Skyroad Magazine
Fotoğraf çekmeye başlamanızın bir hikayesi var mı ve ilk karenizi hatırlıyor musunuz yoksa farkında olmadan bu dünyanın içinde mi buldunuz kendinizi?
Amin Malouf’un Doğunun limanları isimli kitabında, kitabın kahramanı olan İsyan kendi hayatını anlatırken “benim hayatım ben doğmadan çok önce başlamıştı” diye bir ifade kullanmıştı. Tıpkı İsyan gibi, aslında hepimiz gibi ben de böyle bir hayatın içine doğdum. Kayseri’nin şehre en uzak ilçesi olan Sarız, sıkça tabir edilen “Anadolu’nun ücra yeri” tanımını hak eden bir sakinliğe ve uzaklığa sahip.
Böyle sakin bir yerde doğduysanız çok küçük hareketler bile hayatınızın ileriki zamanları için belirleyici olabiliyor. Çünkü çok az ses duyuyor ve ona odaklanabiliyorsunuz.
Ben de bir sabah uyandığımda böyle bir ses duymuştum. Babam, ağabeyime kızıyordu; “Götür geri ver, bu kadar borca girilir mi”, “Bu iş yapılır mı?”.. Ağabeyim Sarız’da fotoğrafçılık yapmak istemiş ve eski bir stüdyonun ekipmanları satın alıp eve getirmişti. Eski taslar, tuhaf ışıklar ve metal ayaklıklar…
Hiç bir belirleyiciliğimin olmadığı o başlangıç noktası bugün bile beni tuhaf düşüncelere sürüklüyor. Bazen sanki o sabah eve başka şeyler gelseydi ben başka birşey olacakmışım gibi hissederim. Bazen ise bu rastlantıdan dolayı, fotoğrafçı olmadığımı, koşulların bir sonucu olduğumu düşünürüm.
İlk karemi hatırlamıyorum ama bu fotoğraf büyük ihtimalle, Söbeçimen Köyü’nden tarlası için notere gelmiş bir amcanın, askere gidecek Kızılpınarlı bir gencin ya da yatılı okulu kazanmış yoksul bir öğrencinin vesikalık fotoğrafı olabilir.
“İyi fotoğraf için kurallar yoktur, sadece iyi fotoğraf vardır.” demiş Ansel Adams, sizce iyi fotoğrafın kuralları var mıdır?
Bu söze istinaden değil ama bu sözden bağımsız olarak “iyi fotoğraf yoktur, sadece fotoğraf vardır” diye düşündüğüm ve söylediğim çok olmuştur. İyi ve kötü tanımının zamana ve mekana göre değişiklik gösteren kaygan bir ifade şekli olduğunu düşünürüm. İyi ve kötünün, iyi ya da kötüler tarafından değil güçlüler tarafından dizayn edildiği kuşkusuna da sürekli kapılırım. Bir şeyi “iyi” yapan nedir? Jürilerin oy birliği etmesi, anketlerden yüksek sonuç alması ya da çoğunluğun rızasını kazanması mıdır? Ya da bunların tam tersi bir ifadeyle; Bir şeyi “iyi” yapan, az kişinin onu benimsemesi, az izlenmesi ve yaşadığı çağda görmezden gelinmesi midir? Bana kalırsa bu sorunun cevabını, sorunun kendisi nedeniyle asla tayin edemeyiz.
Kurallı fotoğraf ya da kurallı olan herhangi bir şey bende tutsaklığı çağrıştırıyor. Eminim bir çok kişide de bu böyledir. Bünyemiz bunu kabul etmiyor ve çoğu zaman kuralsızlığı yüceltiyoruz. Bireyin tamamen kuralsız olabileceğini düşünemiyorum. Bir kuralı uygulamak istemediğimizde, farkında olmadan başka bir kuralın pençesine düşebiliriz çok rahatlıkla. Kendimi en kuralsız hissettiğim anlarda bile içimde modernitenin kalıntılarını görebiliyorum. Yıllarca eğitimlerle, ilişkiler ağı ile bir düzende oluşmuş birinin bir önceki kendini katıksız terk edebilmesi ne kadar mümkünse, kuralsız fotoğraf da o kadar mümkündür. Keşke hala çocukluğumuzdaki gibi kuralsız bakabilseydik hayata.
