaya çıktığımda ergonomik yapısı ve kolay kullanımı nedeniyle alternatif çekimleri de peş peşe yapabiliyorum. Makina üzerine yerleştirilen ayarlarla çok daha hızlı sonuçlar elde ediyorum. Bu makinayı kullandığım süre içerisinde FF makina hiç kullanmadım ve ihtiyaç da duymadım. Hatta bir keresinde makinayı evde unutmam nedeniyle emanet olarak APSC sensorlü bir DSLR kullanmak zorunda kaldım. Ama aynı keyfi ve sonuçları alamadım. İSO rahatlığına çok alıştım X-T1 de.. Diğer APSC sensörlü makinaların 400 İSO’da dağılan fotoğraflarına baktıkça X-T1 ‘in önemi daha çok anlaşılıyor.

Bu arada bu yazıyı yazdığım günlere denk gelen bir de güncelleme haberi var. Enstantene değerini artık 32.000 seviyesine çıkarmak yazılımsal olarak mümkün oluyor. Bir önceki inceleme yazımda üst limit olan 4000 s değerinden yana sıkıntımı paylaşmıştım. Sanırım Japonya Fujifilm temsilcileri  yazımın çevirisini yapıp gerekli düzeltmeleri yaptı 🙂  Bunun dışında Kodak filminin efsane renkleri olan classic chrome artık bir renk profili olarak menüde yer alacak. Çok seveceğinizi düşündüğümü bu profil ile diğerlerini bir süre unutacaksınız diye düşünüyorum. Bunların dışında çeşitli af düzenlemeleri ve ekran parlaklıklarını değiştirmeye olanak veren ayarlar geliyor. Video formatı için de ayar çeşitliliği genişletiliyor. Windows kullananlar için ise PC’den çekim yapmaya yarayan PC Shooting özelliği geliyor. Bir mac kullanıcı olarak sadece üzgünüm 🙂

X-T1 18-135 mm Kullandığım süre boyunca makinada herhangi bir takılma, aksaklık yaşamadım. Makina da yıpranma da oluşmadı. Üstelik herhangi bir kılıf kullanmadığım gibi makinayı genellikle arabanın herhangi bir yerine (özellikle vitesin oralara) bırakırım. Ezilme, silikleşme gibi fiziki deformasyonlarla karşılaşmadım. Herhangi bir error yazısına da rastlamadım. İlk günkü fiziki değerlerini koruma konusunda iddialı bir işçiliğe sahip. X-T1 sağlamlık konusunda güven veriyor. Tasarım’la başlayabiliriz.. Fujifilm’in aynasız seride çıkarttığı çoğu makina gibi X-T1 de retro bir sitil ile sunulmuştu. Makinanın köşeli hatları ona erkeksi bir karakter yüklerken daha güven verici bir his uyandırıyor. Böyle bir cümleden” kadınsı hat olsaydı güvensiz olacaktı demekki” gibi bir anlam çıkarmayın 🙂 Tabiki hisler ilk başta insanı etkiliyor. Makinayı her elime aldığımda fotoğraf çekme isteğini tetikleyen bir görselliği var benim için. Ben bu tasarımı çok beğeniyorum. Hatta yuvarlak hatlı DSLR’ler bana teknolojik oyuncaklar gibi görünmeye başladı. Bu iyi bir alışkanlık mı bilemiyorum ama keşke tüm makina tasarımları bu şekilde olsa. Yeni çıkan gümüş X-T1 ise çok daha güzel. Tasarım sadece yüzey görüntüsü değildir elbette. İşlevselliği barındırdığı müddetçe daha değerlidir. Peki onlardan bahsedelim öyleyse..

Çekeceğiniz konu önünüzde ama alttan çekmek istiyorsunuz. İki saniye de makinayı yere kadar bırakıp çekim yapabiliyorsunuz. Yelpaze gibi yana açılan hareketli LCD daha önce kullanmıştım ve pratik olmadığı için çok da kulanamamıştım. Sadece yukarı ve aşağı açılabilen tilt LCD ekran bence çok daha iyi ve hızlı. Bu bilinen özellik benim çok işime yarıyor.. Bu şekilde hareket etmeyen bir bir makina kullanmam ise bundan sonra çok zor artık.

X-T1 10-24 mm

18-135 ile güzel bir kare yakalıyorum. Sonrasında orayı bir de 10-24 ile ferah ferah çekeyim diyorum. Elim ayağıma dolaşıyor. Bugüne kadar kullandığım makinalarda solda yer alan objektif değiştirme tuşu Fuji’de sağ tarafta.. Tek elle değiştirmek mümkün değil. “Şunu bir tutabilir misin sana zahmet” demek zorunda kalıyorum sürekli. Ya da objektifi çıkarıp çantaya koyup digerini alıp takayım derken sensöre her türlü toz, kir ve haşeratın girmesini göze alıyorum 🙂 Çünkü süre çok uzuyor. Bu esnada konuyu da kaçırabiliyorsunuz. Gerçi bu işe kendini adamış fotoğrafçılarımız genellikle çift makina ile çalışıyor. Sanırım ben henüz adanmış bir yürek değilim 🙂 “Aman kim uğraşacak, bir kare de eksik olsun” diyerek çoğu zaman lens değiştirmek istemiyorum. Lens değiştirme pratiğini ya tam kazanamadım ya da alışamadım.

