PTT HAYAT

-Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Doğup büyüdüğünüz yer, eğitimiz, ilgileriniz… 

1979 Kayseri Sarız doğumluyum. Sarız Kayseri’nin en küçük ve kendisine en uzak ilçesidir. Sadece Kayseri’ye değil birçok şeye uzaktı. Ama bu uzaklığın henüz o yıllarda farkına değildim. Sarız’ın ne kadar küçük olduğunu İstanbul’da kazandığım üniversiteye gidince anladım. O yaşıma kadar dışarıyla temas kurmamış olmanın etkisiye  yaşadığım çatışma haliyle biraz sert oldu. Bildiğim çoğu şeyin orada  bir karşılığı, bildikleri her şeyin de ben de bir karşılığı yoktu. Bu çatışma ileri yaşamımdaki çoğu şeyi etkileyecekti. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, gazeteci olma hayaliyle geldiğim bir yerdi. Ama henüz okurken o mesleği yapamayacağımı anladım. Çünkü hayallerimde durduğu gibi durmuyordu. Belki de İstanbul beni boğuyordu. Gazeteciliği bahane ediyordum. Bunu bilemiyorum. Geçmişteki duygularımla ilgili net konuşamıyorum. Onları hatırlamadığım için değil, daha çok o duyguların bana ait olup olmadığından emin olamadığım için yapıyorum bunu. Hatırladığım ve emin olduğum tek duygu öfkeydi.  En çok da kendime karşıydı. Herkes gibi net cümleler kuramayışıma, planlar yapamayaşıma sinirleniyordum. Sanki herkes biliyordu da, bir tek ben bilmiyordum bu hayatı yaşamayı. 

 -Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı? Sizi fotoğraf çekmeye iten neydi?

Henüz başlardayken, kendimi yeterince keşfedemediğim  yıllarda bu soruya “ideal” yanıtlar verdiğimi farkettim. Fotoğraf çekmeyi çok sevdiğimden, görüntülerin beni etkilediğinden, insanlara görmediği başka bir ayrıntıyı, başka bir duygu halini göstermekten keyif aldığımı ve buna benzer güzel cümlelerden bahsederdim. Yanıt gibi duran bu cümleler elbette yanlış değildi. Ama tam olarak sorunun cevabı değildi.  10 yaşındayken o sabah eve gelen ve hayatımda ilk defa gördüğüm bazı şeyler, ben henüz farkında olmasam da beni fotoğrafa başlatmıştı.  Bazı şeyler dediğim şeyler, ağabeyimin eve getirdiği stüdyo ekipmanlarıydı. Yamuk taslar, eğri ve aşınmış hatta yer yer paslanmış ayaklıklar, tozlu demir yığınlarıydı bunlar.  Ağabeyim Kayseri’de kapanan bir studyonun ekipmanlarını ucuza kapatmış ve ilçede fotoğraf yapmaya karar vermişti. Bu kararına, babamın verdiği yüksek sesli yanıt uyandırmıştı zaten o sabah beni. “Götür geri ver”.  Götürüp geri verseydi ya da o sabah o eve başka bazı şeyler gelseydi muhtemelen fotoğrafa değil başka şeye başlayacaktım. Gerçek bu.

İstanbul’da ne olduğumu ve ne yapacağımı aradığım yıllarda  fotoğraf makinasını tekrar elime aldım. Ama bu defa vesikalık ya da topluluk fotoğrafı çekmeyecektim. İstanbul Şişhane’de avize fotoğrafları çeken bir fotoğrafçının yanında asistanlık yapmaya başladım. Şanslıydım. Avizelerin renk geçişleri, parlaklıkları, yansımaları bana renk ve ışık konusunda çok şey öğretti. Bu çalışma şeklini sevmiştim.  Nihayet bir çıkış yolu bulmuştum ve alternatif bir yaşam gerçekleştirebilirdim. Buna rağmen fotoğraf makinası ile para kazanmak beni sadece meslek sahibi yapar. Fotoğrafın duygularımı ifade etmek için bir argüman haline gelmesi ise çok daha sonra oldu. 

 Fotoğrafla ilgili amatör dünyayla tanıştım. Etkinliklere katıldım. Doğada fotoğraf çekmeye başladım. Bu yolculuklarda çok sevdiğim hocalarım ve fotoğrafçı arkadaşlarım oldu. Böyle böyle kendi dünyamı inşa ettim. Sonra da bunu göstermek istedim. Böyle bir dünya da var demek istedim. 

Başlangıç bu şekilde oldu. Elbette zamanla değiştiği ve dönüştüğü yerler oldu. Kendi dünyam değiştikçe fotoğrafların renkleri de değişti. 

 -Aynı zamanda video da çekiyorsunuz. Hangisi daha keyifli? 

Her ikisi de çok keyifli benim için. Video hayatıma sonradan girdiği için daha çok heyecanlanıyorum. Sadece görüntüye değil, seslere de kulak kabartmak gerekiyor. Sadece çekmek yetmiyor, görüntüleri sıralamak da duygu akışını değiştiriyor. Sanırım ilerleyen zamanlarımda video, fotoğraftan daha çok yer kaplayacak hayatımda. 

-Fotoğraflarınızda karla kaplı düzlükler, kuzular, atlar görüyoruz çoğunlukla. Yaşadığınız toprakları bir fotoğrafçı olarak insanlara aktarmak nasıl bir his?

Aslında var olan dünyanın topraklarını, yaşamlarını aktarmak gibi bir derdim hiç olmadı. Ben kendi kurduğum  hayali dünyanın topraklarını, yağmurlarını, bulutlarını,  kendi halindeliğini ya da koşuşturmasını  aktarmaya çalışıyorum. Bu imgeleri aktarmaya çalışırken de kendi ayak  izlerimden faydalanıyorum. Hepsi benim platom, oyuncum, dekorum. Başka bir ülkede yaşasaydım şüphesiz başka oyuncularım olacaktı. Nihayetinde hepsi birer araç benim için. Ama deneyimlediğim, bildiğim enstrümanlarla fotoğrafı yapmak beni daha çok mutlu ediyor. Fotoğrafımız izleyen kişinin ülke ülke gezmesinden ziyade o duygudan bu duyguya bir seyahat yaşamasını umut ediyorum.  Fotoğraflarım coğrafyayla ilgilenmiyor. 

Hatta bazen fotoğraflarımın etkisiyle yanıma gelen arkadaşlarım hayal kırıklığı yaşıyor. O fotoğrafların, o coşkunun bu coğrafyada olmadığını söylüyorlar. Garip şekilde bu beni mutlu ediyor. Çünkü aslında çektiğim şey zaten oranın fotoğrafı değildi.   

 -Fotoğraf çekerken sizi besleyen en önemli unsur ne?

Tabi ki  yaşamın kendisinden besleniyorum. Yani fotoğraf çekmediğim zamanlardaki yaşadıklarımdan. Bu her şey  olabilir. Ama en çok çatışmalar ve hayat içindeki sıkışık duygular fotoğrafa yön veriyor.  Buna beslenmek demek doğru mu tam olarak emin değilim. Çünkü sırf kendimi beslemek için gönüllü olarak çatışmalar ve sıkışıklıklar yaşıyor değilim. Sürekli fotoğraf çekerek fotoğraflarım gelişmiyor. Aksine durduğum zamanlarda üzerine koyuyorum  

 -Bir röportajınızda Roland Barthes’in Studium ve Punctum ayrımına değiniyorsunuz? Sizin için önemli olan fotoğraftaki anlam mı yoksa bizi etkileyen, vurulduğumuz anlar mı? Bu konuyu biraz açar mısınız?

Fotoğraflarımın ışığı çoğunlukla geçmişin gölgesinde beliriyor. Yani beni ben yapan şeylerle fotoğraf çekiyorum. Ama izleyen de kendisini kendisi yapan şeyler ile fotoğrafı izliyor.  Her ne kadar o fotoğrafı çeken kamera benim gözümde olsa da, izleyen de kendi kamerasıyla fotoğrafı izliyor. Kendisiyle ilgili şeyleri tarıyor. Yani fotoğrafımın içinde bir fotoğraf da kendi çekiyor. Bazen her ikimizde aynı fotoğrafı çekiyoruz. Bazen ise bambaşka alemlerde geziniyoruz. Dramatik bir şekilde fotoğrafçı çektiği fotoğraflarda çoğu zaman hala yalnızdır.  Gerek kendisini ifade etmek için, gerekse anlatma ihtiyacını gidermek için çıktığı bu yolda, herkes fotoğrafından bir parça koparıp başka bir ifadeye dönüştürüyor. Bunu bile bile bir fotoğrafçı neden hala fotoğraf çekip bunu diğerleriyle paylaşır? Bence fotoğraf diğerlerine gösterilen ama göstermek için çekilen bir şey değil. İçerisinde “diğerleri” diye bir kaygı barındırmayan kişisel bir yansımadır. 

-Çektiğiniz fotoğrafların üzerinden zaman geçtikçe tekrar tekrar bakıp “ışığı daha güzel ayarlayabilirdim, başka lens kullansaydım bu karede” gibi şeyler söylüyor musunuz? Yani fotoğrafları roman ya da şiir gibi yeniden değerlendirmek mümkün mü sizin için?

Fotoğrafın çekildiği anlar ve koşullar doğası gereği emsalsizdir O an ve o ışık hiçbir zaman tekrarlanmayacaktır. Çünkü karşımda bir tiyatro yok. Bugün yanlış objektifle çektim, yarın doğrusuyla çekeyim dediğimde bu mümkün olmayacak. Çünkü yeniden aynı oyun sahnelenmeyecek. Çekimleri tamamladıktan sonra memnuniyet duygusunu çok nadir yaşarım. Yolunda gitmeyen bir şeyler  mutlaka vardır.  Ben çekimlerimde doğal ışık kullanıyorum. Güneşe ve diğer kontrol edemediğim koşullara bağımlıyım. Daha önce bahsettiğim kendi dünyamın ışığını beklemek zorundayım. Yılın belirli zamanlarında, bazen rüzgarla birleşen, bazen sisle ve tozla harmanlanan bu ışıkla karşılaştığımda ise işi sansa bırakmamak için defalarca çekerim. Objektifimi değiştiririm, bakış yerimi değiştiririm. O kısa zamanda olabildiğince varyasyon denerim. Yine de eksik kalır. Sürekli kendi içinde gelişen ve derinleşen bir süreç bu. Başlarda kabaca unsurların peşindeyken, zaman geçtikçe derinlerde yer alan değişimleri fotoğraflamakla ilgilenmeye başlıyor insan. 

-Fotoğraf ve ışık ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Bir yorumlama aracıdır. Fotoğrafın iki boyutlu dünyasını derinleştirmek için de, mekanik çıktısını canlandırmak için de ışığın gücünden isfitade ediyoruz. Sabit bir mekandaki sabit bir objeyi bile gün içinde değişen ışıklarla farklı duygulara evirebiliriz. Somut dünyayı soyutlaştırmaktır, kişiselleştirmektir.  Esas olan ışığın kendisi değil bizim onu kullanış biçimimizdir. Fotoğrafa ilk başladığım yıllarda ışığın kendisini çekerdim. Çünkü o zamanlarda “fotoğraf ışıktır” diye tanımlamalar sıkça yapılırdı. Ben de bu öğretilerin etkisinde lezzetli ışıkların peşinde koşardım. Işığı güzel bir fotoğraf çektiğimde, fotoğraf denilen şeyi çektim zannederdim.  Fotoğraflarımda yeterince ışık vardı  ama  “ben”den hiç yoktu. Fotoğrafın en iyi ışığı yakalama yarışı olmadığını anladığımda, ışığın büyüsüne de kendimi kolay kolay kaptırmıyorum artık. 

-Sizin için ışık ya da karanlık fotoğraflarınızı nasıl etkiliyor? Çekim esnasında ışık kadar karanlıktan da besleniyor musunuz?

Aslında ışığın nasıl görüneceğine kendisi değil, karanlık karar veriyor. Bir mum ışığı gündüz farklı, gece farklı görünür. Aynı mum aynı güçte yanmasına rağmen onu saran karanlığa göre etkisini değiştiriyor. O halde burada belirleyici olan ışık mıdır, karanlık mıdır?.Ben fotoğrafı oluşturmaya karanlıktan başlıyorum. Örneğin kapalı havada fotoğrafa çıkıyor ve son anda kendisini gösterecek güneş ışığını bekliyorum. Rutin olan güneşin hep belirli bir yörüngede doğup batması. Rutin olmayan ve düzensiz olanlar ise bulutlar, sisler, yağışlar. Yani kısmen de olsa yorum payımızın olduğu unsurlar bunlardır. Mesleğim gereği de fotoğrafçılık yapıyorum. Tabiki orada tamamen yapay ışık kullanıyoruz. Aydınlatmak istediğimiz dekorun kimliğini yansıtabilmek için ışığın nereye düşeceğinden ziyade nereye düşmeyeceği üzerinden denklem kuruyoruz. Işığı kesen düzeneklerle koyu alanları belirliyoruz. Işığı gösterebilmek için karanlığı dizayn ediyoruz.

Güneşin yoğun olduğu koşullarda zorluklar yaşıyor musunuz? Nasıl çözümler üretiyorsunuz?

Güneş ışığının sert olduğu saatlerde fotoğraf çekmiyorum. Bu, o saatlerde fotoğraf çekilemez anlamına gelmemeli. Günün her saatinde fotoğraf çekilebilir. Tamamen içsel bir durum. Ben daha yumuşak bir üslup kullanıyorum. Renklerimin de ışığımın da yumuşak olmasını istiyorum. Anlatacağım şeyleri bağırarak değil bir fısıltıyla söylemek istiyorum. Bahar ve kış aylarında nispeten daha elverişli bir atmosferle karşılaşıyorum. Yazın ise çok nadir. Örneğin bu yaz iki ya da üç kere fotoğraf çekmeye çıktım. Çekmek zorunda olmadığım için bir çözümde üretmiyorum.  

