İstandist Magazine
İstanbul & Istanbul Dergisi
Fotoğraf Ustaları: Hüseyin Taşkın
Röportaj: Didem TOPAL
Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?
1979 Kayseri- Sarız doğumluyum. İlköğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise Marmara
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tamamladım. Bir süre İstanbul’da çalıştıktan ve orada
yapamayacağımı anladıktan sonra Kayseri’de yaşamaya başladım. Şu anda özel bir sektörde
reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Elbette kendimden bahsetmeye bu sözlerle başlamış
olursam tam anlamıyla kendimden bahsetmiş olmam 🙂 Bunlar benim yaptığım şeyler. Beni
yapan şeyler ise aslında yapamadığım, beceremediğim şeyler. Örneğin yaşamayı
beceremiyorum. Çıkış yolları arıyorum. Bu dünyaya her ne için gelmişsem henüz onu
yapmamışım gibi bir his var içimde. Bütün yaptığım ettiğim şeyler ise o boşluğu doldurmadığı
gibi her yeni deneyim daha fazla bir boşluk yaratıyor. Kısacası ben de henüz kendimi
yakından tanımaya çalışıyorum.
Sizin fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı?
Küçük yaşlarda başladı. Ama bu hikaye benim değil ağabeyimindi. Ben sadece dahil oldum.
Ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapmaya başlayınca, önce bu hikayenin çırağı, çok
sonra da hikayeyi sahiplenip, kahramanı oldum. Erken yaşlarda bana bulaşan görsel takıntı,
çok zaman sonra bir ifade biçimine dönüştü. Benim fotoğrafa asıl başladığım zaman; fotoğraf
çektiğim ilk anlara değil , fotoğrafla ilgili düşünmeye ve yazmaya başladığım zamanlara denk
gelir. Çünkü ancak ondan sonra çektiğim fotoğrafların içine kendimi ve yorumlarımı
koyabildim.
Her fotoğrafçının bir tarzı olduğu aşikar. Sizin fotoğraflarınızı Hüseyin Taşkın fotoğrafı
yapan şeyler nelerdir?
Fotoğraflarımı arka tarafından görüyorum. Aslında bu soruya fotoğrafın önünü gören
izleyicilerin yanıt vermesi daha iyi olurdu. Bir izleyicinin fotoğrafıma bakarken neden
ağladığını, aynı fotoğrafa bakan başka birinin ise neden umutla dolduğunu, ancak onların iç
dünyasıyla açıklayabiliriz. İnsan bir şeye bakarken sadece gözleriyle değil geçmişiyle birlikte
bakıyor. O fotoğrafa asıl anlamını yükleyen şeyin, fotoğrafın kompozisyonu, ışığı ya da
dramatik etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bir fotoğrafın anlamı çoğunlukla geçmişimizle
şekilleniyor.
Fotoğraflarımı çekerken bu fotoğraf, Hüseyin Taşkın fotoğrafı kriterlerine uygundur, değildir
diye bir yaklaşım sergilemiyorum. Ama sonuçta ortaya birbirine benzeyen yaklaşımlar
çıkıyor. Benzer renkler, benzer nesneler, benzer tercihler… Bunları biraz olsun cümleye
dökebildiğimde ise şu tespitleri yapabilirim. Genellikle yerel unsurları, düşsel bir atmosfere
taşımaya çalışıyorum. Onu kendi dünyasından koparıp, iç dünyama ve haliyle başkalarının iç
dünyasına taşıyorum. Bunu yaparken bazı tonları, bazı atmosferleri ve belirli yüzleri tercih
ediyorum. Bugün baktığınız fotoğrafların tamamı bu tercihlerin sonucudur.
İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken,
kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikaye olarak neler arıyorsunuz?