Diyaframı objektifden değiştirmek harika bir özellik. Çekim esnasında objektife tutunan elinizle extra bir çabaya girmeden çok rahat değiştirebiliyorsunuz. Ayrıca ara stopları tekerlekler ile değiştirmek de ışığın hafif değişkenlik sağladığı yerlerde size kolaylık sağlıyor. Ana bir ışık değeri üzerinde artı eksi yapmak sizi güvende tutuyor. Çok aşırı pozlandırma kararsızlıkları oluşmuyor bu sayede.. İso ve Enstantene tekerleri (teker mi demek doğru bilmiyorum) ise güzel yerlerde duruyor. Bu konudaki tek sıkıntım ise iso’daki L ayarına yanlışlıkla birkaç defa düşürmüş olmam. L ayarı 200 isodan daha düşük değerlere ulaşmayı yazılımsal olarak sağlayan bir değer. Ancak bunu yaparken size RAW değil Jpeg sonuçlar veriyor. Bu benim hoşuma gitmiyor. L için belki ayrı bir kilitleme olmalı diye düşünüyorum. 200 isodayım zannederken çekim coşkusuyla L’ye geldiğini fark edemiyorum. Bu yüzden üzüldüğüm çekimlerim oldu.. Çünkü jpeg sevmiyorum.. Çekim esnasında RAW toleranslarını hesap ederek çektiğimden jpeg benim çok da işime yaramıyor. Ben jpeg kullanmasam da jpeg çekmeyi düşününenler için farklı bir deneyim olan film benzetimi seçenekler ile çok güzel sonuçlar elde edilebiliyor. Jpeg demişken aklıma güzel bir özellik geldi. Ben RAW çektiğim için makina bunu mobil telefona aktarmama izin vermiyor. Doğal olarak sadece Jpeg görüntüleri aktarabiliyor. Menüden raw fotoğrafları işleyip formatını değiştirebiliyorum. Bu sayede mobil cihazlarıma da fotoğrafı gönderebiliyorum. Mobil paylaşımı çok yapmam gereken durumlarda RAW+ S Jpeg belki daha akılcı bir çözüm ama o da şimdi aklıma geldi 🙂

Çoğu fotoğrafçı arkadaşım bugün hava kapalı ya da yağmurlu diyerek fotoğraftan vazgeçer. Ben ise kapalı ve yağmurlu havaları beklerim.. X-T1 suya dayanaklı olmasına rağmen suya dayanıklı bir lensi yoktu. Bu yüzden sanırım birkaç model üretildi. Benim imdadıma yetişen ise 18-135 oldu. Makina ve lens su geçirmediği için yağmurda korkusuzca yürüyebiliyorum diyeceğim ama hayır yine de korkuyorum. Makinaya su gitmiyor ama önüne yağmur damlaları denk geliyor. Sebebi ise parasoleyin çok garip bir tasarıma sahip olması.. Parasoleyleri neden o kadar ince ve dantelli yaparlar ki.. Yağmur damlaları anında mercekte. Üstelik güneşli havalarda da bazen lens flare’ye yakalanabiliyorsunuz.. 56 mm, 55-200mm gibi bazı lenslerindeki parasoleyler gayet uzun ve iyi.. Ama bendekileri ben sevmedim. Çözüm için uğraştım mı? Hayır .Parasoleyleri objektife takmak için ise işaretleri eşleştirmek gerekiyor. Eski DSLR alışkanlığımda çat diye objektife dayayıp iki sağa bir sola yapıp oturtuyordum. Ama bunda başaramıyorum illaki o küçücük noktalar eşleşecek.. Bu bazen sinir bozucu olabiliyor 🙂

Bahsettiğim parasoley

Kısayol tuşlarına ilk günden noktasal odak seçimini atamıştım. Hala o şekilde devam ediyorum. Bu yüzden hızlı netleme yapabiliyorum. Önceki DSLR arşivlerimde çok fazla odak kayması yaptığımı farkettim. X-T1 ile çekim firem çok az. 100 çekimden 3-4 tanesinde titretme ya da yanlış yerden netleme yapıyorum. DSLR’ler optik netleme yaparken, aynasızlarda sensör üzerinden netleme yapıldığı içim köşelere kadar noktasal tercihde bulunabiliyorsunuz.. Bu da ayrı bir güzellik. Netlik X-T1 de en beğendiğim özelliklerden bir tanesi. Çünkü bugüne kadar bu konudan çok dilim yanmıştı.. Hızda ve kararlılıkta sorun yaşamadım. Aşağıdaki fotoğrafı seri halde çektim. Hiç birinde netlik sıkıntısı yaşamadım.

X-T1 18-55 mm

-Makinanın pil süresi 300-350 kare civarında bir enerji sağlıyor. Bu durumu çözmenin iki yolu var. Birincisi battery grip edinmek, ikincisi ise yedek pil taşımak. Battery Grip tek pil alabiliyor ve makina büyüyor. Bu tamamen kişisel bir durum olsa da ben yedek batarya taşımayı daha çok tercih ediyorum. Hem az yer kaplıyor hem de makinayı büyütmüyorum.

