Digital SLR Magazine

Fotoğraf serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Fotoğrafçılığa ilk ne zaman bulaştığımı düşündüğümde hafızamı zorlamam gerekiyor. Sakin bir
ilçede sakince yaşayan insanlardık. Ağabeyim 1990 yılında (ben henüz 11 yaşlarındayken) bu
sakinliği bozacak bir hamle yaptı. Bir sabah yaşadığımın evin salonunda daha önce görmediğim bir
takım aletler, ışıklar olduğunu gördüm. Anlaşılan ağabeyim ilçeye fotoğraf stüdyosu kurmak için,
başka bir stüdyocudan flaşlarını ve makinalarını satın alıp eve getirmişti. Benim hikayede ben
farkında olmadan başlamış oldu böylece. O gün eve ne gelirse ben de olacakmışım gibi duruyor 🙂
Kısacası fotoğrafın hayatıma girmesi tercihlerimin değil koşulların bir sonucu.
Tabiki fotoğrafın hayatıma girmesiyle, fotoğrafa başlamış olmuyorum. Fotoğrafa biraz yakın olması
ve biraz da maceracı olması sebebiyle Gazetecilik okudum. Ama gazeteceliğin kafamda
resmettiğim gibi durmadığını anladım. Takım elbiselerle plazalarda çalışamayacağımı
anladığımda gazetecilikten uzaklaşıp fotoğrafı mesleğim haline getirmeye uğraştım. Okuldan sonra
serbest olarak ürün çekimi ve katalog işleriyle uğraştım. Halen meslek olarak mobilya fotoğrafçılığı
yapıyorum. Fotoğrafçılığın mesleğim olması yine de kişisel fotoğrafçılık serüvenimin nasıl
başladığını özetlemiyor.
Kişisel fotoğraf ve meslek olarak yapılan fotoğraf -bana göre- keskin bir şekilde birbirinden
ayrılıyor. Neticede birinde bir siparişi, diğerinden ise kendi duygularınızı fotoğrafa aktarmaya
çalışıyorsunuz. Kişisel fotoğraf serüvenim ise bundan 4-5 yıl öncesine dayanıyor. Yaşadığım
şehirde çok fazla sıkıldığım için, nefes alınabilir yerlerde vakit geçirip oraları fotoğraflamaya ve
bundan da çok güzel bri haz almaya başladım. Zamanla oraları neden sevdiğimi, neden bunu
fotoğrafla aktarmaya çalıştığım üzerine düşünerek bu döngünün içine girmiş oldum.

Kayseri dışına fotoğraf çekimine gidiyor musunuz?
Mekan seçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çekim zamanı için belli bir kriteriniz var mı?
Fotoğraf için özellikle bri şehir tercihim yok. Dünya üzerindeki herhangi bir coğrafya fotoğraflarım
için sahne olabilir. Çünkü ben herhangi bir şehre, ilçeye, dağa, ovaya sahne olarak bakıyor ve onu
nasıl kullanacağımla ilgileniyorum. O şehrin benden önce neleriyle öne çıktığıyla ve nerelerinin
meşhur olduğuyla ilgilenmiyorum. Aksine meşhur yerlerden ve turistik olgulardan uzak durmaya
çalışıyorum.
Yine de özellikle tercih ettiğim mekanlar var. Sultan sazlığı, Hürmetçi Sazlığı, Aladağlar,
Kapadokya bunlardan başlıcaları. Genellikle geniş düzlükleri ve ıssız mekanları tercih ediyorum.
En sevdiğim mekanları soracak olursanız Sultan Sazlığı ve Aladağlar’ı listenin başında sayabilirim.
İç anadolunun ıssız, sakin ve derin duygusunu , kendimle harmanlayarak fotoğraflamaya
çalışıyorum. Burada doğan ve yaşayan biri olarak kendi duygularımı en iyi bu platolarda ortaya
çıkarıyorum.
Fotoğraflarımda sis, duman, toz, kar, yağmur gibi düşsel atmosferleri kullanmayı tercih ediyorum
genelde. Yaşadığım coğrafya ikliminden dolayı toz haricinde diğer atmosferleri bana çok vermiyor.
Ama yine de senenin bazı günlerinde oluşan bu atmosferleri bu mekanlarla birlikte yakaladığımda