Günümüzde mobil fotoğrafçılık oldukça yaygın. Bir tarihi eserin önünde fotoğraf çekerken “ters ışıkta duruyorsun, güneş arkanda kalıyor” diyen insanların sayısı arttı diyebiliriz aslında. Sizce çok fotoğraf çekerek sosyal medya aracılığıyla anında paylaşım yapmak doğayla ya da nesnelerle olan ilişkimizi değiştiriyor(etkiliyor) mu? 

En başta dünya küçüldü. Seyahatler arttı. İnsanların dokunduğu, dinlediği ve gördüğü şeylerin sayısı arttı. Çoğunlukla bir nesneyi değerli yapan onun az olmasıdır. Az görülmesidir. Ama günümüzde en başta az olanlara hücum edildi. Haliyle bugüne kadar tasarlanmış önem haritası da değişmiş oldu. İlk başlarda Eyfel Kulesi, Galata kulesi gibi yerler gidilmesi gereken yerler listesindeydi. Ama artık ücra yerlerdeki bilinmeyen ya da az bilinen yerler önem kazandı.  Sosyal medya bir anlamda insanın keşfetme dürtülerini kışkırttı. Elbette bunu imaj olarak yapanlar da var sahici olarak yapanlar da var. Kendini keşfetmek için doğayı keşfeden insanlar bence en doğrusunu yapıyor. Bunun üzerine belki çok daha fazla konuşulabilir ama fotoğraftan epeyce uzaklaşabiliriz 🙂

-Fotoğrafı iyi ya da kötü olarak değerlendirmediğinizi biliyorum. Peki iyi ışık ya da kötü ışık var mıdır? Yoksa makinelerin teknik kapasitesi arttıkça mı bunu düşünmeye başladık? (daha önceki ışıkla ilgili sorularda sanki bunu da yanıtlamış oldum. Bu soru geç kaldı biraz 🙂

-Bir koleksiyonunuz var mı? Fotoğraf, pul vb.?

Bir koleksiyonum yok 

-Peki mektup yazıyor musunuz?

En son sanırım 20 yıl önce yazdım.

FujiWalk

Söyleşi link https://fujiwalk.net/roportaj-huseyin-taskin/

Bildiğiniz gibi Fujiwalk blog’da yazdığımız inceleme ve teknik yazılar dışında öncelikli olarak X photographerlar ve diğer x Kullanıcısı arkadaşlarla yaptığımız röportaj ve portfolio paylaşımlarına başladık. 

Bu haftaki konuğumuz sevgili Hüseyin Taşkın. Siz de Fujifilm Official X-Photographer Hüseyin Taşkın’ı biraz daha yakından tanımak, hayata ve fotoğrafa bakışı hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz kendisiyle yaptığımız keyifli röportajı aşağıdan okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar 

Fujiwalk :Fotoğrafçı olmanız için size ilham veren şey nedir?

Hüseyin Taşkın: Dağlardı… Dağların kendisi değil arkasındaki bilinmezlikti. Dağlarla çevrili bir yerde küçük bir ilçede doğdum ve dağların arkasını görmeden uzun bir süre orada yaşadım. Dağların arkası için meraklandım ve hayaller kurdum. Bu duygular benim ilham kaynağımdır. Sınırların ve zamanın ötesine fotoğraflarla ulaşabiliyorum. Sınırları kırabiliyorum. Bu da bana haz veriyor. 

Fujiwalk :Fotoğraf ile ilgili bir eğitiminiz var mı? Kendi kendinize mi öğrendiniz yoksa ikisinden de biraz mı?

Hüseyin Taşkın: Fotoğrafa bir öğrenme süreci olarak bakamıyorum. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir uğraşa öğrendim demek de benim için tuhaf olurdu.  Onu öğrenmiyorum sadece kullanıyorum. Fotoğrafı kullanırken ondan sadece istediklerimi alıyorum. Bilgi biriktirmiyorum. Ne kadar bilmem gerekiyorsa o kadar öğrendim. Bunu çoğunlukla kendi kendime yaptım ama bana faydası olacak eğitimlerden de istifade ettim. 

Fujiwalk :Fotoğraf hayatınız boyunca size yardımcı olduğunu düşündüğünüz bazı şeyleri (dersler, kitaplar, atölye çalışmaları vb.) ve ayrıca bu yolculuğun üstesinden gelmenizi engelleyen bazı şeyler olduysa bunları da paylaşır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Esasında, üstesinden gelinmesi zor olan şeylerin üstesinden gelmeyi başarabildiğimde, bunun fotoğrafa yansıması çok daha güçlü oluyor. Bir uğraşıyı keyifli hale getiren onun için verilen mücadele ve harcanan zamandır diye düşünüyorum. Başlangıç yıllarımda felsefe içerikli kitapları okuduktan sonra bıraktığı tatsız duygu ve üzerimde oluşturduğu baskı beni harekete geçiriyordu. Çünkü bazı kitaplar çelişkilerimi, tutarsızlıklarımı ve isteklerimi sert bir şekilde yüzüme vuruyordu. Kısacası elimden tutan unsurlar değil beni iten unsurlar bana daha çok yardımcı oldu. 

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın hayatınızı iyileştirdiğini düşünüyor musunuz? Öyleyse nasıl?

Hüseyin Taşkın: Bu sorunun bende tam bir karşılığı yok. Çünkü emin değilim. Hayatıma etkisi oldu ama ne yönde oldu bilmiyorum. Farklı farklı uğraşlar yaşadığım paralel hayatlar yaşasaydım bunu cevabını daha net verebilirdim. Örneğin hiç fotoğrafa bulaşmayıp başka bir şeyler yaşasaydım hayattan aldığım haz daha mı çok olurdu bunu bilemiyorum. Elimizde bir hayat var her şeyi yaşayıp karşılaştıramıyoruz. Sadece geçmişimizle kıyaslamak da bence doğru değil. İlla ki geçmişle şimdiki zamanımız arasında kazanım gibi görünen avuntular hep olacaktır. 

Fujiwalk :Özellikle fotoğrafçılardan bahsedersek, geçmişten ve günümüzden etkilediğiniz veya hayran olduğunuz kişiler var mı?

Hüseyin Taşkın: Saygı duyduğum, işinden etkilendiğim birçok fotoğrafçı var. Ama yakın temasta bulunup beni etkileyen hocalarımı başa yazarım. Çerkes Karadağ, Handan Tunç ve Tekin Ertuğ… Tam da ihtiyaç duyduğum dönemlerde yorumlarıyla fotoğraf yolculuğuma yön vermişlerdir.

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın hayatınızdaki anlamı nedir? Ne işe yarıyor?

Hüseyin Taşkın: Bu konuda kafam karışmaya başladı. Eskiden çok anlam yüklü, iddialı cümleler kuruyordum. Ama şimdi bu kadar keskin cümleler yok fotoğraf hayatımda. Keyif alıyorum, haz alıyorum. Çekerken de, izlerken de, paylaşırken de…

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın ticari tarafıyla mı uğraşıyorsunuz, yoksa sanatsal yönü ile mi?

Hüseyin Taşkın: Her iki tarafında da yer alıyorum. Mesleğim aynı zamanda reklam fotoğrafçılığı. Zamanımın büyük kısmını aslında mesleğim olan fotoğrafçılık alıyor. Sadece sanatsal yönü ile uğraşmak isterdim. Ama onu finanse etmem gerekiyor. 

Fujiwalk :Hangi fotoğraf tarzını çalışırken kendinizi buluyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Doğa diyesim geliyor ama doğa fotoğrafçısı sayılmam. Doğayı kullanıyorum. Çok kullandığımız fotoğraf kategorilerinde kendimi göremiyorum. Manzara, portre, sokak, soyut, vahşi yaşam vs. Tıpkı sinemada olduğu gibi işin duygusuna göre bir kategori olsaydı çok daha rahat kendimi bir yerde hissederdim. Ama yine de bir tanımlama yapabilirim sanırım. Dramatik atmosferler, yerel yaşam unsurları ve çoğunlukla hayvanların da yer aldığı ütopik bir duygunun peşindeyim. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğraf üretirken farklı projeler üzerinde mi çalışıyorsunuz yoksa o anda hissetiğiniz duyguların fotoğraflarının peşinden mi koşuyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Şu ana kadar hiç proje odaklı çalışmadım. Fotoğrafa başı ve sonu belli olan bir görev bilinciyle yaklaşamadım. Fotoğraf çekmek istersem çekiyorum, istemezsem çekmiyorum. O anda da neyi çekmek istiyorsam onunla ilgileniyorum.  

Fujiwalk :Konunuzla ne kadar güçlü bir bağlantınız oluyor, bu bağlantıyı tanımlayabilir misiniz?

Hüseyin Taşkın: Tıpkı bir romanın içinde yaşıyor gibiyim. Önceki sayfalar, kendisinden sonraki sayfalarla ilgili ipuçları veriyor. Romanda yer alan karakterlerin yüzlerinin neye benzeyeceğini, ne iş yapacağını, nasıl bir yolda yürüyeceğini, mimiklerinin nasıl olacağını biliyorum. Demek istediğim, çektiğim her şeyle fiziksel olmasa da yakın bir ilişki içindeyim. O dünyaya girmem için bu dünyadan çıkmam gerekiyor. Yeterince bu dünyada kalırsam oraya tekrar girmekte zorlanıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafta tekrarlayan temalarınız (her daim çekmekten zevk aldığınız) nelerdir? Kısaca anlatır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Bulunmak istediğim yerlerle, fotoğraf çekmek istediğim yerler genellikle örtüşüyor. Dağlar, dağ etekleri, ırmak kenarları, geniş düzlükler… Zamanlarda örtüşüyor aslında. Yağmur, rüzgar ve toprak kokusu. Bunların olduğu zamanlarda bıkmadan ve hep aynı keyifle fotoğraf çekebilirim. Anlatırken bile canım çekti 

Fujiwalk :Bir konunun fotoğrafını çekerken kendinizi en rahat hissettiğiniz mesafe nedir?

Hüseyin Taşkın: Her zaman başaramasam da varlığımı hissettirmeyecek bir mesafede kalmayı tercih ediyorum. Doğal akışın devam etmesini istiyorum. Konuya yeterince yaklaşırsam, kendimden uzaklaşma ihtimalim artıyor. Ben başkalarının dünyasını çekmiyorum. Onlardan kendi dünyama uygun olanları alıyorum. O yüzden mesafeyi iyi ayarlamam gerekli. 

Fujiwalk :En sevdiğiniz odak uzaklığı nedir? Neden?

Hüseyin Taşkın: Tek bir açıyla fotoğraf çekmek zorunda kalsaydım bu 35 mm (FF) olurdu. 

Fujiwalk :Son zamanlarda kullandığınız kamera ekipmanları nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Fujifilm X-T3, 10-24 mm, 16-55 mm ve 50-140 mm. Drone olarak da Mavic Pro.

Fujiwalk :Fotoğraf makinanızla aranızdaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Sadece bir araç mı yoksa aranızda güçlü bir bağ var mı?

Hüseyin Taşkın: Elbette sevmediğim bir fotoğraf makinasıyla da istediğim görüntüyü alabilirim. Ama bu bana keyif vermez. Benimsemem gerekli. 

Fujiwalk :Fotoğraflarınızda genellikle siyah beyaz mı yoksa renkli mi tercih ediyorsunuz? Sebebini açıklayabilir misiniz?

Hüseyin Taşkın: Nadiren siyah beyaz fotoğrafım vardır. Renklerin gücünden de istifade etmek istiyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafta çekim sonrası işlemlere nasıl bakıyorsunuz, sizin için ne kadar önemli? (Photoshop, Lightroom vb.)

Hüseyin Taşkın: Onu yapmazsam fotoğrafım eksik kalır. Yorum süreci henüz bitmemiş gibidir benim için. Olmazsa olmazdır. Fotoğrafı çektiğimde, yapacağım son dokunuşları hesap ederek çekiyorum. O son dokunuşu yapmazsam istediğim sonuç oluşmaz. 

Fujiwalk :Fotoğraflarınızda kendinize has bir tonlama fark ediliyor, bu tonlama hangi duyguların dışa vurumu? Neleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Tam bir tespit yapmam zor. Çünkü tonlama yaparken milimetrik farklılıklarda bile birinin diğerinden daha uygun olabileceği refleksiyle yaklaşıyorum. Refleks diyorum çünkü her hareketime tanı koyamıyorum. Akıp gidiyor. Bunu çok fazla düşünmedim. Ama emin olduğum sadece bir şey söyleyebilirim: Sakin tonlamalar insanın iç dünyasına diğerlerine nispeten daha rahat sızabilir. 

Fujiwalk :Ara sıra fotoğraflarınızı bastırıyor musunuz? Dijitalden ziyade, baskı almanın daha iyi hissetirdiğini düşünüyor musunuz?

Hüseyin Taşkın: Bizim gibi albümlerle duygusal bağı olan bir kuşak için elbette basılmış fotoğrafın hissi daha güçlü olacaktır. Eski fotoğraflar deyince bunların bizdeki karşılığı sararmış aile albümleridir. Bence bu tamamen kültürel bir durum. Yeni nesil için böyle bir kıyaslama yapılmayacaktır. Çünkü yeni neslin eski fotoğrafı Facebook albümleri olacaktır. En fazla, “nerede o eski düşük çözünürlüklü fotoğrafların tadı” diyeceklerdir  Uzun zamandır ben de fotoğraf bastırmıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafınız çekilirken nasıl hissedersiniz?

Hüseyin Taşkın: Çok rahat hissetmem. Hemen bir başkası olurum  Bir an önce bitsin isterim…

Fujiwalk :Tek başınıza mı yoksa yanınızda bir arkadaşınızla mı fotoğraf çekmeyi tercih ediyorsunuz? Sebebini açıklar mısınız?

Hüseyin Taşkın: Benim için ideali, benzer duygulara sahip olduğumuz birkaç arkadaşla yol almak. Zaman içinde gide gele en idealinin bu olduğuna karar verdim. Çünkü sadece fotoğraf için yol almıyoruz. Sohbet ediyoruz, eğleniyoruz. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken müzik dinler misiniz? Müziğin görsel deneyimi geliştirdiğini düşünüyor musunuz? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Doğadayken yanımda biri müzik açmışsa özellikle kapatmasını isterim. Doğanın sesini ya da o ortamın sesini duymak isterim. Müzik dinlediğimizde bizi alıp başka yere götürür ya, ben zaten ordayım. Müzik ve fotoğraf arasında pozitif bir bağ olduğunu sanmıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekmekten en çok keyif aldığınız bölgeler nereler?