Makinanın menüsü basit bir şekilde dizayn edilmiş. Aradığınızı bulmanız çok kolay. Q menüsü ile zaten çok kullandığınız özelliklere çabucak ulaşıyorsunuz. Olabildiğince de kişiselleştirilebilen bir menüsü var. Ama genel olarak benim menüde pek işim olmuyor. Kart formatlamak, çekim kalite ayarını kontrol etmek dışında pek girdiğim söylenemez. Çoğu ayarlarımı standart değerlerde tutuyorum. Özellikle jpeg çekenlerin Q menüsünde daha fazla ayar kontrolü yapması gerekir. RAW çektiğim için hemen hemen hepsini sonradan ayarlıyorum. Menü ile ilgili kişisel olarak beğenmediğim şey ise yazı fontu. Ayrık ve köşeli font sayesinde sanki LCD ekranın çözürlüğü düşük gibi bir his yaşıyorum (eski atari oyunları gibi). Halbuki LCD piksel değeri yüksek. Menü renklerini değiştirmek gibi bir seçenek olsa da, font ile değişiklik yapılamıyor. Bir güncelleme hakkım olsa bunu isterdim 🙂 . Makina arkasındaki yön tuşlarının biraz gömülmüş olması nedeniyle biraz baskı uygulamak gerekiyor gibi yorumlar okumuştum. Ama nedense benim için bu bir sorun olmadı. Belki de ellerim zariftir 🙂 Yeni çıkan gümüş tasarımda bu tuşların daha dışarıda olduğunu söyleyebilirim. Gümüş tasarım çok güzel demiş miydim ? 🙂

Elektronik vizöre de alışalı aylar olmuş.. Aynasız sisteme geçerken ki en büyük tereddütlerden biri buydu benim için. Şimdi bu durumu kanıksadım. EVF (elektronik vizör) ile optik vizör arasında artı ve eksi durumlar hala var. EVF de çekim pozlamasını ve renklerini de görebilmek bir avantaj. Optik vizör ise her şartta size karşı tarafı gözünüz gibi gösteriyor. Elektronik vizör gözünüz gibi olmadığı için karanlık ortamlarda görüntüyü size göstermeye çalışırken şartlarını zorluyor ve bu bize kalitesiz bir görüntü olarak çıkıyor. Bu bahsettiğim şey tamamen ışıksız ortamlardaki şartlar için geçerli. Yıldız pozlayım derseniz vizör ya da lcd den çıplak gözle gördüğünüz yıldızları görmek çok zor. Yıldız pozlamadığım için bu benim için sorun değil. Uzun kullanım testinde makinanın maharetlerini tüm yıla dağılmış bir şekilde ve değişik koşullara göre deneyimlediğimden istisnai durumlardaki kabiliyetini de görmüş oluyorum. Fujinin Hybrid vizör diye bir teknolojisinin gerçekten çok işe yarayan bir şey olduğunu farkettim. Bu arada X-T1 de hybrid vizör yok. Yani X-T1 istediğinizde optik istediğinizde elektronik olmuyor. X pro-1, X100s-t gibi modellerde var. Bu farkındalığı ise Erciyes’de fotoğraf çekerken yaşadım. Normalde karla kaplanmış bir araziye baktığınızda gözümüzün bunu dengelerken zorlandığını hepimiz biliriz. (benim bilimsel açıklamam da ancak bu kadar olur 🙂 Yani şöyle.. Kara alışan gözümüzle cep telefonu ekranına baktığımızda daha zor görürüz. Benzer bir durumu elektronik vizörle de yaşanıyor. LCD ekrandan zaten görmeyi beklemiyorum ama aynı görüntü kaybını vizörde de yaşamak beni biraz şaşırttı. Görüntüyü sadece seçebiliyorsunuz, detayları göremiyorsunuz..Görüntüyü daha açık seçik görmek için EVF parlaklık ayarı arttırılabilir gerçi ama ben o zaman uğraşmayıp bildiğim yoldan gittim. Yok ben ayarlamam ama yine de aynasız kullanmak istiyorum diyorsanız Fujifilm X -pro ya da x100 serisine yönelmeniz gerekecek.