Önceleri sarı renklerin peşinde koşardım. Beni çok heyecanlandırırdı. Bendeki coşkuya denk
gelirdi. Fotoğraflarımın arka planı hep sarının tonlarından oluşuyordu. Ön planda ise genelde
kırsalın çocukları ve hayvanları vardı. Onların oyunu, bakışı ya da gündelik hayatları benim
fotoğraflarımın çatısını oluşturuyordu. Aslında renkler dışında bugün de benzer bir eğilimim
var. Renklerim ise daha mat ve derin bir hale geldi. Sarı-turuncu gibi pozitif renklerin
duyguları ezmesinden endişe ediyorum artık. Elbette kendime bir yasak koymadım bununla
ilgili ama tercih hakkımı genelde “gri” den yana kullanıyorum. Özel hikayeler aramıyorum.
Rutin ve sıradan anları tercih ediyorum.
Fotoğraf çekerken en çok neye dikkat ediyorsunuz? Düşündüğünüz kareleri yakalamak için
neler yapıyorsunuz?
Doğru zamanda doğru yerde olmaya özen gösteriyorum. Çoğu zaman bunu şans olarak
açıklarız. Ama bana kalırsa bu bir yorumdur. Eğer doğru zamanda doğru yerde olmayı
başarabilirsem fotoğrafım büyük oranda bitmiş oluyor. Geriye sadece küçük teknik detaylar
kalıyor.
Fotoğraf çektikten sonra onları gözden geçirirken de çok şey öğreniyorum. Bazı
fotoğraflarıma uzun uzun bakıyor ve inceliyorum. Bu sayede bir sonraki çekimimde hangi
anların üzerinde yoğunlaşmam ya da vazgeçmem gerektiği konusunda hız kazanıyorum.
Ekipmanlarımın hızlı ve taşınabilir olmasına özen gösteriyorum. Birçok konuda düzensiz
sayılırım ama fotoğraf çantamı düzenli tutarım.
Türkiye’de fotoğrafçılığın gelişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bazen bir sokağın başında oturur önümden gelip geçen insanlara bakarım. Ucuz bir
marketten haftalık alışverişini yapmış eli poşetli kadının nerelerde oyuncu olmaktan
vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Köşebaşında yolcuyu kapma telaşındaki taksicinin yönetmen
olma isteğinden ne zaman vazgeçtiği konusunda tahminler yürütürüm. Kahvede bulmaca
çözen gencin neden yazar olmaktan vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Diğerinin neden bilim
insanı olmaktan, bir öbürünün senarist, bir başkasının tiyatrocu olmaktan neden vazgeçtiğini
anlarım aslında. Bütün bu saydığım hayaller sabır ister, bu sabrı geçindirecek düzenli bir gelir
ve en önemlisi de sizi bu yönde destekleyecek bir aile, bir çevre ister. Herkes hayallerinin
peşinden koşacak kadar cesaretli olmayı henüz öğrenmemiş olabilir. Çünkü korkunun içine
doğan insanların cesareti kavraması bile uzun zaman alır. Her ne kadar bu saydığım hayaller
kişisel bir serüven gibi görünse de kollektif bir duruşun sonuçlarıdır. Ülkemiz vazgeçen
insanlarla doludur. Ama biz onlara yeteneksiz olarak bakmayı tercih ederiz.
Dijital fotoğrafçılığın gelişmesiyle beraber fotoğraf çekmek kolay bir hale geldi. Instagram
kullanımının yaygınlaşmasıyla da birçok yeni sanatçımız oldu. Siz bu gelişmeleri nasıl
yorumluyorsunuz?