Hüseyin Taşkın: Aladağlar ve Toroslar. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken günün hangi saatleri sizin için önemli, kısaca anlatır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Dramatik atmosferler için kapalı havalar daha cazip sonuçlar almamı sağlıyor. Bulutsuz havalarda neredeyse çekmiyorum. Gün içinde de sabah ve akşam saatlerini tercih ediyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafçı olmanın en zor tarafı size göre nedir?

Hüseyin Taşkın: Fotoğrafçı olmanın kendisi zor bence. Ekonomik nedenlerle bu uğraşıyı yapmak, zamana yaymak, konuyu derinleştirmek, seyahat etmek ve mesai ayırmak çoğu insan için mümkün değil. Çoğumuz fotoğrafçı değil, fotoğraf çeken kişilerdir. 

Fujiwalk :Kendinizi biraz yavaşlamış ve kaybolmuş hissettiğinizde yeniden çalışmaya başlamak için nereden veya nelerden ilham alıyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraf çekmeye verdiğim aralar beni acıtmıyor. Neden fotoğraf çekemiyorum diye kendimi kaybolmuş ya da yavaşlamış hissetmiyorum. Aksine sürekli fotoğrafın içinde kalmak insanı körleştirir. Gözlem yapma ve deneyimleme yeteneklerini azaltır. Fotoğraf dünyasının dışından alıp, fotoğraf dünyasına aktaran kişiler kişileriz. Dışarıdan almak için hayatımızın bazı dönemlerinde fotoğrafın olmaması bence bir kazançtır. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken hangi sanat dallarından besleniyorsunuz, en çok hangisi ve neden?

Hüseyin Taşkın: İstediğim gibi  fotoğraf çekeyim diye bir film izlemedim. Ama izlediğim filmler istediğim gibi fotoğraf çekmeme fayda sağlamış olabilir. Tıpkı arkadaşça yapılan bir sohbetteki bir cümle gibi, pencereden sokağı izlediğim gibi, bir otobüs yolculuğu gibi… Beni değiştiren, dönüştüren her etkileşim, fotoğraflarımı da dönüştürür. En çok da kitaplar. 

Fujiwalk :Şu ana kadarki fotoğrafçılığınızdan ne kadar memnunsunuz ve kendinizde geliştirmek istediğiniz yönler nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Memnun olmadığım, sıkıldığım yerlere müdahale ederek yürüyorum. Video konusunda kendimi biraz daha geliştirmek istiyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf söz konusu olduğunda en büyük zayıflığınız nedir? Bunu geliştirmek için ne yapıyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Çok fazla seyahat edemiyorum. Az zaman ayırıyorum. Yani tam olarak yönetemiyorum. Bunu yapabilirsem kendimi daha iyi hissederim. Bunu geliştirmek için planlar yapıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf söz konusu olduğunda en güçlü yanınız nedir? Bu gücü nasıl beslediğinizi düşünüyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Hayır diyebiliyorum. Benimle örtüşmeyen görüntülere, konulara, ışıklara vs hayır diyebiliyorum. Bu da fotoğraflarımın belirli bir kıvamda kalmasını sağlıyor. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğrafçılığınız üzerinden değerlendirirsek yaptığınız işin başarılı mı yoksa başarısız mı olduğu konusunda kendinizi nasıl eleştiriyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Daha iyisini yapabileceğimi bildiğim için eksiklerimi fark ediyorum. Bu da yarınlar için motivasyon kaynağım oluyor. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekmiyor olsaydınız şu an ne yapıyor olurdunuz açıklayabilir misin?

Hüseyin Taşkın: Muhtemelen doğa aktivitelerinde yer alırdım. Günlerce doğada kalacağım bir uğraş olurdu.

Fujiwalk :Fotoğraflarınızı sergiliyor musunuz? Paylaşıyor musunuz? Çalışmalarınızı nereden takip edebiliriz?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraflarımı instagram adresinden paylaşıyorum.

i̇nstagram.com/huseyintaskin

Fujiwalk :En iyi fotoğrafçılık öneriniz nedir?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraflarınızı alkışlara, puanlara ve beğenilere göre tasarlamayın.

Fujiwalk :Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hüseyin Taşkın: Güzel sohbet için teşekkür ederim. Fujiwalk’un fotoğrafla ilgilenen insanlar için iyi bir enerji yaratacağına inanıyorum.

X-Photographer

Huseyin Taskin (Turkey)

Huseyin Taskin was born in 1979 in Sariz, Kayseri. Graduated from Marmara University Faculty of Communications, Journalism and now studying Photo & Video for masters degree. Still living in Kayseri, he’s an advertising photographer and the head of studio in a company besides being a founder member of Atölye 9 Visual Arts Institution. He has two solo exhibitions named “The Poor Colors of Brown” and “Rural Dreams” and an e-book, “Photo Writings”… For him , photography is just one instrument to question oneself and life.

Gold Mustang

Холодные горы, снег, ветер и небольшой городок Сарыз с населением меньше 10 тысяч человек. Такая она – настоящая, некурортная Турция. В двух часах езды город Кайсери, который в путеводителях прозвали воротами в Каппадокию – регион для настоящих туристических гурманов, с воздушными шарами и марсианским ландшафтом. Хусейн Ташкын родом из этих мест. Могущество пейзажей, окружавших его с самого детства, не могло не отразиться в его творчестве.

Текст: Азиза ДАМИРБЕКОВА фото: Хусейн ТАШКЫН

Героями многих ваших ра- бот стали лошади. Что они значат для вас?

Я чувствую духовную близость к ним. Когда я вижу их бегающи- ми по склонам гор, или спящими на ферме, я особенно ощущаю это. Это что-то вроде глубинного представления о самой жиз-
ни. Каждое животное на Земле по-своему красиво. Но у лоша- дей есть утонченность, которая привлекает людей. Они похожи на существ, которые не принад- лежат этому миру, которые ищут освобождения. Впрочем, я люблю всех животных. Мне, например, нравится наблюдать за сменой настроения у них. Я не считаю, что главные представления о жизни можно получить только благодаря человеку.

У вас очень много пейзаж- ных съемок. Как вы выбира- ете локации?

Обычно я выбираю опреде- ленные окрестности, потому что там я могу найти то, что мне по душе. Я хочу показать в своих фо- тографиях одновременно и спо-

койствие, и порыв. Самое важ- ное – прямой и ровный пейзаж. Именно там у меня получаются атмосферные работы. Также я стараюсь не акцентировать вни- мания на пространстве и време- ни, и предпочитаю беспорядок и даже некий хаос в своих работах.

Что вам важно показать в фотографиях?

Надежду. Я хочу показать, что жизнь, которую ведет каж- дый из нас, не является един- ственной из возможных. Всегда есть другие альтернативы.

Как вы планируете и орга- низуете съемки?

Я предпочитаю быть ближе к тем местам, где хочу снимать. Для этого у меня есть специ- альное туристическое обору- дование. В тех местах, где я собираюсь фотографировать,
я останавливаюсь в палатке,
и сама природа помогает мне душевно настроиться. В такие моменты, благодаря природе и тишине, все мои идеи и чувст- ва приближают меня к самому

себе. Когда я растворяюсь в природе – мои работы становят- ся такими же.

Я предпочитаю использо- вать такие природные образы в фотографиях, как туман, дым, снег и дождь. Я всегда вооду- шевляюсь, если могу поймать те атмосферные явления, которые можно наблюдать только не- сколько дней в году. Я всегда об- ращаю внимание на природную особенность пространства, это играет решающую роль. GM

Digital SLR Magazine

Fotoğraf serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Fotoğrafçılığa ilk ne zaman bulaştığımı düşündüğümde hafızamı zorlamam gerekiyor. Sakin bir
ilçede sakince yaşayan insanlardık. Ağabeyim 1990 yılında (ben henüz 11 yaşlarındayken) bu
sakinliği bozacak bir hamle yaptı. Bir sabah yaşadığımın evin salonunda daha önce görmediğim bir
takım aletler, ışıklar olduğunu gördüm. Anlaşılan ağabeyim ilçeye fotoğraf stüdyosu kurmak için,
başka bir stüdyocudan flaşlarını ve makinalarını satın alıp eve getirmişti. Benim hikayede ben
farkında olmadan başlamış oldu böylece. O gün eve ne gelirse ben de olacakmışım gibi duruyor 🙂
Kısacası fotoğrafın hayatıma girmesi tercihlerimin değil koşulların bir sonucu.
Tabiki fotoğrafın hayatıma girmesiyle, fotoğrafa başlamış olmuyorum. Fotoğrafa biraz yakın olması
ve biraz da maceracı olması sebebiyle Gazetecilik okudum. Ama gazeteceliğin kafamda
resmettiğim gibi durmadığını anladım. Takım elbiselerle plazalarda çalışamayacağımı
anladığımda gazetecilikten uzaklaşıp fotoğrafı mesleğim haline getirmeye uğraştım. Okuldan sonra
serbest olarak ürün çekimi ve katalog işleriyle uğraştım. Halen meslek olarak mobilya fotoğrafçılığı
yapıyorum. Fotoğrafçılığın mesleğim olması yine de kişisel fotoğrafçılık serüvenimin nasıl
başladığını özetlemiyor.
Kişisel fotoğraf ve meslek olarak yapılan fotoğraf -bana göre- keskin bir şekilde birbirinden
ayrılıyor. Neticede birinde bir siparişi, diğerinden ise kendi duygularınızı fotoğrafa aktarmaya
çalışıyorsunuz. Kişisel fotoğraf serüvenim ise bundan 4-5 yıl öncesine dayanıyor. Yaşadığım
şehirde çok fazla sıkıldığım için, nefes alınabilir yerlerde vakit geçirip oraları fotoğraflamaya ve
bundan da çok güzel bri haz almaya başladım. Zamanla oraları neden sevdiğimi, neden bunu
fotoğrafla aktarmaya çalıştığım üzerine düşünerek bu döngünün içine girmiş oldum.

Kayseri dışına fotoğraf çekimine gidiyor musunuz?
Mekan seçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çekim zamanı için belli bir kriteriniz var mı?
Fotoğraf için özellikle bri şehir tercihim yok. Dünya üzerindeki herhangi bir coğrafya fotoğraflarım
için sahne olabilir. Çünkü ben herhangi bir şehre, ilçeye, dağa, ovaya sahne olarak bakıyor ve onu
nasıl kullanacağımla ilgileniyorum. O şehrin benden önce neleriyle öne çıktığıyla ve nerelerinin
meşhur olduğuyla ilgilenmiyorum. Aksine meşhur yerlerden ve turistik olgulardan uzak durmaya
çalışıyorum.
Yine de özellikle tercih ettiğim mekanlar var. Sultan sazlığı, Hürmetçi Sazlığı, Aladağlar,
Kapadokya bunlardan başlıcaları. Genellikle geniş düzlükleri ve ıssız mekanları tercih ediyorum.
En sevdiğim mekanları soracak olursanız Sultan Sazlığı ve Aladağlar’ı listenin başında sayabilirim.
İç anadolunun ıssız, sakin ve derin duygusunu , kendimle harmanlayarak fotoğraflamaya
çalışıyorum. Burada doğan ve yaşayan biri olarak kendi duygularımı en iyi bu platolarda ortaya
çıkarıyorum.
Fotoğraflarımda sis, duman, toz, kar, yağmur gibi düşsel atmosferleri kullanmayı tercih ediyorum
genelde. Yaşadığım coğrafya ikliminden dolayı toz haricinde diğer atmosferleri bana çok vermiyor.
Ama yine de senenin bazı günlerinde oluşan bu atmosferleri bu mekanlarla birlikte yakaladığımda

yerimde duramıyorum. Sabırsız bir koşturmaya dönüşüyor. Daha önce not aldığım mekanların
zamanı geldiği için hızlıca hepsini çekme iştahıyla bazen elim ayağıma dolaşıyor.
Fotoğraflarımda yerel karakterleri kullanıyorum. Bu da mekan seçiminde belirleyici bir rol
üstleniyor. Örneğin daha önce sırf atmosferinden etkilendiğim için Hollanda’da fotoğraflar
çekmiştim. Zaman doğruydu, mekan doğruydu fakat dram eksikti. Fotoğraflarımdaki dramatik etkiyi
genellikle yerel karakterlerle sağlıyorum. Bu karakterler, çoçukluğumla özdeş ise elim makinaya
gidiyor. Diğer türlü yine çekmiyorum.
Çekim sürecimi özetlemek gerekirse; Öncelikle mekanları kafamda bir yere yazıyorum. Sonra
uygun hava koşullarının gelmesini bekliyorum. Sonra oraya gidip yerel karakterlerin fotoğrafıma
girmesini bekliyorum.
En çok sevdiğim zaman dilimi ise yağmur, öncesi ve sonrası.. Yağmur bulutları psikolojik olarak
beni gerçek dediğimiz yaşamdan soyutluyor.