X-T1 18-135 mm  İlk izlenimlerde dokunmatik ekran olsaymış keşke demiştim.. Ama eksikliğini hiç hissetmedim. Aksine beni yavaşlatacağını bile düşünmeye başladım. Yani bir elimin deklanşörde diğer eliminde LCD ekran üzerinde olması çekim pozisyonunu kaybetmenize neden olabilir. Yine de bazı durumlarda avantajı olacaktır. Yani olsun da biz yine de gerektiği durumlarda kullanalım. Çektiğim fotoğraflar üzerinde gezinme, gerektiğinde büyütme gibi işlemleri yine hızlıca yapmak mümkün. İzleme menüsü ile ilgili çok seçenek var ama genelde slayt vs gibi şeylerle hiç uğraşmadığım için yorum yapmam doğru olmayacaktır. İSO tekerinin (yine teker dedim ama umarım doğrudur) altında yer alan ayarlar ise çok akılcı bir yerde duruyor.. Seri çekim yapmam gereken çok durum oldu. Tek hareketle extra bir arayışa girmeden ordan yapabilmek çok pratik geldi bana. Yine aynı yerden panorama, çift çekim gibi ayarlarda yapılabiliyor.. Makinanın ön sol tarafına yer alan fokus modları ise yine olması gerektiği yerde. Sürekli netleme, manuel netleme ve otomatik netleme ayarlarını yapabiliyorsunuz. Bana doğru koşan atlarda AF-C modunu epeyce test ettiğim söylenebilir. Netleme de hiç sorun yaşamadım. Gelelim en önemli konuya, fotoğraf kalitesine.. Benim bu makinayı benimsememe neden olan en önemli faktör fotoğraf kalitesi. Kolay kullanım, hacim küçüklüğü ve hafifiliği gibi konular elbette güzel şeyler ancak kalitesi iyi değilse benim için hiç bir anlamı yoktur. RAW çekip üzerinde tonlama yapan ve belli yöntemler uygulayan biri olarak olmazsa olmazlarım var. X-T1 bir konu hariç tüm beklentilerimi ve ihtiyaçlarımı karşıladı. Daha önceden FF kalitesine alışmış biri olarak APSC sensörde bunu yapabileceğimi düşünmezdim. Aynasız makinalara genellikle seyahat ve tatil makinası gözüyle bakmak gibi bir eğilimimiz var. Belki de bunu markalar yanlış reklam ve pazarlama faaliyetleri nedeniyle oluşturmuş olabilir. Fakat X-T1 seyahat makinası gibi durmuyor. Profesyonel ihtiyaçları karşılayan bir makina. Zaten seyahat makinası dediğimiz şey biraz da anı fotoğraflarını kaydetmeye yönelik cihazlar. Bunu küçük herhangi birmakina sağlayabilir. Daha küçük ve daha hafif sensörlü makinalar o anlamda daha isabetli bir tercih olacaktır. X-T1‘in sağlamaya çalıştığı şey full frame konforunu küçük bir gövdede sağlatmaya yönelik gibi duruyor. Bildiğim kadarıyla da planları arasında bu yüzden FF bir makina yok. İlk izlenimlerimde karşılaştığım fotoğraf kalitesi farklı koşullarda da bana benzer bir deneyim sağladı. Az ışıklı, çok ışıklı, sisli , tozlu, yağmurlu, karlı her ortamda özellikle bu yönüyle de inceledim.

Detay verebilme kabiliyeti üst seviyede. Renkleri ve geçişleri çok güzel veriyor. Bahsettiğim bir konu ise makinanın açık gri tonları beklediğim gibi verememesi. Orta ve koyu tonlarda ton geçişlerini çok iyi alabiliyorum ama beyaza yakın grilerin beyaza dönüştüğüne şahit oluyorum. Bunu en çok da güneşli bir havada bulutların arasına saklanmış bir güneşi çekerken farkediyorum. Normalde güneşin parlaklığının 10,9,8… şeklinde basamak basamak azalması gerekirken 10,10,8,7.. şeklinde azaldığını gözlemliyorum. Yani arada bir basamak ton kayıp ve beyaza dönüşmüş durumda. Bu konuda bir güncelleme çok iyi olacaktır. Bu bahsettiğim sorun aslında bir çok makinada var. Sadece FF ve düşük pikselli makinalarda pek yok. Çünkü onların Dynamic Range aralığı haliye yüksek. X-T1’in de bu yönünün iyileştirilmesi makinayı çok daha iyi hale getirecektir. Bu durumun belki de bilmediğim bir çözümü vardır. Bu konuda da ilgili kişiler belki bu yazıya istinaden yardımcı olabilirler. Yumuşak ışıklarda bu sorunlarla karşılaşmadığımı da belirteyim.

Dynamic Range aralığı beyaz tonlara doğru azaldığını gözlemliyorum

X-T1  İSO performansına diyecek söz yok. Büyük rahatlık. Acaba burda makina yeterli gelir mi? Noise oluşur mu? gibi sorularla uğraşmıyorsunuz. 1600 İSO’ya kadar gönül rahatlığı ile kullanabiliyorsunuz. Teknik ayrıntıları çok fazla bilmiyorum ancak bu makinalarda farklı bir sensör teknolojisinin kullanıldığını biliyorum. İlgilenenler farklı yazılardan ya da incelemelerden konuyu araştırabilir. Çoğu düşük ışık koşullarında İSO ayarını autoya getirerek çekim yapıyorum. İSO’nun yükselmesinden endişe duymuyorum. Wİ-Fİ artık olmazsa olmaz özelliklerden bana göre. Zaman zaman benim de çektiklerimi anında paylaşmam gerektiği durumlar oldu. Wİ-Fİ özelliği sayesinde dosya aktarımını rahatlıkla mobil cihazlarıma yapabildim. Makinayı uzaktan kumanda etmek için de telefonunuza yüklediğiniz uygulamayı kullanabiliyorsunuz. Netleme ve çekim değişkenlerini telefon üzerinden de yönetmek mümkün. Ancak Apple Store mağazasında Fujifilm diye arattırdığınızda Fuji’nin yaptığı ve birbirine benzeyen 3-4 uygulama ile karşılaşıyorsunuz. Bunların hepsini ben indirmiştim. Ama içlerinden sadece biri benim makinayla eşleşiyor. Hepsinin ikon resmi yeşil olduğu için de her defasında şaşırıyorum 🙂 Neden silmiyorsun diğerlerini diye sorabilirsiniz. Cevabım basit.. Unutuyorum 🙂 Uygulamaların Cam Remote, Camera APP, Photo Receiver gibi isimleri var. Bence bu uygulamalar tek başlıkta toplanmalı. Farklı amaçları olsa da tek uygulamadan erişmek bence daha efektif olacaktır.