Fotoğraf makinanızı aklınızın ve kalbinizin uzantısı olarak tanımlayabilir misiniz?
Hayatımda binlerce duygu hali yaşamışımdır. Ama bunları oturup kağıda dökmeye çalışsam hem biraz benim yeteneksizliğimden hem de dillerin kendi yetersizliğinden çok azını doğru bir şekilde ifade edebilirim. Bu duygu çeşitliliğini kelimelerle anlatabilmem için sanırım roman yazarı olmam gerekirdi. Ben kelimelere sığdıramayacağım duyguları fotoğraflarla anlatmaya çalışıyorum. Bir rengin yoğunluğu ya da kullandığım teknik bir yönelim satır arasında kalmış bir duyguyu gün yüzüne çıkarabiliyor.
Bir fotoğraf makinasını aklımın ya da duygumun bir uzantısıdır şeklinde tanımlayabilmem için yetenekli olmaktan ziyade cesur olmam gerektiğini düşünüyorum.
Fotoğraflarınız bana İsmet Özel’in “Ben atlara ve uzaklara hayrandım “dizesini hatırlattı. Neler söylersiniz?
Bazı fotoğraflarıma “Yakınlar” ismini koyarım. Doğamıza ve iç benliğimize yakınlar.. Bize daha yakınlar… Ama ne kadar zor değil mi yakınımızda olmak? Bir mesai saatinin molasında ne kadar yaklaşabiliriz kendimize ? Ya da bir kırmızı ışıkta… Kendimizden başka herşey yanıbaşımızda.. Evet biz uzaklara gittik ama o hala yakınlarda kaldı. Artık o bize uzak kaldı. Özlüyoruz onu. Yağmurdan sonra gelen toprağın değil, çocukluğumuzun kokusu.. Geçmişimizin kokusu.. Atlar koştuğunda bizi oraya götürüyor. Çıkan toz ruhumuzu temizliyor. Atlar bizi çağırıyor.
Kadrajlarınızda insanların büyük yer kaplamadığını görüyoruz. Dünyanın merkezinden insanı alıp yaşamın diğer yüzlerini göstermeye çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?
Fotoğraflarımdaki bazı tercihlerimi rahatlıkla keşfedip açıklayabiliyorum. Ama bazı tercihlerimi neden yaptığıma dair nedenlere tam olarak ulaşamıyorum. Bu da onlardan biri. Ama ortaya çıkan sonuçlardan memnun olduğumu söyleyebilirim. İnsanların fotoğraflarımda gerektiği kadar yer kapladığını görüyorum. İnsan yüzlerinin fotoğraflarımı manipüle etmesinden çekiniyor olabilirim. Çektiğim ve yansıtmak istediğim başkaca detayların önüne geçmesinden endişe duyuyor olabilirim. Sizin de ifade ettiğiniz gibi insanı yaşamın merkezinde görmüyorum. Doğadaki canlıların hiçbirinin bir diğerinden üstün olduğunu düşünmüyorum. Hayvanların ve bitkilerin her birinin bir ismi olduğunu ama bizim bilmediğimizi varsayıyorum. İnsanları geri plana itmek gibi bir derdim hiç bir zaman olmadı. Başka bir açıdan kendimi iyi hissettiğim yerlerde ve mekanlarda fotoğraf çekiyorum. Oralarda ise genelde insan yok. Kadrajımda yer alacak insanlar konusunuda oldukça seçici davranıyorum. Fotoğraflarımı bir romanın sayfaları gibi düşündüğümde o yüzün, o kıyafetin benim düşlediğim karakterlere uygun olmasını hedefliyorum. Elbette bunu profesyonel bir yöntemle değil tamamen sezgisel yapıyorum.