Bir fotoğraf çekiminin hazırlık aşamasını nasıl yapıyorsunuz. Süreç nasıl işliyor?
Ekipman tercihiniz nasıl?
Yakın yerler haricinde çekim yapacağım yerde konaklamayı tercih ediyorum. Arabamın bagaj
kısmında kamp malzemeleri ve fotoğraf ekipmanlarım sürekli vardır. Bazen ansızın gitme fikri
oluşabiliyor. Malzemeleri tek tek toparlamak zaman kaybı olacağından bu yöntem işlerimi
kolaylaştırıyor. Fotoğrafı çekeceğim mekanlarda ya da ona yakın yerlerde doğada kamp yapmak
beni ruhsal olarak fotoğrafa hazırlıyor. Fotoğraf çekmeden önce ne kadar bana yaklaşırsam
fotoğraflarımla o kadar barışık oluyorum. Kendimi bana yaklaştıran düşünce ve duyguları, doğanın
sesleriyle ya da sessizliğiyle elde ediyorum. Kabul edelim ya da etmeyelim çoğumuz günlük
koşturmacaların içinde kişisel benliğimizi unutabiliyoruz. Mesailer, görevler ve toplumsal normlar
fotoğrafıma sinsin istemiyorum. Zaten bir anlamda bu normların dışına da biraz fotoğrafla
çıkabiliyorum. Ben samimi oldukça fotoğraflarım da samimi oluyor ve birbirimizi destekliyor,
dönüştürüyoruz. Ruhsal olarak hazır değilsem -diğer koşullar uygun olsa bile- motivasyonum
oluşmuyor ve fotoğraflar bana benzemiyor.
Çantamda her zaman iki makina olur. Her kisinde de birbirine denk gelmeyen odaklara sahip
objektifler takılıdır. Çekim esnasında çok hızlı hareket ediyorum. Bazen de çekeceğim konular çok
hızlı hareket ediyor. Her şekilde hıza ihtiyacım var. Hızlı lensler, hızlı makinalar ve hızlı hafıza
kartları benim ekipman takıntılarımın başında geliyor. Şu anda Fujifilm X-T2 kullanıyorum. Birinde
16-55 2.8, diğerinde ise 50-140 2.8 mm lens takılıdır. Bunun dışında nadir olarak 10-24 mm geniş
açı ve 23 mm sabit odaklı lensi kullanıyorum. Yaklaşık 3 yıldır aynasız sistem kullanıyorum. O
kadar alıştım ki aynalı sisteme yabancılık çekiyorum. Gittiğim yerlerde elektrik bazen olmadığı için
yanımda 6 tane yedek pil götürüyorum. 4-5 tane 64 gb UHS-2 destekli hafıza kartımı da sürekli
yanımda bulunduruyorum. Bunların dışında bir ekipman edinirken olmazsa olmaz kriterlerim ise şunlardır.

LCD açılır olmalı
Kaliteli video çekebilmeli
Kontrollerin tamamına yakınını gövdeden yapabilmeliyim.
Doğa koşullarına uygun olmalı. Yağmura, toza ve darbelere dayanıklı olmalı

Kısacası ekipmanlarımda pratikliği ve hızı tercih ediyorum. Bugün aynı sensöre sahip makinaların
genelde birbirine yakın fotoğraf kalitesi verdiğini gözlemliyorum. Çok küçük farklara sahip ISO ve
Dinamik alan değerleri benim için kriter değil.

Fotoğraf eğitimi veriyor musunuz?

Çok sık olmasa da zaman zaman farklı şehirlerde atölyelerim oluyor. Kısa süreli atölyeler
veriyorum. Ama bana kalırsa uzun zamana yayılmış fotoğraf atölyelerinin daha verimli olacağını
düşünüyorum. Ama hem benim açımdan hem de katılanlar açısından böyle bir zaman
yaratabilmek güç. Fotoğrafın derinlerine girince ancak o zaman hassasiyetler görünebiliyor ve
öznellik sağlanabiliyor. Bunun içinde zaman gerekiyor. Kendi atölyelerimde kendi fotoğraflarım
üzerinden bazı temel bilgiler aktarıyorum. Tonlarla ve renklerle çok ilgileniyorum. Genelde de bu
bilgileri paylaşıyorum.

Dijital düzenleme için hangi yazılımı tercih ediyorsunuz?
Fotoğraflarımı bilgisayardan Photoshop’la düzenliyorum. Çoğunlukla da işimi Camera RAW
penceresi üzerinden hallediyorum. Kendime pre-setler hazırlıyorum. Sharpen ve Noise giderme
için Nik Color eklentisini tercih ediyorum. Mobilde ise Lightroom ve Snapseed haricinde program
kullanmıyorum. Özellikle Lightroom’u mobilde çok pratik ve başarılı buluyorum.

Sosyal medya işinizi nasıl etkiledi? (siz de ne gibi etkisi oldu)
İşimi olumlu ya da olumsuz etkiledi diyemeyeceğim. Çünkü sosyal medyayı iş amaçlı
kullanmıyorum. Ama sosyal medya sayesinde bazı işler yapıyorum. Arada gelen işlerden
kazandığım parayı yine fotoğrafla ilgili oluşan masraflarıma harcıyorum. Ben bir fotoğrafçı olarak
Instagram’ı kullanıyorum. Haliyle de bana gelen işler fotoğrafik işler oluyor. Bazı markaların
fotoğraf ve video projelerini yapıyorum. İş olarak düşünseydim şayet bunun etkisinin olumlu
olacağı muhakkak.
Sosyal medya sayesinde tanınırlık olarak çok geniş bir kitle tarafından biliniyorum. Sosyal medya
hayatımıza girmeden önce tanınmanız için birinin size mikrofonu uzatması gerekiyordu. Ama artık
herkesin kendi mikrofonu var. Bu sayede fotoğraf camiası artık mecralar tarafından yönetilemiyor.
İsteyen herkes işlerini paylaşabiliyor. Bu yönden baktığımızda sanılanın aksine daha bağımsız ve
daha sahici olduğunu söyleyebilirim. Eskinden olsa adını duyamayacağım yetenekli fotoğrafçıları
Instagram sayesinde biliyor ve takip ediyorum.

Gelecek için projeleriniz neler?
Fotoğrafa biraz daha az zaman ayırıp biraz nefes almak istiyorum. Sürekli fotoğraf çekiyor olmak,
gözlem yapmayı engelliyor. Bazı zamanlar molalar verip tekrar dönmenin kendim için daha sağlıklı
olacağını düşünüyorum. Son zamanlarda video çekmek beni heyecanlandırıyor. Film
endüstrisinde kullanılan teknolojilerin, amatör ölçekte geliştirilmiş cihazları bu fikrimin oluşmasına
katkı sağladı. Örneğin 4K kalitesinde makinalar, titreşim önleme cihazları, mikrofonlar günümüzde
mobil ve bağımsız olarak projeler yapmak için hem fiyat olarak hem de ebat olarak uygun hale
geldi.

İstandist Magazine

İstanbul & Istanbul Dergisi
Fotoğraf Ustaları: Hüseyin Taşkın
Röportaj: Didem TOPAL

 

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?

1979 Kayseri- Sarız doğumluyum. İlköğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise Marmara
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tamamladım. Bir süre İstanbul’da çalıştıktan ve orada
yapamayacağımı anladıktan sonra Kayseri’de yaşamaya başladım. Şu anda özel bir sektörde
reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Elbette kendimden bahsetmeye bu sözlerle başlamış
olursam tam anlamıyla kendimden bahsetmiş olmam 🙂 Bunlar benim yaptığım şeyler. Beni
yapan şeyler ise aslında yapamadığım, beceremediğim şeyler. Örneğin yaşamayı
beceremiyorum. Çıkış yolları arıyorum. Bu dünyaya her ne için gelmişsem henüz onu
yapmamışım gibi bir his var içimde. Bütün yaptığım ettiğim şeyler ise o boşluğu doldurmadığı
gibi her yeni deneyim daha fazla bir boşluk yaratıyor. Kısacası ben de henüz kendimi
yakından tanımaya çalışıyorum.

Sizin fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı?

Küçük yaşlarda başladı. Ama bu hikaye benim değil ağabeyimindi. Ben sadece dahil oldum.
Ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapmaya başlayınca, önce bu hikayenin çırağı, çok
sonra da hikayeyi sahiplenip, kahramanı oldum. Erken yaşlarda bana bulaşan görsel takıntı,
çok zaman sonra bir ifade biçimine dönüştü. Benim fotoğrafa asıl başladığım zaman; fotoğraf
çektiğim ilk anlara değil , fotoğrafla ilgili düşünmeye ve yazmaya başladığım zamanlara denk
gelir. Çünkü ancak ondan sonra çektiğim fotoğrafların içine kendimi ve yorumlarımı
koyabildim.

Her fotoğrafçının bir tarzı olduğu aşikar. Sizin fotoğraflarınızı Hüseyin Taşkın fotoğrafı
yapan şeyler nelerdir?
Fotoğraflarımı arka tarafından görüyorum. Aslında bu soruya fotoğrafın önünü gören
izleyicilerin yanıt vermesi daha iyi olurdu. Bir izleyicinin fotoğrafıma bakarken neden
ağladığını, aynı fotoğrafa bakan başka birinin ise neden umutla dolduğunu, ancak onların iç
dünyasıyla açıklayabiliriz. İnsan bir şeye bakarken sadece gözleriyle değil geçmişiyle birlikte
bakıyor. O fotoğrafa asıl anlamını yükleyen şeyin, fotoğrafın kompozisyonu, ışığı ya da
dramatik etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bir fotoğrafın anlamı çoğunlukla geçmişimizle
şekilleniyor.

Fotoğraflarımı çekerken bu fotoğraf, Hüseyin Taşkın fotoğrafı kriterlerine uygundur, değildir
diye bir yaklaşım sergilemiyorum. Ama sonuçta ortaya birbirine benzeyen yaklaşımlar
çıkıyor. Benzer renkler, benzer nesneler, benzer tercihler… Bunları biraz olsun cümleye
dökebildiğimde ise şu tespitleri yapabilirim. Genellikle yerel unsurları, düşsel bir atmosfere
taşımaya çalışıyorum. Onu kendi dünyasından koparıp, iç dünyama ve haliyle başkalarının iç
dünyasına taşıyorum. Bunu yaparken bazı tonları, bazı atmosferleri ve belirli yüzleri tercih
ediyorum. Bugün baktığınız fotoğrafların tamamı bu tercihlerin sonucudur.

İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken,
kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikaye olarak neler arıyorsunuz?
Önceleri sarı renklerin peşinde koşardım. Beni çok heyecanlandırırdı. Bendeki coşkuya denk
gelirdi. Fotoğraflarımın arka planı hep sarının tonlarından oluşuyordu. Ön planda ise genelde
kırsalın çocukları ve hayvanları vardı. Onların oyunu, bakışı ya da gündelik hayatları benim
fotoğraflarımın çatısını oluşturuyordu. Aslında renkler dışında bugün de benzer bir eğilimim
var. Renklerim ise daha mat ve derin bir hale geldi. Sarı-turuncu gibi pozitif renklerin
duyguları ezmesinden endişe ediyorum artık. Elbette kendime bir yasak koymadım bununla
ilgili ama tercih hakkımı genelde “gri” den yana kullanıyorum. Özel hikayeler aramıyorum.
Rutin ve sıradan anları tercih ediyorum.

Fotoğraf çekerken en çok neye dikkat ediyorsunuz? Düşündüğünüz kareleri yakalamak için
neler yapıyorsunuz?
Doğru zamanda doğru yerde olmaya özen gösteriyorum. Çoğu zaman bunu şans olarak
açıklarız. Ama bana kalırsa bu bir yorumdur. Eğer doğru zamanda doğru yerde olmayı
başarabilirsem fotoğrafım büyük oranda bitmiş oluyor. Geriye sadece küçük teknik detaylar
kalıyor.
Fotoğraf çektikten sonra onları gözden geçirirken de çok şey öğreniyorum. Bazı
fotoğraflarıma uzun uzun bakıyor ve inceliyorum. Bu sayede bir sonraki çekimimde hangi
anların üzerinde yoğunlaşmam ya da vazgeçmem gerektiği konusunda hız kazanıyorum.
Ekipmanlarımın hızlı ve taşınabilir olmasına özen gösteriyorum. Birçok konuda düzensiz
sayılırım ama fotoğraf çantamı düzenli tutarım.

Türkiye’de fotoğrafçılığın gelişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bazen bir sokağın başında oturur önümden gelip geçen insanlara bakarım. Ucuz bir
marketten haftalık alışverişini yapmış eli poşetli kadının nerelerde oyuncu olmaktan
vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Köşebaşında yolcuyu kapma telaşındaki taksicinin yönetmen
olma isteğinden ne zaman vazgeçtiği konusunda tahminler yürütürüm. Kahvede bulmaca
çözen gencin neden yazar olmaktan vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Diğerinin neden bilim
insanı olmaktan, bir öbürünün senarist, bir başkasının tiyatrocu olmaktan neden vazgeçtiğini
anlarım aslında. Bütün bu saydığım hayaller sabır ister, bu sabrı geçindirecek düzenli bir gelir
ve en önemlisi de sizi bu yönde destekleyecek bir aile, bir çevre ister. Herkes hayallerinin
peşinden koşacak kadar cesaretli olmayı henüz öğrenmemiş olabilir. Çünkü korkunun içine
doğan insanların cesareti kavraması bile uzun zaman alır. Her ne kadar bu saydığım hayaller
kişisel bir serüven gibi görünse de kollektif bir duruşun sonuçlarıdır. Ülkemiz vazgeçen
insanlarla doludur. Ama biz onlara yeteneksiz olarak bakmayı tercih ederiz.