Uzaktan kullanım

Biraz da Lens deneyimlerimden bahsetmek istiyorum. Kullandığım lensler; 18-135 mm (sık kullandığım) 23 mm 1.4 (favorim) 10-24 mm (keyif aldığım) 55-200 mm (olmalı) Bunların dışında 18-55 mm, 50-230 mm ve 56 mm 1.2 ile de çekim yapma şansım oldu.. Son zamanlarda en fazla kullandığım lens ise 18-135 mm oldu.. Lens kullanımım için çıkış noktamda öncelik odak aralığı. Bu yüzden sahada hızlı bir akış ve değişken durumlarla karşılacağımı öngörüyorsam 18-135’i takıyorum. Lensin sevdiğim özelliği ise 5 kademeli titreşim önleme sisteminin olması. Normalde VR, IS kullanırken etkisini bu denli hissetmemiştim. Kullandığım lensler içinde en etkili titreşim önleme teknolojisine sahip diyebilirim. Bunu test etmek için titireşimi en çok hissedeğim seviye olan 135 mm değerine getirip belirli aralıklarda alacakaranlıkta çekim yaptım. 1/15 ve 135 mm değerinde tüm çekimlerim net çıktı.  Lensin dezavantajı ise diğer lenslere göre büyük olması. Sistemi biraz büyütmüş oluyorsunuz. Ama 18-55 de benim icin yetersiz bir aralık olduğundan 18-135 büyük olmasına rağmen bana daha yakın geldi. 18-135 mm Örnek Çekim..

10-24 ise olmazsa olmaz lenslerimden biri. Son zamanlarda çekimlerimi İnstagram ortamında paylaşıyorum. Kare formatta İstediğim sonuçların çoğunu ise bu lensle elde ediyorum. Tarzım gereği belli açılarda ve yüksekliklerde çekmem gerekiyor. Bulutlarda dramatik bir etkiyi elde edip, modellerin fotoğraf içindeki ölçeğini de korumak istiyorsam bu lensden başkası çözüm olmuyor. Yine modelin ayağını arka plandan kurtarmam için modele yaklaşmam gerekiyor. Yine dramatik etkiyi kaybetmeden bunu ancak 10-24 mm ile sağlayabiliyorum. Ayrıca geniş açıdan kaynaklı zaten extra bir dramatik etki veriyor. Lensin keskinliği ve kontrast seviyesi ise ortalamanın üstünde. Çok keyif aldığım bir lens..

10-24 mm Örnek Çekim…

23 mm 1.4 ise favori lensim.. 23 mm ile çekeceğim konular diğer çekimlerime nispeten daha az. Ama onu yanımdan ayırmıyorum. Zaman zaman yaşamın içine girip kareler çekiyorum. 23 mm’lik açı tam olarak yaşama temas eden bir aralığa sahip. Gelmiş geçmiş usta belgesel fotoğrafçıların neden sadece bu lense yöneldiğini daha iyi anlıyorum. Daha önce herhangi bir makinanın 23 mm sini kullanmadım. Bunu ilk defa Fuji’de kullanıyorum. Elimdeki lensler içinde en keskin sonuç veren lens bu. Portre çekimlerimi bu lensle yapmaya gayret ediyorum. 56 mm de etkili bir aralık olmasına rağmen 23 mm ile çekilen portre benim için daha etkili. Çünkü sadece yüzden oluşan portre fotoğrafları çekmiyorum. Çektiğim insanların yaşamlarından çeşitli unsurları da kadraja dahil etmek istiyorum ..56 mm Fujifilm kullanıcılarının en popüler objektifi fakat benim çok fazla ilgi alanıma girmedi henüz. Çünkü o yönde çekimlerim olmuyor. 23 mm Örnek Çekim..

55-200 mm ise tele ihtiyacımdan kaynaklı olarak yanımda bulundurduğum bir lens. Bir süre 50-230 mm kullandım ama giriş seviyesi bir lens olduğu için kontrast ve keskinliğini beğenmemiştim. Ama yine de açısından kaynaklı olarak çekimler yapmıştım..

50-230 mm Örnek Çekim..

 

Kısaca kullandıkça daha çok alışıyorsunuz. DSLR kullanmak çok zor gelmeye başlıyor. Yeni bir makina arayışına girmiyorsunuz . Bunun yerine  gelecek güncellemelere yoğunlaşıyorsunuz.  X-T1, ileri ya da orta seviye bir amatör fotoğrafçının tüm ihtiyaçlarını karşılar nitelikte.  Bu süreçte tanıdığım bazı arkadaşlarımın FF setlerini terk edip aynasız modellere  geçtiklerine şahit oldum. Sanırım birkaç yıl içinde aynasız fotoğraf makinalarının oranı DSLR kullanıcılarından daha fazla olacak.