İnsanların bir araya gelmesine olanak sağlayan bir çok platform var. Instagram’da aslında
bunlardan sadece biri. Onu öne çıkaran şey, orayı kullananların sayısı ile açıklanabilir. Belki
çok daha iyi yazılımlara sahip uygulamalar vardır ama kimse tercih etmediği için yeterince
farkında değilizdir. İnsanların bir araya geldiği, kendini özgürce ifade edebildiği, kimsenin
tekelinde ve güdümünde olmayan mecralar daha çok tercih ediliyor. Önceden birinin size
mikrofon tutması gerekiyordu. Artık herkesin kendi mikrofonu ve kendi prensipleri var. Kendi
sesini duyurmak için bir başkasına ve bir başkasının kurallarına ihtiyacı yok. Eğer
Instagram’da gün gelir “buralar benim ve benim istediğim gibi yapın” derse, insanlar
kendisine başka mecralar yaratacaktır. İnsanlar artık bir bankaya ihtiyaç duymadan para
gönderip, alabiliyor. Yine bir bankaya ihtiyaç duymadan para basabiliyor. Sanırım yakın
gelecekte birçok şey devletlerin, medyaların ve kurumların kontrolünden çıkacak. Bireyler
kendi değerlerini inşa edecek. Yine de bütün bunların insanları özgürleştirdiğini söylemek
güç. Bir haliyle kapitalizmin bireyi öne çıkaran başka bir versiyonunu yaşayacağız. Başka bir
ifadeyle özgürleştiğimizi zannederken, özürlüğün içini boşaltıyor olabiliriz.
Ben de Instagram sayesinde bir çok nitelikli fotoğrafçıyı keşfettim. Sadece televizyon izlenilen
zamanlarda yaşasaydım konuk edilen, söyleşi yapılan birkaç fotoğrafçı haricinde belki de
kimseden haberim olmayacaktı.
Fotoğrafın ve videonun tılsımlı dünyası teknoloji ile birlikte biraz harcıalem oldu. Bazen bu
duruma tepkisel yaklaşabiliyoruz. Kolaylaşan her şeyin, masumiyetini yitirdiğine
inanabiliyoruz. TRT zamanlarındaki gibi bir filmi sadece haftada bir gün ağlaya ağlaya
izlediğimiz, bir müziği 60’lık bir kasedin içinde defalarca kederlenerek dinlediğimiz ve
fotoğrafa 36 kareden oluşan bir Kodak albümüne iç çekerek baktığımız günlerde de hayat
yeterince masum değildi. Biz sadece o kadarını görebiliyorduk.
Fotoğraf çekimleriniz esnasında başınızdan geçen bir anınızı İsytanbul&Istanbul dergisi
okuyucularıyla paylaşmak ister misiniz?
Hangi anım ilginçti diye uzun uzun düşündüm. Ancak bulamadım. Fotoğrafa yeni başladığım
dönemlerde böyle bir soru gelseydi muhtemelen hafıza kartı olmadan çekimlere gittiğimi,
gece geç saatlerde araçla çamura saplandığımı, birçok kuytu yolda tedirgin kayboluşlarımı,
utanç verici kovulmalarımı anlatabilirdim. Ancak bunlar sıradanlaşınca bunları bastıracak bir
ilginçlik şu anda aklıma gelmedi. Okuyucuları da sıkmak istemem 🙂
Fotoğraf ne kadar doğruları (gerçeği) gösterir yansıtır?
Bilmem. Milyarlarca yıldız içinde, on milyarlarca gezegenden biriyiz. Bir gezegen içindeki
minicik bir alet gerçeği ne kadar gösterebilirse o kadar gösterir.
Bence fotoğrafa böyle bir misyon yüklemek onu elimizde ağırlaştırır. Herşeyi bir arada
göremediğimizde, kesitlerden sonuca ulaşıp sadece varsayımlarda bulunabiliriz. Fotoğraf
kesittir. O kesit bir gerçeği mi vurguluyor? Yoksa başka bir gerçeği mi gizliyor? Bunu sıradan
izleyiciler olarak bilemeyiz.Ben fotoğrafa daha rahat bir açıdan bakıyorum. Fotoğrafın bir yorum aleti olduğunu
varsayıyorum. Herkes yaşama kendi doğrusunu sunabilir.
Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı?
Bu dönem fotoğraf çekmeye daha az zaman ayırıyorum. Söyleşi ve çeşitli fotoğraf
buluşmalarına katılıyorum. Fotoğrafla ilgili projelerim yok. Hiç bir zaman da olmadı. Sanki
gün gelip sıkılıp, başka şeyler yapacakmışım gibi geliyor bana.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!