Dijital fotoğrafçılığın gelişmesiyle beraber fotoğraf çekmek kolay bir hale geldi. Instagram
kullanımının yaygınlaşmasıyla da birçok yeni sanatçımız oldu. Siz bu gelişmeleri nasıl
yorumluyorsunuz?
İnsanların bir araya gelmesine olanak sağlayan bir çok platform var. Instagram’da aslında
bunlardan sadece biri. Onu öne çıkaran şey, orayı kullananların sayısı ile açıklanabilir. Belki
çok daha iyi yazılımlara sahip uygulamalar vardır ama kimse tercih etmediği için yeterince
farkında değilizdir. İnsanların bir araya geldiği, kendini özgürce ifade edebildiği, kimsenin
tekelinde ve güdümünde olmayan mecralar daha çok tercih ediliyor. Önceden birinin size
mikrofon tutması gerekiyordu. Artık herkesin kendi mikrofonu ve kendi prensipleri var. Kendi
sesini duyurmak için bir başkasına ve bir başkasının kurallarına ihtiyacı yok. Eğer
Instagram’da gün gelir “buralar benim ve benim istediğim gibi yapın” derse, insanlar
kendisine başka mecralar yaratacaktır. İnsanlar artık bir bankaya ihtiyaç duymadan para
gönderip, alabiliyor. Yine bir bankaya ihtiyaç duymadan para basabiliyor. Sanırım yakın
gelecekte birçok şey devletlerin, medyaların ve kurumların kontrolünden çıkacak. Bireyler
kendi değerlerini inşa edecek. Yine de bütün bunların insanları özgürleştirdiğini söylemek
güç. Bir haliyle kapitalizmin bireyi öne çıkaran başka bir versiyonunu yaşayacağız. Başka bir
ifadeyle özgürleştiğimizi zannederken, özürlüğün içini boşaltıyor olabiliriz.
Ben de Instagram sayesinde bir çok nitelikli fotoğrafçıyı keşfettim. Sadece televizyon izlenilen
zamanlarda yaşasaydım konuk edilen, söyleşi yapılan birkaç fotoğrafçı haricinde belki de
kimseden haberim olmayacaktı.
Fotoğrafın ve videonun tılsımlı dünyası teknoloji ile birlikte biraz harcıalem oldu. Bazen bu
duruma tepkisel yaklaşabiliyoruz. Kolaylaşan her şeyin, masumiyetini yitirdiğine
inanabiliyoruz. TRT zamanlarındaki gibi bir filmi sadece haftada bir gün ağlaya ağlaya
izlediğimiz, bir müziği 60’lık bir kasedin içinde defalarca kederlenerek dinlediğimiz ve
fotoğrafa 36 kareden oluşan bir Kodak albümüne iç çekerek baktığımız günlerde de hayat
yeterince masum değildi. Biz sadece o kadarını görebiliyorduk.

Fotoğraf çekimleriniz esnasında başınızdan geçen bir anınızı İsytanbul&Istanbul dergisi
okuyucularıyla paylaşmak ister misiniz?
Hangi anım ilginçti diye uzun uzun düşündüm. Ancak bulamadım. Fotoğrafa yeni başladığım
dönemlerde böyle bir soru gelseydi muhtemelen hafıza kartı olmadan çekimlere gittiğimi,
gece geç saatlerde araçla çamura saplandığımı, birçok kuytu yolda tedirgin kayboluşlarımı,
utanç verici kovulmalarımı anlatabilirdim. Ancak bunlar sıradanlaşınca bunları bastıracak bir
ilginçlik şu anda aklıma gelmedi. Okuyucuları da sıkmak istemem 🙂

Fotoğraf ne kadar doğruları (gerçeği) gösterir yansıtır?
Bilmem. Milyarlarca yıldız içinde, on milyarlarca gezegenden biriyiz. Bir gezegen içindeki
minicik bir alet gerçeği ne kadar gösterebilirse o kadar gösterir.
Bence fotoğrafa böyle bir misyon yüklemek onu elimizde ağırlaştırır. Herşeyi bir arada
göremediğimizde, kesitlerden sonuca ulaşıp sadece varsayımlarda bulunabiliriz. Fotoğraf
kesittir. O kesit bir gerçeği mi vurguluyor? Yoksa başka bir gerçeği mi gizliyor? Bunu sıradan
izleyiciler olarak bilemeyiz.Ben fotoğrafa daha rahat bir açıdan bakıyorum. Fotoğrafın bir yorum aleti olduğunu
varsayıyorum. Herkes yaşama kendi doğrusunu sunabilir.
Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı?
Bu dönem fotoğraf çekmeye daha az zaman ayırıyorum. Söyleşi ve çeşitli fotoğraf
buluşmalarına katılıyorum. Fotoğrafla ilgili projelerim yok. Hiç bir zaman da olmadı. Sanki
gün gelip sıkılıp, başka şeyler yapacakmışım gibi geliyor bana.

Fuji Passion Magazine

 

Özgeçmişiniz anlatır mısınız? (Hüseyin Taşkın, could you please give us a brief introduction about yourself?)

 

1979 Kayseri /Turkey doğumluyum. Kayseri’de yaşıyorum. Marmara İletişim fakültesi Gazetecilik bölümü mezunuyum. Şu an reklam fotoğrafçılığı yapıyorum.

I was born in Kayseri, Turkey and I live in Kayseri. I am graduated from Marmara University Journalism Department of Communication Faculty, İstanbul. Now  I do commercial photography.

 

 

Fotoğrafçılığa nasıl başladınız ve erken dönemde etkilendiğiniz kişiler kimdi?  (How did you get into photography, who were your early influences?)

 

Fotoğrafçılığa erken yaşlarda başladım. Hemen hemen herşeyden ve herkesten etkilenerek yaşıyoruz. Dolayısıyla yaşadığım herşeyden fotoğraflarıma yansıyan birşeyler mutlaka vardır. Özellikle etkilendiğim isimler olmadı.

I started photography in early ages. We live almost influenced by everything and everyone. Therefore,  there should be something reflected to my photography from all my life time experience. There is no name that I had  especially been impressed.

 

Fotoğrafçılığı kendiniz  mi öğrendiniz yoksa bu konuda eğitim aldınız mı? (Are you self taught or have you studied photography?)

 

Üniversite yıllarında Gazetecilikten dolayı kısa sayılabilecek fotoğraf eğitimim oldu. Sonrasında da fotoğraf toplulukları aracılığı ile üzerine ekledim. Son 3-4 yıldır ise bireysel  olarak yol alıyorum.

During my education in college, because of attending  journalism, I had a short period of lessons about photography. Than by photography communities I added more datas to my knowledge. I have been going my way by myself for 3-4 years.

Fotoğraf kariyeriniz boyunca yapmış olmayı istediğiniz bir şey var mı? (Is there anything you would have done differently during your photographic career?)

Bir gün bırakmayı ya da uzun bir ara vermeyi istiyorum . Hayata fotoğrafsız da bakabilmenin hayalini yaşıyorum. Çünkü erken yaşlardan itibaren hayatı, fotoğraf filtresinden geçirerek tarıyorum. Bu da çoğu zaman doğal gözlem yapmamı engelliyor.  Daha iyi gözlem yapmaya ve farklı hayat deneyimlerine daha çok ihtiyaç duyuyorum.

One day I want to quit or give a long break. I dream of looking into life without photography. Because since early ages I have been scanning life with the strainer of photography filters. This mostly hinders me to make naturel observation. Sometimes I feel that I need to make better observation and experience different life styles by my bare eyes.

Landscapeden hayvan fotoğraflarına, belgeselden reklam fotoğrafçılığına… Tüm bu farklı alanları harmanlamayı ve hepsinin üstünden gelmeyi  nasıl beceriyorsunuz? (From landscapes to animal life, documentary and commercial photography. How do you manage to switch between all these different areas and master them all?)

 

Temel olarak aslında iki farklı durum var. Profesyonel fotoğrafçılıkta yeteneğimi, sanatsal fotoğrafta ise duygularımı kullanıyorum.. Bu yüzden ikisi birbirine çok karışmıyor. Diğer taraftan fotoğrafçılığın türlere ayrılması fikrini hiç benimseyemedim. Manzara, makro , portre vs olarak..  Duygularımın karşılığını bana bir kelebek de verebilir, sıra sıra dizilmiş dağlar da. Bir insan yüzünü ya da bir kuşu çekerek duygularımı anlatabilirim. Belki de  fotoğrafı kategorilere ayırmadığım için bunların hepsini birarada yaparken zorlanmıyorum.

Basicly there is two different situations; In professional photography my ability and in artistic photography my feelings are what I use. So that I can do them seperately. In the other hand I had never adopted the idea of being different kinds of photography. Landscape, macro, portrait exc… I can find my feelings by a buterfly or range of mountains. I can express my feelings with taking a face or a bird photograph. Maybe because of not to separate photography into categories, I do not slog on  that.

Hayvanların, özellikle atların yaşamını muhteşem bir şekilde fotoğraflıyorsunuz.  Bu seriye nasıl başladınız? Bunun ilhamı nereden geldi?  (You capture breathtaking images of animal life, mostly horses. How did you start that series? Where the inspiration came from?

 

Bütün fotoğraflarımın ana teması en basit haliyle “doğaya davet” dir.  Bu daveti en iyi yapan hayvanın atlar olduğunu düşünüyorum. Atları kendi filmimin baş aktörleri gibi görüyorum. Hem coşkulu hem de dingin anlarını tek bir karede çekmeye çalışıyorum.  Bu iki duygu; bana göre, insanın en çok özlem duyduklarıdır. Dingin bir yaşam olmalı ama kalbimiz de daha tempolu atmalı.

Simply the main idea of my whole photography is ‘Invitation to nature’. I think this best invitation can be done by horses. I see horses top players of my own story. I try to take their enthusiastic and still moments in one shot. I guess these two feelings are what human being is missing at most.  While living such a still life, having much more rhythmic throb.

İşinizi yürütürken(odaklanırken), hangi software/makineyi kullanıyorsunuz? (What software / camera gear do you use to keep focused on your work?)

 

iki adet  Fujifilm X-T1 body kullanıyorum.. Birinde 16-55 2.8 diğerinde ise 50-140 mm 2.8 takılı. En çok bu iki lensi kullanıyorum. Bunların dışında çantamda 23 mm 1.4 ve 10-24 mm lens var.  Program olarak Photoshop CC2015 ve çok sık olmasa da Nik Color Efex Pro kullanıyorum. Mobil olarak da Snapseed ve Lightroom tercih ediyorum.

I use two Fujifilm X-T1 body at the same time, that one has 16-55mm 2.8 and the other 50-140 mm 2.8 on it. In general I use these two lences. Apart from these I have 23 mm 1ç4 and 10-24 mm lences in my bag. As software I use CC2015  and rarely NİK Color Effects Pro and for mobile phones I prefer Snapseed and Lightroom.

Okuyuculara kısaca fotoğrafik iş akışınızı açıklar misiniz? (Can you briefly describe for the readers your photographic workflow?)

 

Benim fotoğraflar için atmosfer çok önemli. Karasal bir iklimde yaşadığım için bu daha önemli hale geliyor. Çünkü genelde yumuşak hava katmanlarına ihtiyacım oluyor. Sis, toz, pus gibi.. Obje ile arka planın bu katmanlarla ayrılması gerekiyor. Bu yüzden çekim yapmak istediğim alanlara çok fazla gidiyorum. Çoğu zaman tek bir kare bile çekemeden dönüyorum. Sürekli olarak hava duırumunu takip ediyorum.  Işık, katman ve konuyu sadece ender zamanlarda bir araya getirebiliyorum. Her iki makinayı da aynı anda kullanıyorum. Manuel modda ve tercihen daha koyu çekiyorum. Çünkü kullandığım makina siyah alanların kurtarılmasında daha başarılı. Çekimlerimi RAW yaptığım için shadowları daha sonra açıyorum.

Athmosphere is very important for my photographs, but if you live in a terrestrial climate that  makes it much more important. Because in general I need soft air layers like fog, dust, haze. The object must be seperate from the background. That is why I go to the areas where I want to take my photographs so frequently but mostly I come back without taking any. I always have to follow the weathet forecast. I rarely can gather light, layers and the subject. I carry my both two cameras while I am in place, I use manuel mode and I always try to study on subjects because the camera I use is very succesful in saving dark areas. RAW format helps me to lighten the dark areas after. Çekim esnasında çok hızlı olmak gerekiyor. Konu kaçırmamak için “CL” modunu kullanıyorum. Ayrıca netleme tercihleri olarak “bölgesel”  tercih ediyorum. Bir çalışmada ortalama 200-500 adet fotoğraf çekiyorum.Camera RAW’da açık ve koyu dengesini yapıyorum. Photoshopta ise başlıca kullandığım renk araçları; Curves, Camera RAW filter ve  Lighting Effect.While taking photo, speed is important. So not to miss any subject, I use ‘’CL’’ mode. Also as focus preferences I prefer ‘’Local’’ mode. In one study my shot average is 200-500. In camera RAW I do the lighten and darken balance.The tools  that I prefer in Photoshop are Curves, Camera RAW filter and Lighting effect.

Herşeyin karşılandığı iki haftalık bir gezi umalım. Nereyi fotoğraflamak için gitmek istersiniz ve ne fotoğraflarsınız? (Let’s suppose two weeks with absolutely everything paid. Where would you travel to photograph? And what? )

 

Kanada’ya gitmek isterdim.. Nüfus yoğunluğunun oldukça az olduğu  büyük bir ülkenin kasabaları ve köylerini keşfetmek heyecan verici.  Issız ve soğuk arazisi ise benim için bulunmaz bir fotoğraf mekanı olurdu.  Fırtına, soğuk ve sert yağış gibi pek tercih edilmeyen hava olaylarından umuda dair duygular oluşturmak hoşuma gidiyor.

I wish I go to Kanada. It is exciting to discover towns and villages of a huge country where the population is quiet low. Unemployed and cold land of Kanada would be a great place for my photography.  Weather forecasts like storm, cold and hard rain which are not commanly preferable is what I like to create feelings of hope from.

 

Akşam Gazetesi

MEHMET EMİN DEMİREZEN

emin.demirezen@aksam.com.tr

Çektiği fotoğraflarla sosyal medyada Anadolu’yu adeta bir masal diyarına dönüştüren fotoğrafçı Hüseyin Taşkın’la fotoğraf yolcuğuna dair sohbet ettik.  Yazının asıl kaynaktaki linki 

Seni biraz tanıyabilir miyiz? Nasıl başladın bu fotoğrafçılık sevdasına?

Kayseri’nin çok bilinmeyen, uzak bir ilçesi olan Sarız ilçesinde doğdum. Küçükken bana fotoğraf nasıl bir şey diye sorsaydın; insanın sadece kafasını göğsünden yukarı çekiyorsak “vesikalık”, ayakta çekiyorsak da “boy fotoğrafıdır” derdim. Çünkü fotoğrafla ilk temasım abimin ilçedeki stüdyosunda başladı. Köyden gelenler bazen evlenmek, bazen boşanmak ya da askere gitmek için fotoğraf çektirmeye gelirlerdi. Onların vesikalık fotoğraflarını çektiğimizde fotoğrafı ben o zannederdim. Bazen de yaklaşmakta olan ölümünü hisseden yaşlıların, çocuklarından gizli stüdyoya gelip, “ölürsem onlara hatırsa kalsın” dediği şey zannederdim. Daha sonra İstanbul’a okumaya geldim ve kendimi bir anda fotoğrafçı olarak buldum.