 

Orjinal fotoğraflara bakmak isteyenler linkten indirebilirler.

https://www.dropbox.com/sh/trdtpbynunim7j4/AADrp6EZOIn7spJReT6kKAyPa?dl=0

 

2015 Haziran ayında çıkan 4.0 güncellemesi ile ilgili bilgi ve deneyimlerimi okumak için tıklayın..

http://huseyintaskin.com/fujifilm-x-t1-4-0-guncelleme/

Fotoğraf Eğitimleri Üzerine..

Bu konu eğitmen, eğitimcinin eğitimi , katılımcı beklentisi, eğitim süresi, eğitim yeri, eğitim niteliği gibi birçok açıdan ele alınabilecek bir konu. Hepsine değinmek yerine özellikle gözlemlediğim konularda bir şeyler söyleyebilirim. Fotoğrafı bir eğitim programıyla öğrenmek ve geliştirmek isteyen için kabaca 3 evreden söz edebilirim: Temel eğitim, ustalık kazanma ve fikirsel üretim.

Ülkemizde belki de en az sorun olan “temel eğitim” sürecidir. Çünkü temel konularda bilgili eğitmenlerimiz olduğu kadar, teknik anlamda size her türlü bilgiyi kısa sürede verecek kaynaklar da fazlaca var. Bunun için internetteki kısa bir aramadan sonra bir çok eğitim videosu, teknik makale ve teknik tartışmalara ulaşılabiliyor. Ayrıca fotoğraf dergileri ve eğitim DVD’lerinden de istifade edilebilir. Temel eğitim seminerleri ülkemizde ortalama 1-1,5 ay sürüyor.

İkinci evre olan ustalık edinme dönemi, mevcut teknik bilgilerin refleks haline dönüşmesini sağlayan ve bu bilgilerin bir konuya dahil edildiği dönemdir. Fotoğraf ekipmanları bu dönemde vücudun bir uzantısı haline dönüşür. Kişinin üzerindeki teknik baskı artık yoktur. Karşılaştığı bir durumda ekipmanlarını nasıl yönetmesi gerektiği konusunda fazla düşünmez. Onu ilgilendiren daha çok kafasındaki görüntüyü doğadan çalmaktır. Ustalık evresinde fazla tekrar esastır. Ancak bu şekilde bilgiler pekiştirilir. Bu sayede düşünceyi işgal eden teknik ayarlamalar fotoğrafçı için bir yük olmaktan uzaklaşarak, fotoğrafçının çekeceği konuya odaklanmasını sağlar. Ustalık edinme nispeten daha uzun bir süre isteyen, eğitimcisine çok iş düşüren bir dönemdir. Ülkemizde kişisel ya da dernek bünyesindeki çeşitli atölyelerle bu konuda çalışmalar yapılıyor. Ama sayıları çok az.

Kişilerin yaratıcı yönlerini açığa çıkaracak koşulların sağlanacağı “fikirsel üretim” evresinde ise ustalık dönemindeki “konu” odaklı çalışma yerini “fikir” odaklı çalışmaya bırakır. Bu evrede özellikle fikir ve estetik üzerine yoğunlaşılır. Yaratıcılık, öğretilecek bir şey olamayacağından, buradaki katılımcıların belirli bir olgunlukta olması avantaj sağlar.

Bu üç aşamadan eksikliği en çok hissedilen bana göre ustalık dönemidir. Yeterli teknik bilgiye sahipsiniz ama sonuçlara yansıtamıyorsanız ustalık eksikliğindendir. Yarış atı denilebilecek bir fikir, yanlış ya da eksik uygulamalardan dolayı sütçü beygirine dönüşebilir. Etrafımıza baktığımızda fotoğrafçıların çoğunluğunun sadece kısmi bir teknik bilgiye sahip olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu da fotoğraf denilen şeyin ne olduğu konusunda bir aldatmaca yaşatıyor. Örnek vermek gerekirse.. Tarihe damgasını vurmuş belgesel fotoğraflarda altın oran arayan, ufuk çizgisi eğri mi acaba diye ölçen, kurgusal marifetleriye ortaya harika işler çıkaran dehaların fotoğraflarını “bunlar doğal değil, Photoshop” diye yorumlayan, Vietkonglu gerillanın öldürülme sahnesine baktığında enstantene süresini anlamaya çalışan bir sonuç ortaya çıkıyor. Kısacası tüm fotoğraf olayları teknik bir zemine çekilerek yorumlanmak isteniyor. Neticede herkes elindeki bilginin yeterli olduğu yanılgısını yaşıyor ya da kasten yanıltılıyor. Kasten yanıltma ifadesini özellikle kullandım. Fotoğraf denilen şey eğer ki teknik bir başarıysa ülkemizde çok sayıda fotoğraf sanatçısı, üstat vs var. Eğer ki fotoğraf fikirsel dayanağı olan estetik kaygılar güden bir uğraş ise o zaman ortada üstat da kalmaz, fotoğraf sanatçısı da. Yani teknik düzlem birçoğu için insanı yormayan, güvenli bir alandır. Bu yüzden “fotoğraf” bazıları tarafından öyle zannetiriliyor. Etik olarak, eğitmenler, katılımcıların fotoğraf hedeflerini teknik şablonlara hizalamaktan kaçınmalıdır.