Günümüzde özellikle gençler arasında analog fotoğraf makineleri çok popülerleşti. Teknolojinin geniş imkanlar sunduğu çağımızda analog makinalar gençlerin ilgisini çekmeyi sizce nasıl başardı? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Sizin böyle bir tutkunuz oldu mu?
Benim bu şekilde bir gözlemim olmadı. Zaman zaman analoga hevesli insanlarla tanışıyorum ama bunun bazı çevrelerde popüler olduğunu hiç farketmedim. Üniversitelerin fotoğraf kulüplerinde eğitim amaçlı tercih edildiğini biliyorum. Fotoğrafa yeni başlayanların dijitalin harcıalem dünyasından uzaklaşıp , 36 film karesinin her birini düşünerek kullanması belirli bir çekim disiplini kazandırabilir. Kendi açımdan analog bir dünyanın içine doğmama rağmen, dijital yöntemleri tercih ediyorum. Bu benim için daha işlevsel. Kullandığım makina dijital olmasına rağmen analog zamanlardan kalma bir tasarıma ve çekim alışkanlığına sahip. Tamamen analog yöntemlerle çalıştığımda bu benim için bir eziyete dönüşür. Artık filmler ve onu banyo edecek nitelikli karanlık odalar neredeyse kalmadı. Bazı filmleri eğer hala üretiliyorsa yurtdışından getirtmelisiniz. Bütün bunlar benim akışımı bozar. Fotoğrafın teknik süreçlerinin beni yavaşlatmasını istemem. Video kabiliyeti yüksek fotoğraf makinaları tutku denilecek kadar iddialı olmasa da benim için daha idealler.
Sanatın her alanında olduğu gibi fotoğraf sanatı da bazı akımlarca (anlayışlarca) yönlendirilmekte. Kendinizi herhangi bir akıma ait hissediyor musunuz?
Kendimi herhangi bir akıma ya da fotoğraf anlayışına ait hissetmiyorum. Ama çektiklerim başka başka akımlardan izler taşıyabilir. Ya da bir akımın tamamen bütün özelliklerini taşıyor olabilir. Fotoğrafçı olarak böyle bir kaygım olmadı hiç. O yüzden buna doyurucu cevap veremem. Ama bir eleştirmenin bunu daha iyi tanımlayacağını ve analiz edeceğini düşünüyorum. Fotoğraflarımda bazen resim etkisini tercih ediyorum. Özellikle coşku ve dinginliği bir arada yakalamaya çalışıyorum. Dağınık ama sade bir kompozisyonu tercih ediyorum. Belirsizliği seviyorum. Şiirsel ve dramatik bir üslup benimsediğimi söyleyebilirim. Fotoğraflarımı izleyen birinin içsel bir seyahat yaşamasını umut ediyorum.
Sizin de bir fotoğraf atölyeniz var, sanatçılığın eğitimlerle geliştirileceğine inanıyor musunuz? Siz bu atölyede öğrencilerinizle hangi konuları konuşuyorsunuz?
Benzer kaygıda olan insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir sinerji var. Bu etkileşim sayesinde bir fotoğrafçı teknik yeteneklerini geliştirebiliyor. Amatör düzeydeki uğraşını sanat boyutunda biçimlendirmek isteyenler de yine bu atmosferden yeni pencereler açabiliyor. Ama tam anlamıya eğitimlerin bir insanı sanatçı yapacağını düşünmek iyimserlik olur. Ben buna eğitim olarak değil birliktelik olarak bakıyorum. Herkesin birbirine katacağı birşeyler mutlaka vardır. Sanat insanın kişisel sorgulamalarından, itirazlarından ve geçmişinden beslenir. Teknik yöntemlerini geliştirerek ,fikrini tam olarak yansıtmak isteyenler için bu atölyeler oldukça faydalı.
Benim yaptığım atölyelerde de nasıl yapabilirizin cevabını arıyoruz. Ama ne ve neden sorularını kişinin kendisine bırakıyorum.
Teşekkürler
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!