Kayseri doğumlusun ve İstanbul’da okudun. Genellikle insanlar bu büyük şehirde kalmak gibi bir düşünceye kapılıyorlar. Sen ise kendi memleketinde mesleğini sürdürüyorsun hem de sosyal medyada şehrinin tanıtımını yapıyorsun… 

Farklı illerde yaptığım söyleşilerde ya da sosyal medyadaki fotoğraflarımın altında bazen şu şekilde temennilere rastlarım; “Hüseyin Bey umarım İstanbul’a gittiğinin haberini alırız bir gün”. Sanki diğer illerin görevi, İstanbul’a insan hazırlamak. Belki eski Türk filmlerinden kalma bir bakış açısı bu. Medyanın sadece İstanbul’da olduğu dönemlerde; şöhret olmak isteyenlerin, köşeyi hızlıca dönmek isteyenlerin ya da daha masum bir gerekçeyle sesini daha çok insana duyurmak isteyenlerin neden oraya gitmek istediğini biraz anlayabilirim. Ancak artık medya her yerde.

İNSAN FOTOĞRAF ÇEKERKEN GEÇMİŞİNDEN BESLENİR

Daha çok hangi tarz fotoğraflar çekmeyi seviyorsun?

Düşsel fotoğraflar izlemeyi de çekmeyi de çok severim. Tabi bunu her fotoğrafımda yansıttığım söylenemez. Çünkü düşsel atmosfer için doğa koşullarının da sizin tarafınızda olması gerekiyor. Bozkırda ise bu daha zor. Bu bazen yiyecek arayan bir köpek, köye dönen motosikletli bir insan ya da toprağı eşeleyen bir at da olabiliyor.

Anadolu’da fotoğraf çekmek nasıl bir his, seni nasıl besliyor Anadolu?

İnsan fotoğraf çekerken geçmişinden beslenir. Fotoğrafı yapan şey geçmişindeki hayalleri, hayal kırıklıkları, kavgaları ve dile gelmeyen bin bir türlü ruh halidir. Benim de referansım geçmişim. Bu geçmişi de Anadolu’da ve İstanbul’da yaşadım. Bunların bir sentezi fotoğraflarıma yansıyor. Anadolu’ya bu yüzden dışardan bir göz gibi bakmam mümkün değil. Hani belgesellerde de sıkça duyduğumuz bazı cümleler vardır: Anadolu’nun sıcaklığı, Anadolu’nun samimiyeti ve Anadolu’nun buram buram bilmem nesi diye… Anadolu’nun samimiyeti cümlesindeki samimiyetsizliği sevmiyorum. Vıcık vıcık ve gerçeklikten uzak bu tasvirler nedeniyle Anadolu hep İstanbul’un penceresinden gösterilen bir medya malzemesi oldu. Halbuki bütün bunlar Anadolu’nun derinliğini, bilgeliğini ya da başka bir açıdan ikiyüzlülüğünü ve günahlarını görmemizi engelliyor. Fotoğrafımda yer alan unsurlar nedeniyle bazen benim de Anadolu’yu anlattığım düşünülür. Hayır, ben fotoğraflarımda bir coğrafya vurgusu yapmıyorum. Ben sıkışan öz benliğimiz için bir öneride bulunmaya çalışıyorum.

Erciyes, yılkı atları ve insanlar… Fotoğraflarında Anadolu’nun ve Kayseri’nin hiç görmediğimiz bir tarafını paylaşıyorsun. İnsanlardan nasıl tepkiler alıyorsun?

“Burası Kayseri’mi?” diye şaşkınlıklara da rastlarım. “Bu fotoğrafa bakarken neden ağladım” diye sorana da. Hatta “hayat fotoğraflarınızda gösterdiğiniz gibi değil” diyene de…

FOTOĞRAF KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK HİZMETKÂRI

Seni en çok mutlu eden fotoğraf  kareleri hangileri ve neden?

Koyu bulutlar arasından sızan ışıklarda çektiğim fotoğrafları çok severim. Bana umut veriyor.

Son zamanlarda fotoğraf çekimi için birçok kişi bir araya gelip etkinlikler düzenliyor. Sence Kayseri fotoğraf için neden önemli? 

Bir şeyin etkinlik düzeyini arttırdığınızda nitelik de aynı oranda artmıyor. Hatta çoğu zaman tersi yönde bir etki yapabiliyor.  Çünkü fotoğrafçının insiyatifleri  ve doğaçlama kabiliyeti tam olarak yansımıyor. Kayseri’ye ya da  başka şehre gidilecekse en fazla  birkaç kişilik bir grupla hareket  edilmesinde fayda var.

Sence teknolojiyle birlikte fotoğraf başka bir şekle büründü mü?

Kapitalizmin en büyük hizmetkârlarından biridir fotoğraf. O nasıl  isterse oraya evrilir.

Mai Dergi

 

Yazının asıl kaynağındaki linki

Hüseyin Taşkın ile Keyifli Bir Sohbet

‘’Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla özellikle o insanlara ulaştığımı farkettim. Onlara ve kendime bir öneride bulunuyorum: Boşver, korkma, diyorum. Duygularınla yaşa diyorum.”
Hüseyin Taşkın

Kendisini tesadüfen İnstagram’da fotoğraflarına bakarken bulduğum, bir iki fotoğrafa bakarken, dur ya biraz daha aşağı ineyim, yok artık, vay be, çok güzel, diye iç geçirerek baktığım fotoğrafların mimarını tanımak istedim ve açıkçası herkes tanımalı, diye düşündüm. Çünkü ülke koşullarında sanata olan tutum belli. Birileri bir yerlerde güzel bir şeyler yapıyorsa bunu herkes bilmeli, konuşmalı. Gurur duymalıyız, diye düşünüyorum.

Kendine özgü, farklı duyguları bir araya toplayarak mükemmel fotoğraflar çeken sevgili Hüseyin Taşkın; alçakgönüllü oluşunuz ve harika sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

1-Türkiye’nin ortalamasının çok yukarısında inanılmaz kendine özgü ve canlı bir ritme sahip fotoğraflar çeken sanatçıyı öncelikle tanımak isteriz. Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Hüseyin Taşkın olmaya çalışan biriyim. Onun isteklerini yerine getirmeye çalışan bir görevli gibi hissediyorum kendimi bazen. Çünkü bir şekilde gerçek benliğimi tam anlamıyla yaşayamadığımı fark ediyorum. Bu sorulara bile hangimizin cevap verdiğinden emin değilim. Bir yazan bir de silen tarafım var.  Eskinden daha cesur biriydim. İsteklerim için ne pahasına olursa olsun mücadele eden, gözü kara ve heyecanlı biriydim.  Ritmim ve hayal gücüm çok yüksekti. Haliyle bu kadar heyecanlı bir yaşamın yıkımları da daha fazla ve derinden oluyordu. Sanırım ben oralarda kendimle bir takas yaptım. Heyecanın yerine sakinliği, yıkımların yerine de sorunsuzluğu aldım. Çünkü mücadele etmekten de, yıkılmaktan da bıkmıştım. İşte oralarda Hüseyin Taşkın’ı da yavaş yavaş susturmaya başladım. “O” bir şey istedikçe “ben” bahaneler buldum. Giderek buram buram toplum kokan bir sıradanlığa hapsoldum. Formül basit: Sana zarar verecek her şeyi tehlike olarak tanımla ve onlardan uzak dur. Fakat yanıldım. İstemediğim şeyleri yapmayınca, istediğim şeyler olacak sandım. Şimdi diğerini özlüyor ve ona ulaşmaya çalışıyorum. Bazen dalıyorum, bazen fotoğraf çekiyorum.

2- ”Fotoğraf makinesiyle elde edilmiş görüntüyü, ışığa duyarlıklı cam, kâğıt gibi bir yüzey üzerine özel araçla geçirme, saptama yöntemi. Bu biçimde saptanan, çoğaltılan görüntü, resim.” Google, “fotoğraf” kelimesini bu şekilde tanımlıyor. Siz nasıl tanımlarsınız?
Bana göre doğru bir tanımdır. Kullandığımız ya da icat edilen her alet teknik bir obje ya da kullanılan bir eşyadır. Ona anlam yükleyen ise bizleriz. Haliyle herkesin serüveni ve kaygısı farklı. Sanırım bu sorunun cevabını ilk sorunuzda verdim. Fotoğraf kendimle yaptığım kavganın bir enstrümanıdır.

3-Fotoğraf kulübü ve fotoğraf topluluklarında başkanlık ve fotoğraf eğitmenliği yaptığınızı okumuştum. Onlara fotoğraf hakkında ilk olarak ne öğretiyorsunuz. Bir başkasına yaptığınız mesleği öğretmek nasıl bir duygu?
Uzun zamandır derneklerde aktif değilim. Bu eğitimler genel olarak başlangıç seviyesine hitap eden bilgilerden oluşuyordu. İnternetin ve bilginin henüz bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde iyi bir sinerji oluşuyordu. Günümüzde ise, teknik her  bilgi Youtube’da ya da benzer sitelerde var. Ben şimdilerde kısa zamanlı atölyeler düzenliyorum. Fotoğraflarımı nasıl çektiğimi merak eden insanlarla bazen bir araya gelip onlara kendi deneyimlerimi aktarıyorum.

4-Ne kadar özgün olduğunuzu çektiğiniz fotoğraflardan biz görüyoruz. Fakat sizin için Sizi diğer sanatçılardan farklı kılan, başarımın nedeni budur dediğiniz şey var mıdır? Ya da farklı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Başarı, toplumun insanı değerlendirme yöntemidir. Kendinize başarılı ya da başarısız dediğinizde bu tuzağa düşmüş oluyorsunuz. Başarılıyım ya da başarısızım demek, aynı zamanda bir yarışın içinde olduğunuzu da kabul etmeniz anlamına gelir. Ben kendime uzun süredir bu gözlükle bakmıyorum. Okul yıllarımda ben de bu girdabın içindeydim. Başarısız olma korkusu yüzünden hep garanti yolculukları tercih ettim. Özgünlük ise kendi yolunu belirlemektir. Ben kendi yolumda kendi duygularımla yorumlar yapıyorum. Bir mekanın rengini almak yerine, o mekana rengimi katmak istiyorum. Dünyada bir renk olmak istiyorum. Herkes farklı doğar ama çoğu aynı olmayı tercih eder. Ben olmak istemiyorum. Neysem o olmak istiyorum.

5-Fotoğraftaki stilinizi nasıl tanımlıyorsunuz ve çalışmalarınızla vermek istediğiniz  bir mesaj var mı? Nedir?
Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla özellikle o insanlara ulaştığımı fark ettim. Onlara ve kendime bir öneride bulunuyorum: Boşver, korkma, diyorum.  Duygularınla yaşa, diyorum. Kışın para biriktir, yazın tatile git demiyorum. Gördüğün ve dokunduğun her şeyi hisset, diyorum.  Dünyayı gez dolaş, demiyorum. Hayal et, diyorum. Uzaklarda, demiyorum. Yakınlarda, diyorum.  Fotoğraflarına bakıp da ağladım, diyen çok insanla karşılaştım. Hiçbirine neden ağladın, diye sormadım ama nedenini az çok tahmin ediyordum. Kendilerini özlemişlerdi…

Dedim ya kendi rengimi vermek isterim. Aynı şekilde makine üreticilerinin renkleri yerine kendi renklerimi fotoğrafa veririm. Fotoğraflarımda dağınıklığı seviyorum. Geometrik unsurları pek tercih etmiyorum. Yağmuru seviyorum. Yağmur bulutlarını seviyorum. Issız mekânları seviyorum. Sessizliği seviyorum. Toprak rengini seviyorum.

Hüseyin Taşkın

6-“İnsan da bir sanat eseridir, bebekken yoğrulan. İçinde sevgi, emek, erdem, merhamet konulursa bu sanat eseri(insan) daha da değerlidir, değerdir. ” diye okumuştum bir yerde. Siz sanatınızı neyle yoğuruyorsunuz?
Ben daha çok çocukluk yıllarımdan besleniyorum.  Aldığım (verilen) eğitimlerin henüz beni ezmediği, aldığım maaşların henüz beni tekdüzeleştirmediği, övgülerin henüz beni yanıltmadığı yılların hafızamdaki kırıntılarından yola çıkıyorum. Dünyada birçok sorunun cevabı henüz siz sormadan cevaplanıp önünüze konulmuşsa sezgileriniz yara alır. Sanat sorulardan beslenir. En gerçek ve en doğal sorular ise her zaman çocuklardadır.

7-Sanata olan tutumu ve gelişimi ele alırsak Türkiye’de bu işi yapmak nasıl sonuçlar doğuruyor? Beklentinizi istediğiniz ölçüde karşılıyor mu çektiğiniz fotoğraflar?
Aslında bu benim işim değil. Gördüğünüz fotoğrafların tamamı, benim kariyerimin ürünleri değil. Benim ayrıca bir mesleğim var. Bu yüzden o anlamda bir beklentiden bahsetmek doğru olmaz. Doğayı ve hayvanları seven insanların sayısını az da olsa arttırabilirsem, bu benim için yeterlidir. Fakat bunu ölçecek bir yöntemim yok.

8-Fotoğrafın çekim aşaması sizi nasıl etkiliyor? Fotoğrafın öncesinde girdiğiniz ruh hali ile, fotoğrafın sonrasında oluşan ruh halinizi nasıl tanımlarsınız?
Bazı atmosfer koşulları beni tam anlamıyla soyutluyor ve coşturuyor. Yağmur ve rüzgâr beni hep etkilemiştir. Farklı bir haz alırım. Çoğunlukla o anlarda fotoğraf çekmeyi tercih ediyorum. Haliyle girdiğim ruh halinin neticesinde elimde sezgilerden başka bir şey kalmıyor.  O an ne çekmişsem, ne görmüşsem ya da görmemişsem bunu sezgilerim sayesinde yapıyorum. Çekim sonrasında yine çekim anına benzer bir haz yaşıyorum. Çektiklerime bakarken onları tonlarken keyif alıyorum.