Sosyolojik bir tespit olarak da yaygın bilgi vasat bilgidir. İnternetten arama motoruna “iyi fotoğraf nasıl çekilir” diye yazdığımızda, maddelere ayrılmış pratik önerilerden onlarcasına ulaşabiliriz. Elbette bu maddeler, birbirine benzeyen kolaycı bilgilerdir. Karşımıza çıkan bu sonuçlarda “kalite” ve “iyi” kavramlarının teknik düzeyde ele alındığını unutmamak gerekir. Vasat düzeydeki kişisel gelişim öğretilerini anımsatan, “10 maddede iyi fotoğraf çekmenin sırları”, “kaliteli fotoğraflar için 20 ipucu gibi ” yönlendirmelere çok fazla itibar edilmemelidir. Çünkü “kolay”, “zahmetsiz”, “hemen” gibi ifadeler fotoğrafın değil çoğunlukla endüstrinin dilidir. Endüstrinin derdi ise herkesi fotoğrafçı zannetirmektir.

Diğer bir hata ise fotoğrafın, fotoğraf kitaplarından öğrenileceği yanılgısıdır. Oysa ki hayat deneyimlerimiz, farklı branşlardaki bilgilerimiz ve hayal gücümüz, fotoğraf kitaplarından daha çok yardımcı olur bize.

E-Kitap

Sevgili okurlarımız merhaba, Fotoritim eKitaplarının -muhtelemen- sonuncusu olacak bir çalışma ile karşınızdayız bu kez. Uzun yıllara yayılmış yayın maceramızda, kendisini eskiden beri tanıdığımız ancak birlikte çalışma fırsatını ancak geçen sene bulabildiğimiz sevgili Hüseyin Taşkın’ın yine dergimizde sunduğumuz fotoğraf yazılarını biraraya getirerek eYayın yapma fikrimiz vardı. Bu yayın belki de kaderin bir cilvesi dergimize uzun bir ara verip, veda ettiğimiz bir döneme denk geldi. Bizi yakınen takip eden ve yayınlarımızı okuyan okurlarımızın bileceği üzere, eKitaplarımızı yazarı, fotoğrafçısı ile bir söyleşi yaparak sunmaya gayret ediyoruz. Keza ekranlarınıza gelen bu kitap için de aynısını düşünmüştük. Ancak eposta ortamında başlayan fotoğraf sohbetimiz öylesine genişledi ve bir manada da derinleşti ki, nihayetinde yazılardan oluşmasını düşündüğümüz kitabın altyapısını oluşturdu. Fotoğrafçı Hüseyin Taşkın’ın yazar yönünün yanı sıra söyleşiyi okuduğunuzda da göreceğiniz gibi fotoğraf üzerine sade, net, anlaşılır ve samimiyete dayanan felsefi yönünü de sizlere aktarmış olduk. Netice itibariyle konu ne olursa olsun aslında esas konu “insan”, bunun dışında yer alan her şeyin dönüp dolaşıp geldiği yer de insan oluyor. İnsanı tanımak ve anlatmak için fotoğraf bunun için bir araç. Ve bizler bu “insan”ı tanıma, bir başka deyişle kendimizi tanıma yolculuğumuzda bu kez insana Hüseyin’in kelimelerinden ve objektifinden bakıyoruz. Bu keyifli eKitap ile sizi baş başa bırakıp, Hüseyin Taşkın’a dergimiz adına teşekkürlerimizi sunuyoruz…

Fotoritim

Sevgilerimizle, http://issuu.com/fotoritim/docs/ht

Hakkımda

1979 Kayseri – Sarız doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Sarız’da tamamladım.  Lisans eğitimimi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünde yaptım.Okul sonrası sektörel bir dergide Foto-Muhabir olarak görev aldım. Sonrasında reklam fotoğrafçılığıyla ilgilenmeye başladım. Serbest olarak fotoğraf ve tasarım işleriyle uğraştım.

Halen özel bir şirkette reklam fotoğrafçılığı  yapıyorum.  2015 yılında Fujifilm tarafından  X-Photographer olarak seçildim. 2017 yılında Fujifilm  Global tarafından kendi ismime özel seri numaralı objektif yapıldı.

İnsani yardım kuruluşu adına düzenlediğim ve iki farklı yerde sergilenen “Kahverenginin Yoksul Tonları” , bozkır duygusunu simgeleyen  “Kırsal Düşler” ve Tokyo’da açılan “Kış Manzaraları” isimli fotoğraf sergilerim var. Karma fotoğraf sergilerinde de fotoğraflarım sergilenmiştir. Ulusal ve Uluslararası fotoğraf yarışmalarında jüri üyeliği yapıyorum.  Deneysel video çalışmaları ve mini belgesel yapıyorum.  Çalışmalarımı güncel olarak Instagram hesabımdan paylaşıyorum. Fotoğraf hakkındaki serüvenim ve düşüncelerim  için sayfanın aşağısında yer alan  röportajlara göz atabilirsiniz.

kontrast@gmail.com

PTT HAYAT

-Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Doğup büyüdüğünüz yer, eğitimiz, ilgileriniz…  1979 Kayseri Sarız doğumluyum. Sarız Kayseri’nin en küçük ve kendisine en uzak ilçesidir. Sadece Kayseri’ye değil birçok şeye uzaktı. Ama bu uzaklığın henüz o yıllarda farkına değildim. Sarız’ın ne kadar küçük olduğunu İstanbul’da kazandığım üniversiteye gidince anladım. O yaşıma kadar dışarıyla temas kurmamış olmanın etkisiye  yaşadığım […]

FujiWalk

Söyleşi link https://fujiwalk.net/roportaj-huseyin-taskin/ Bildiğiniz gibi Fujiwalk blog’da yazdığımız inceleme ve teknik yazılar dışında öncelikli olarak X photographerlar ve diğer x Kullanıcısı arkadaşlarla yaptığımız röportaj ve portfolio paylaşımlarına başladık.  Bu haftaki konuğumuz sevgili Hüseyin Taşkın. Siz de Fujifilm Official X-Photographer Hüseyin Taşkın’ı biraz daha yakından tanımak, hayata ve fotoğrafa bakışı hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz kendisiyle […]

X-Photographer

Huseyin Taskin (Turkey) Huseyin Taskin was born in 1979 in Sariz, Kayseri. Graduated from Marmara University Faculty of Communications, Journalism and now studying Photo & Video for masters degree. Still living in Kayseri, he’s an advertising photographer and the head of studio in a company besides being a founder member of Atölye 9 Visual Arts […]

Gold Mustang

Холодные горы, снег, ветер и небольшой городок Сарыз с населением меньше 10 тысяч человек. Такая она – настоящая, некурортная Турция. В двух часах езды город Кайсери, который в путеводителях прозвали воротами в Каппадокию – регион для настоящих туристических гурманов, с воздушными шарами и марсианским ландшафтом. Хусейн Ташкын родом из этих мест. Могущество пейзажей, окружавших его […]

Digital SLR Magazine

Fotoğraf serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı? Fotoğrafçılığa ilk ne zaman bulaştığımı düşündüğümde hafızamı zorlamam gerekiyor. Sakin bir ilçede sakince yaşayan insanlardık. Ağabeyim 1990 yılında (ben henüz 11 yaşlarındayken) bu sakinliği bozacak bir hamle yaptı. Bir sabah yaşadığımın evin salonunda daha önce görmediğim bir takım aletler, ışıklar olduğunu gördüm. Anlaşılan ağabeyim ilçeye fotoğraf stüdyosu kurmak […]

İstandist Magazine

İstanbul & Istanbul Dergisi Fotoğraf Ustaları: Hüseyin Taşkın Röportaj: Didem TOPAL   Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz? 1979 Kayseri- Sarız doğumluyum. İlköğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tamamladım. Bir süre İstanbul’da çalıştıktan ve orada yapamayacağımı anladıktan sonra Kayseri’de yaşamaya başladım. Şu anda özel bir sektörde reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. […]

Fuji Passion Magazine

  Özgeçmişiniz anlatır mısınız? (Hüseyin Taşkın, could you please give us a brief introduction about yourself?)   1979 Kayseri /Turkey doğumluyum. Kayseri’de yaşıyorum. Marmara İletişim fakültesi Gazetecilik bölümü mezunuyum. Şu an reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. I was born in Kayseri, Turkey and I live in Kayseri. I am graduated from Marmara University Journalism Department of Communication […]

Akşam Gazetesi

MEHMET EMİN DEMİREZEN emin.demirezen@aksam.com.tr Çektiği fotoğraflarla sosyal medyada Anadolu’yu adeta bir masal diyarına dönüştüren fotoğrafçı Hüseyin Taşkın’la fotoğraf yolcuğuna dair sohbet ettik.  Yazının asıl kaynaktaki linki  Seni biraz tanıyabilir miyiz? Nasıl başladın bu fotoğrafçılık sevdasına? Kayseri’nin çok bilinmeyen, uzak bir ilçesi olan Sarız ilçesinde doğdum. Küçükken bana fotoğraf nasıl bir şey diye sorsaydın; insanın sadece […]

Mai Dergi

  Yazının asıl kaynağındaki linki Hüseyin Taşkın ile Keyifli Bir Sohbet ‘’Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla […]

Skyroad Magazine

  Fotoğraf çekmeye başlamanızın bir hikayesi var mı ve ilk karenizi hatırlıyor musunuz yoksa farkında olmadan bu dünyanın içinde mi buldunuz kendinizi? Amin Malouf’un Doğunun limanları isimli kitabında, kitabın kahramanı olan İsyan kendi hayatını anlatırken “benim hayatım ben doğmadan çok önce başlamıştı” diye bir ifade kullanmıştı. Tıpkı İsyan gibi, aslında hepimiz gibi ben de böyle […]

Gitmiş Gibi Oldum

Röportaj orijinal sayfası için tıklayın Hani bazı fotoğraflar vardır dostum, kimi zaman kalbinde bir çizik atar, kimi zaman da bir dünya güzeline bakan behlül gibi seni büyüler…. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneğinde (AFSAD) 1. kur eğitimine başladığımda eğitmenimiz Sevgili Mebrur Hatunoğlu hocam bir dersimizde “cümlesi olan fotoğraf” üzerine vurgulama yaparak, konuşan, dolu dolu mesajı olan fotoğrafın […]