9-Etkilendiğiniz veya örnek aldığınız fotoğrafçılar var mı?
Örnek aldığım yok ama beni etkileyen fotoğraflar ve fotoğrafçılar var. Hemen ilk aklıma gelenlerin instagram adereslerini söyleyebilirim:  @ana.mar @sznpkt @hmgphotography @gykavka

10-Son olarak fotoğraf ile uğraşmasaydınız ne yapardınız?
Aslında bu tür sorular sanki artık başka bir şey olmak mümkün değilmiş gibi bir intiba yaratıyor. Ya da insan zaten uğraşından memnunsa başka bir şeyle yer değiştirmesine gerek yokmuş gibi… Sadece onu geliştirmeli gibi. Ben hayatım boyunca fotoğraf çekmek istemem. Bu çok sıkıcı olur.  Bir zaman sonra başka bir hayat yaşamak isterim. Yazmak isterim. Doğaya daha yakın başka bir şey olmasını isterim. Yine fotoğraf çekerim ama başrol artık o olmayacaktır. Bakalım zaman ne gösterecek.

Skyroad Magazine

 

Fotoğraf çekmeye başlamanızın bir hikayesi var mı ve ilk karenizi hatırlıyor musunuz yoksa farkında olmadan bu dünyanın içinde mi buldunuz kendinizi?

Amin Malouf’un Doğunun limanları isimli kitabında, kitabın kahramanı olan İsyan kendi hayatını anlatırken “benim hayatım ben doğmadan çok önce başlamıştı” diye bir ifade kullanmıştı. Tıpkı İsyan gibi, aslında hepimiz gibi ben de böyle bir hayatın içine doğdum. Kayseri’nin şehre  en uzak ilçesi olan Sarız, sıkça tabir edilen “Anadolu’nun ücra yeri” tanımını hak eden bir sakinliğe ve uzaklığa sahip.

Böyle sakin bir yerde doğduysanız çok küçük hareketler bile hayatınızın ileriki zamanları için belirleyici olabiliyor. Çünkü çok az ses duyuyor ve ona odaklanabiliyorsunuz. 

Ben de bir sabah uyandığımda böyle bir ses duymuştum. Babam, ağabeyime kızıyordu; “Götür geri ver, bu kadar borca girilir mi”, “Bu iş yapılır mı?”.. Ağabeyim Sarız’da fotoğrafçılık yapmak istemiş ve eski bir stüdyonun ekipmanları satın alıp eve getirmişti. Eski taslar, tuhaf ışıklar ve metal ayaklıklar… 

Hiç bir belirleyiciliğimin olmadığı o başlangıç noktası bugün bile beni tuhaf düşüncelere sürüklüyor. Bazen sanki o sabah eve başka şeyler gelseydi ben başka birşey olacakmışım gibi hissederim.  Bazen ise bu rastlantıdan dolayı, fotoğrafçı olmadığımı, koşulların bir sonucu olduğumu düşünürüm. 

İlk karemi hatırlamıyorum ama bu fotoğraf büyük ihtimalle, Söbeçimen Köyü’nden tarlası için notere gelmiş bir amcanın, askere gidecek  Kızılpınarlı bir gencin ya da yatılı okulu kazanmış yoksul bir öğrencinin vesikalık fotoğrafı olabilir. 

“İyi fotoğraf için kurallar yoktur, sadece iyi fotoğraf vardır.” demiş Ansel Adams, sizce iyi fotoğrafın kuralları var mıdır?

Bu söze istinaden değil ama bu sözden bağımsız olarak “iyi fotoğraf yoktur, sadece fotoğraf vardır” diye düşündüğüm ve söylediğim çok olmuştur. İyi ve kötü tanımının zamana ve mekana göre değişiklik gösteren kaygan bir ifade şekli olduğunu düşünürüm. İyi ve kötünün, iyi ya da kötüler tarafından değil güçlüler tarafından dizayn edildiği kuşkusuna da sürekli kapılırım.  Bir şeyi “iyi” yapan nedir?  Jürilerin oy birliği etmesi, anketlerden yüksek sonuç alması ya da çoğunluğun rızasını kazanması mıdır? Ya da bunların tam tersi bir ifadeyle; Bir şeyi “iyi” yapan, az kişinin onu benimsemesi, az izlenmesi ve yaşadığı çağda görmezden gelinmesi midir?  Bana kalırsa bu sorunun cevabını, sorunun kendisi nedeniyle  asla tayin edemeyiz.

Kurallı fotoğraf ya da kurallı olan herhangi bir şey bende  tutsaklığı çağrıştırıyor. Eminim bir çok kişide de bu böyledir. Bünyemiz bunu kabul etmiyor ve çoğu zaman  kuralsızlığı yüceltiyoruz.  Bireyin tamamen kuralsız olabileceğini düşünemiyorum. Bir kuralı uygulamak istemediğimizde, farkında olmadan başka bir kuralın pençesine düşebiliriz çok rahatlıkla. Kendimi en kuralsız hissettiğim anlarda bile içimde  modernitenin kalıntılarını görebiliyorum. Yıllarca eğitimlerle, ilişkiler ağı ile bir düzende oluşmuş birinin bir önceki kendini katıksız terk edebilmesi ne kadar mümkünse, kuralsız fotoğraf da o kadar mümkündür. Keşke hala çocukluğumuzdaki gibi kuralsız bakabilseydik hayata. 

Fotoğraf makinanızı aklınızın ve kalbinizin uzantısı olarak tanımlayabilir misiniz?

Hayatımda binlerce duygu hali yaşamışımdır. Ama bunları oturup kağıda dökmeye çalışsam hem biraz benim yeteneksizliğimden hem de dillerin kendi yetersizliğinden çok azını doğru bir şekilde ifade edebilirim.  Bu duygu çeşitliliğini kelimelerle anlatabilmem için sanırım roman yazarı olmam gerekirdi. Ben kelimelere sığdıramayacağım duyguları fotoğraflarla anlatmaya çalışıyorum.  Bir rengin yoğunluğu ya da kullandığım teknik bir yönelim satır arasında kalmış bir duyguyu gün yüzüne çıkarabiliyor.

Bir fotoğraf makinasını aklımın ya da duygumun bir uzantısıdır şeklinde tanımlayabilmem için yetenekli olmaktan ziyade  cesur olmam gerektiğini düşünüyorum.

Fotoğraflarınız bana İsmet Özel’in “Ben atlara ve uzaklara hayrandım “dizesini hatırlattı. Neler söylersiniz?

Bazı fotoğraflarıma “Yakınlar” ismini  koyarım.  Doğamıza ve iç benliğimize  yakınlar.. Bize daha yakınlar… Ama ne kadar zor değil mi yakınımızda olmak? Bir mesai saatinin molasında ne kadar yaklaşabiliriz kendimize ? Ya da bir kırmızı ışıkta… Kendimizden başka herşey yanıbaşımızda.. Evet biz uzaklara gittik ama o hala yakınlarda kaldı. Artık o bize uzak kaldı. Özlüyoruz onu. Yağmurdan sonra gelen  toprağın değil, çocukluğumuzun kokusu.. Geçmişimizin kokusu.. Atlar koştuğunda bizi oraya götürüyor. Çıkan toz ruhumuzu temizliyor.  Atlar bizi çağırıyor.  

Kadrajlarınızda insanların büyük yer kaplamadığını görüyoruz. Dünyanın merkezinden insanı alıp yaşamın diğer yüzlerini göstermeye çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?

Fotoğraflarımdaki bazı tercihlerimi rahatlıkla keşfedip açıklayabiliyorum. Ama bazı tercihlerimi neden yaptığıma dair nedenlere tam olarak ulaşamıyorum. Bu da onlardan biri. Ama ortaya çıkan sonuçlardan memnun olduğumu söyleyebilirim. İnsanların fotoğraflarımda gerektiği kadar yer kapladığını görüyorum. İnsan yüzlerinin fotoğraflarımı manipüle etmesinden çekiniyor olabilirim.  Çektiğim ve yansıtmak istediğim başkaca detayların önüne geçmesinden endişe duyuyor olabilirim.  Sizin de ifade ettiğiniz gibi insanı yaşamın merkezinde görmüyorum.  Doğadaki canlıların hiçbirinin bir diğerinden üstün olduğunu düşünmüyorum. Hayvanların ve bitkilerin her birinin  bir ismi olduğunu ama bizim bilmediğimizi varsayıyorum. İnsanları geri plana itmek gibi bir derdim hiç bir zaman olmadı. Başka bir açıdan kendimi iyi hissettiğim yerlerde ve mekanlarda fotoğraf çekiyorum. Oralarda ise genelde insan yok. Kadrajımda yer alacak insanlar konusunuda oldukça seçici davranıyorum. Fotoğraflarımı bir romanın sayfaları gibi düşündüğümde o yüzün, o kıyafetin benim düşlediğim karakterlere uygun olmasını hedefliyorum. Elbette bunu profesyonel bir yöntemle değil tamamen sezgisel yapıyorum. 

Günümüzde özellikle gençler arasında analog fotoğraf makineleri çok popülerleşti. Teknolojinin geniş imkanlar sunduğu çağımızda analog makinalar gençlerin ilgisini çekmeyi sizce nasıl başardı? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Sizin böyle bir tutkunuz oldu mu?

Benim bu şekilde bir gözlemim olmadı. Zaman zaman analoga hevesli insanlarla tanışıyorum ama bunun bazı çevrelerde popüler olduğunu hiç farketmedim. Üniversitelerin fotoğraf kulüplerinde eğitim amaçlı tercih edildiğini biliyorum. Fotoğrafa yeni başlayanların dijitalin  harcıalem dünyasından uzaklaşıp , 36 film karesinin her birini düşünerek kullanması belirli bir çekim disiplini kazandırabilir.  Kendi açımdan analog bir dünyanın içine doğmama rağmen, dijital yöntemleri tercih ediyorum. Bu benim için daha işlevsel. Kullandığım makina dijital olmasına rağmen analog zamanlardan kalma bir tasarıma ve çekim alışkanlığına sahip.  Tamamen analog yöntemlerle çalıştığımda bu benim için bir eziyete dönüşür. Artık filmler ve onu banyo edecek nitelikli karanlık odalar neredeyse kalmadı. Bazı filmleri eğer hala üretiliyorsa yurtdışından getirtmelisiniz. Bütün bunlar benim akışımı bozar.  Fotoğrafın teknik süreçlerinin beni yavaşlatmasını istemem. Video kabiliyeti yüksek fotoğraf makinaları tutku denilecek kadar iddialı olmasa da benim için daha idealler.

Sanatın her alanında olduğu gibi fotoğraf sanatı da bazı akımlarca (anlayışlarca) yönlendirilmekte. Kendinizi herhangi bir akıma ait hissediyor musunuz? 

Kendimi herhangi bir akıma ya da fotoğraf anlayışına ait hissetmiyorum. Ama çektiklerim başka başka akımlardan izler taşıyabilir. Ya da bir akımın tamamen bütün özelliklerini taşıyor olabilir. Fotoğrafçı olarak böyle bir kaygım olmadı hiç. O yüzden buna doyurucu cevap veremem.  Ama bir eleştirmenin bunu daha iyi tanımlayacağını ve analiz edeceğini düşünüyorum. Fotoğraflarımda bazen resim etkisini tercih ediyorum. Özellikle coşku ve dinginliği bir arada yakalamaya çalışıyorum. Dağınık ama sade bir kompozisyonu tercih ediyorum. Belirsizliği seviyorum. Şiirsel ve dramatik bir üslup benimsediğimi söyleyebilirim. Fotoğraflarımı izleyen birinin içsel bir seyahat yaşamasını umut ediyorum. 

Sizin de bir fotoğraf atölyeniz var, sanatçılığın eğitimlerle geliştirileceğine inanıyor musunuz? Siz bu atölyede öğrencilerinizle hangi konuları konuşuyorsunuz? 

Benzer kaygıda olan insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir sinerji var. Bu etkileşim sayesinde bir fotoğrafçı teknik yeteneklerini geliştirebiliyor. Amatör düzeydeki uğraşını sanat boyutunda biçimlendirmek isteyenler de yine bu atmosferden yeni pencereler açabiliyor. Ama tam anlamıya eğitimlerin bir insanı sanatçı yapacağını düşünmek iyimserlik olur. Ben buna eğitim olarak değil birliktelik olarak bakıyorum. Herkesin birbirine katacağı birşeyler mutlaka vardır. Sanat insanın kişisel sorgulamalarından, itirazlarından ve geçmişinden beslenir. Teknik yöntemlerini geliştirerek ,fikrini tam olarak yansıtmak isteyenler için bu atölyeler oldukça faydalı.  

Benim yaptığım atölyelerde de nasıl yapabilirizin cevabını arıyoruz. Ama ne ve neden sorularını kişinin kendisine bırakıyorum.

Teşekkürler 

Gitmiş Gibi Oldum

Röportaj orijinal sayfası için tıklayın

Hani bazı fotoğraflar vardır dostum, kimi zaman kalbinde bir çizik atar, kimi zaman da bir dünya güzeline bakan behlül gibi seni büyüler…. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneğinde (AFSAD) 1. kur eğitimine başladığımda eğitmenimiz Sevgili Mebrur Hatunoğlu hocam bir dersimizde “cümlesi olan fotoğraf” üzerine vurgulama yaparak, konuşan, dolu dolu mesajı olan fotoğrafın katkı değerinin üstünlüğünü katılımcılara anlatmaya çalışıyordu… Robert Doisneau’nun “At the Cafe”si gibi, aslında ortada hiçbir konuşma olmamasına karşın çok şey anlatan fotoğraflar…
Katıksız doğa ile buluşmayı karşı konulmaz bir tutku halinde yaşayan gezginlerin “anı” bir fotoğraf karesiyle kaydetmeleri günümüz gezginliğinin tabiatında var. Peki, bizim için özel olan o anı bir fotoğraf ile daha iyi nasıl kaydedebiliriz? Buna bir cevap bulmak ümidiyle uzun zamandır büyük beğeniyle takip ettiğim Sayın Hüseyin TAŞKIN’ı bugün siz değerli okuyucularımla buluşturmak istedim. Peki neden Hüseyin TAŞKIN? Kendisi bir çoğumuz için instagramda paylaştığı ve özellikle içinde atların olduğu büyüleyici fotoğrafların arkasındaki hakikat avcısı. Sadece o kadar mı? Her fotoğrafında cümle değil, sanki kitap var. Benim için en özel yanı ise kadrajında gün ışığını tanrısal bir ışıma boyutuna taşıması! Sanki ışığın şovalyesi… Bu yazıda Hüseyin TAŞKIN’la özellikle doğa/manzara/gezi fotoğrafçılığında tecrübelerinden faydalanacağız.-Hüseyin Bey hoşgeldiniz. Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Bu fotoğrafçılık sevdasının kaynağı nedir?

Merhaba hoş buldum.. Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Kısaca kendimi tanıtayım. 1979 Kayseri – Sarız doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise İstanbul’da yaptım. Marmara Üniversitesi İletişim Fak. mezunuyum. Şu an ise Kayseri’de yaşıyorum ve reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Çocukluğum sakin denilecek bir ilçede geçtiğinden hayallerim hep tersi yönde oldu. Yani daha maceracı hayaller kuruyordum. Bu yüzden Gazeteci olmak istiyordum. Yeleğimi giyip, makinamı boynuma asıp oradan oraya koşarım diyordum. Bu hayal beni heyecanlandırıyordu. Nitekim üniversite tercihimi de gazetecilikten yana kullandım. Fakat gerçekler, hayallerimde durduğu gibi durmuyordu. Staj yaptığım yerlerde çok fazla gözlem yapma şansım oldu.. Yelek yerine kravat, fotoğraf makinası yerine de iş yeri kimlik kartlarını takıyordum. Macera hayallerim plazalardaki yemek kuyruğunda buharlaştı gitti 🙂 Önce gazeteciliği yapamayacağımı, sonra da İstanbul’da yaşayamayacağımı kabullendim. Bu kabullenme kolay olmadı elbette. Bir hayalin peşinden koşup gerçekleştiremeyince sonrasında büyük ve tatsız bir boşluk oluşuyor. Hiçbir şey yapamıyorsunuz… Ne yapılır onu da bilmiyorsunuz… 20’li yaşlarımda gerçeklerle yaşadığım ilk temas beni ürkütmüştü. Uzunca bir dönem ne yapacağımı düşündüm. Sığınacağım bağımsız bir liman aradım durdum. O zamanlar bu imdadıma fotoğraf yetişti diyebilirim. Fotoğraf’ı seviyordum. Çünkü büyük ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapardı… Ben de dükkanda bir nevi çıraklık yapardım. Fotoğraf makinalarının ayarlarını ezberleyip, müşterilere çay söylemenin ötesinde bir tecrübem yoktu aslında. Sevdiğim şeyin ayakları tam olarak yere sağlam basmıyordu. Gel zaman, git zaman bir şekilde fotoğrafçılığa başladım. Yine İstanbul’da Kuyumcular Çarşısı ve Şişhane’de ürün fotoğrafları çekmeye ve bu işten para kazanmaya başladığımda nihayet kendime yeni bir başlangıç yolu bulduğumu düşündüm. Yeniden heyecanlanmaya başladım. Kendimi bu yönde geliştirmenin gayretiyle İstanbul’da da kayıplarla dolu tecrübeler yaşadım. Kısacası fotoğraf yolculuğu bende bir keyif ya da hobi olarak değil hayat kavgasının bir sonucu olarak başladı. Evrilerek bugünlere kadar geldi…

-Sizce en dokunaklı fotoğrafınız hangisidir? Bize hikayesiyle anlatır mısınız?

Maalesef bu soruya cevap vermek benim için çok zor. Hepsiyle yaşadığım duygusal bir süreç var. Ve aslında fotoğraflarımın birbirine ulanmış olduğunu düşünürüm. Bir romanın bir cümlesini öne çıkarmak bu yüzden biraz zor. Öte yandan “fotoğrafın dokunması” çok öznel ve değişken bir durum. Genelde bir fotoğrafla, çok iyi kompozisyona, ışığa ve an’a sahip olduğu için değil, kendimizle ilgili bir şey gördüğümüzde temasa geçeriz. Fakat bu temas sabit ve değişemez bir duygu hali yaratmaz. Yaşadığımız olaylar, fotoğrafın duygusunu sürekli değiştirir. Evimize astığımız ya da elimizde tuttuğumuz bir yaşam aynası gibidirler. Bazen keder, bazen coşku yükleyebilir aynı fotoğraf. Aile albümlerimize gördüğümüz hep aynı fotoğraflar olmasına rağmen, hep aynı duygularla bakmayız. Topluca çekilmiş bir fotoğrafta aramızdan ayrılan insanlar olur. Her bir ölüm başka bir daha dokunaklı hale getiriyor sanki fotoğrafı. Bir genelleme olamasa da, fotoğrafın anlamı kaybedilenlerle doğru orantılı gibi sanki… Fotoğrafladığımız bir ağaç kesilmişse ve yerine bina yapılmışsa daha dokunaklı hale geliyor. Bizi acıtan ve bize dokunan fotoğrafın kendisi değil, kaybettiklerimiz ve özlem duyduklarımızdır.

-Bir manzara fotoğrafı çekerken hangi unsurlara dikkat edilmelidir? Nasıl bir kompozisyon oluşturulmasını tavsiye edersiniz?

Ben doğa fotoğrafçısı değilim fakat doğayı kullanan biriyim. Bazen de insanı, bazen de ışığı kullanırım. Yani hepsi bir araç benim için. Aslında herkes için de öyle olmalı sanki. Başka bir ifadeyle doğa; varılacak bir hedef değil kullanılacak bir sahnedir benim için. Bu yüzden tripod kullanın, filtre takın, sabah çekin -akşam çekin diye bir öneri sunmak havada kalır. Fotoğrafın temel teknik doğruları kulanım kılavuzundan çok rahatlıkla öğrenilebilir. Sonrasında fotoğrafı çeken kişinin kendisine müsaade etmesi gerekir. Yani içinden geldiği gibi davranması lazım. Fotoğraf bu yönüyle “çekilen” bir şeyden ziyade “oluşan” bir şeydir. Yine de bir tavsiye vermem gerekecekse fotoğrafı bir sosyal etkinlik aracı ya da bir spor olarak görmek yerine bir ifade yöntemi olarak benimsemek yerinde olur. Kendi fotoğraflarımla ilgili ise ben fotoğraflarımın zamansız ve mekansız olmasını isterim. Gayretim de bu yöndedir. Çektiğim bir yerin neresi olduğunun ya da ne zaman çekildiğinin bir önemi yok. Benim amacım turistik bir katalog hazırlamak değil çünkü. Var olan unsurları kendi gerçekliğinden koparıp onu düşsel bir serüvene uyarlama çabasındayım. Belki bu benim gerçeklerle ilgili sorunlarımdan ya da gerçeklere yüklediğim negatif anlamlardan kaynaklanıyor olabilir. Bu düşüncelerime uyum sağlayacak kompozisyon tercihlerinde bulunurum. Bu tercihlerim ise fotoğraflarıma bakan biri tarafından rahatlıkla anlaşılabilir.

– Fotoğrafla ilgilenenler nasıl bir ekipmana sahip olmalılar, hangi fotoğraf tekniklerini tavsiye edersiniz?

Ekipman konusunda tavsiyem, kervanı yolda dizmektir. “Fotoğrafın oluşma süreci” en basit tanımlamayla “yetenek ve bilincin” bir araya gelip ekipman yardımıyla yüzeye aktarılmasıdır. Çoğu amatör, fotoğrafa başladığında -yanlış yönlendirmelerin de etkisiyle- farklı denklemler kurar. Örneğin “yetenek ve ekipman” diye bir denklem kurar. Bu sayede güzel fakat anlamsız görüntüler oluşturur. Ya da “bilinç ve ekipman” düzleminde bir denklemin yeterli olacağını düşünebilir. Bu yüzden de fotoğrafın tadını veremeyebilir. Yine bunlar bir nebze de olsa telafi edilebilir denklemlerdir. Günümüzde ise “farklı yerler ve ekipman”, “popüler olmak ve ekipman” , “popüler olmak -para kazanmak” “ekipman da ekipman” gibi manasız kombinasyonlar oluşturulur. Kişinin neyi hedeflediği ile ilgili bir durum yani. Bir fotoğrafı sadece ekipman yetersizliği nedeniyle çekemiyorsak ekipman almalıyız. Günün yanlış bir zamanında fotoğraf çekiyorsak bunun suçlusu ekipman değildir. Fotoğraflarımızda gözle görülür bir tesir ve mana yoksa yine bunun suçlusu ekipman olmayabilir. Biraz pişmek gerekiyor. Sonra ekipmanımızın nerelerde eksik kaldığını zaten anlarız.

– Fotoğrafta ideal ışık unsuru için nelere dikkat etmek gereklidir?

Fotoğrafın ideal ışığı yoktur aslında… Bizim için ideal ışık vardır. Fotoğraflarımda sert bir mesaj varsa bunu sert bir ışıkla çekebilirim, naif bir fotoğraf oluşturmak istiyorsam onu da güneş ışınlarının eğik geldiği zamanlarda çekebilirim. Kim neyi tercih ediyorsa o ışığı beklemelidir… Bu gün ortası olacağı gibi, gece ışığı da olabilir. Bu yaz güneşi olacağı gibi bahar güneşi de olabilir. Fotoğrafı sadece belirli bir zaman dilimine sıkıştırıp sadece o ışıkta çekilenlerin iyi olacağına dair tavsiyeleri çok tuhaf bulmuşumdur. Bu yüzden fotoğrafçının çıplak gözle doğayı ve ışığı iyi gözlemlemesi gerektiğine inanırım. Atmosfer nüansları ancak o zaman görülebilir.

-Gezi fotoğrafçılığının bir komponenti olarak kent ve insan fotoğrafçılığı için önerileriniz nelerdir?

Kızacaksınız belki ama ben gezi fotoğrafçısı da değilim. Kamp yapmayı ve gezmeyi çok severim o ayrı 🙂 Aslında hiçbir kategoride yer almak istemiyorum. Çünkü bu kategorilendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı hiç sorgulanmamış. Aslında niye yapıldığı da sorgulanmamış… Hani bazen torpille işe adam alınmak istenir fakat ona uygun bir makam ismi yoktur da uydurulur ya öyle bir şey 🙂 Sen sokak fotoğrafçısı, sen manzara fotoğrafçısı ol denilmiş gibi sanki… Yani biri çok geziyorsa ona gezi fotoğrafçısı, sadece insan yüzü çekiyorsa da ona portre fotoğrafçısı denilmez diye düşünüyorum. Bu konuda kategorize ve sınıflandırma yapmak fabrikasyon üretime neden olur. Bu da birilerinin işine çıkar sağlar sadece… Eğer bir kent çekeceksek neden çekiyoruz sorusunun cevabını vermeliyiz. Bu kenti seviyor muyuz? Şehir yaşamını mı eleştiriyoruz? Şehir de yolunda gitmeyen bir şeyler mi var? Şehir de sizin anılarınız mı var? Nedir? Eğer bir sebebimiz varsa ikincil sorular peşinden gelir… Hangi açıdan, ne zaman ve hangi ekipmanla…? Kısacası bir planımız ve hikayemiz olmalı. Bizim duygu ve düşünce dünyamızla örtüşmemesine rağmen sırf görsel bir etki yaratıyor diye bir yapı (kule, kilise, köprü) ya da şehri (Paris, Moskova, Budapeşte) çekmek fotoğrafa yeni başlayan biri için egzersiz değerinde olabilir ancak.

-Dijital fotoğrafçılıkta postprocessing nasıl yapılmalıdır?

Bununla ilgili kendi bloğumda uzun yazılarım var. Burada da çok kısa bahsedeyim… Fotoğrafta 3 yerde yorum payımız vardır. İlki çekim öncesi plan ve düşüncemiz… İkincisi çekim esnasındaki tercihlerimiz ve sonuncusu ise karanlık ya da aydınlık odadaki bitirici dokunuşlarımız… Eskiden bu bitirici dokunuşlar sadece karanlık oda da yapılırdı ve onu yapanlara saygıyla usta denilirdi. Şimdilerde ise bu işlemi Photoshop ile yapanlara saygı duymak bir yana sahtekar deniliyor 🙂 Bir fotoğrafın son işleminin nasıl yapılacağını ise çekim öncesindeki senaryomuz belirler… Gerilim yaratmayı planladığımız bir fotoğrafa soğuk renkler, coşku yaratmak istediğimiz bir fotoğrafa ise sıcak renkler verebiliriz.. gibi.. Bununla ilgili teknik önerilerim; Fotoğrafı RAW formatında çekmeliyiz ki bazı ayarları sonradan yapabilelim. RAW edit programlarından birine iyi derecede hakim olmalıyız. Mümkünse mobil APP’ler yerine masaüstü programları tercih etmeliyiz. Çünkü küçük ekranda görme, seçme işlemleri tam olarak gerçekleşmiyor. Photoshop bildiğimizi insanların gözüne sokmamalıyız… (Bakın gökyüzünü pembe yapabiliyorum, bakın yaprakları kırmızı boyadım… gibi..) Fotoğraf düzenleme işine de diğer süreçler kadar önem vermeliyiz. Bana göre son dokunuşu yapılmamış fotoğraf eksik ve tamamlanmamıştır deyip teşekkürlerimi sunuyorum…

-Hüseyin Bey bu keyifli söyleşi ve sizi ağırlama ayrıcalığını bize sunduğunuz için çok teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Değerli dostlar, Hüseyin Taşkın’a aşağıdaki internet adreslerinden ulaşabilirsiniz:
www.huseyintaskin.com
www.instagram.com/huseyintaskin