yerimde duramıyorum. Sabırsız bir koşturmaya dönüşüyor. Daha önce not aldığım mekanların
zamanı geldiği için hızlıca hepsini çekme iştahıyla bazen elim ayağıma dolaşıyor.
Fotoğraflarımda yerel karakterleri kullanıyorum. Bu da mekan seçiminde belirleyici bir rol
üstleniyor. Örneğin daha önce sırf atmosferinden etkilendiğim için Hollanda’da fotoğraflar
çekmiştim. Zaman doğruydu, mekan doğruydu fakat dram eksikti. Fotoğraflarımdaki dramatik etkiyi
genellikle yerel karakterlerle sağlıyorum. Bu karakterler, çoçukluğumla özdeş ise elim makinaya
gidiyor. Diğer türlü yine çekmiyorum.
Çekim sürecimi özetlemek gerekirse; Öncelikle mekanları kafamda bir yere yazıyorum. Sonra
uygun hava koşullarının gelmesini bekliyorum. Sonra oraya gidip yerel karakterlerin fotoğrafıma
girmesini bekliyorum.
En çok sevdiğim zaman dilimi ise yağmur, öncesi ve sonrası.. Yağmur bulutları psikolojik olarak
beni gerçek dediğimiz yaşamdan soyutluyor.

Bir fotoğraf çekiminin hazırlık aşamasını nasıl yapıyorsunuz. Süreç nasıl işliyor?
Ekipman tercihiniz nasıl?
Yakın yerler haricinde çekim yapacağım yerde konaklamayı tercih ediyorum. Arabamın bagaj
kısmında kamp malzemeleri ve fotoğraf ekipmanlarım sürekli vardır. Bazen ansızın gitme fikri
oluşabiliyor. Malzemeleri tek tek toparlamak zaman kaybı olacağından bu yöntem işlerimi
kolaylaştırıyor. Fotoğrafı çekeceğim mekanlarda ya da ona yakın yerlerde doğada kamp yapmak
beni ruhsal olarak fotoğrafa hazırlıyor. Fotoğraf çekmeden önce ne kadar bana yaklaşırsam
fotoğraflarımla o kadar barışık oluyorum. Kendimi bana yaklaştıran düşünce ve duyguları, doğanın
sesleriyle ya da sessizliğiyle elde ediyorum. Kabul edelim ya da etmeyelim çoğumuz günlük
koşturmacaların içinde kişisel benliğimizi unutabiliyoruz. Mesailer, görevler ve toplumsal normlar
fotoğrafıma sinsin istemiyorum. Zaten bir anlamda bu normların dışına da biraz fotoğrafla
çıkabiliyorum. Ben samimi oldukça fotoğraflarım da samimi oluyor ve birbirimizi destekliyor,
dönüştürüyoruz. Ruhsal olarak hazır değilsem -diğer koşullar uygun olsa bile- motivasyonum
oluşmuyor ve fotoğraflar bana benzemiyor.
Çantamda her zaman iki makina olur. Her kisinde de birbirine denk gelmeyen odaklara sahip
objektifler takılıdır. Çekim esnasında çok hızlı hareket ediyorum. Bazen de çekeceğim konular çok
hızlı hareket ediyor. Her şekilde hıza ihtiyacım var. Hızlı lensler, hızlı makinalar ve hızlı hafıza
kartları benim ekipman takıntılarımın başında geliyor. Şu anda Fujifilm X-T2 kullanıyorum. Birinde
16-55 2.8, diğerinde ise 50-140 2.8 mm lens takılıdır. Bunun dışında nadir olarak 10-24 mm geniş
açı ve 23 mm sabit odaklı lensi kullanıyorum. Yaklaşık 3 yıldır aynasız sistem kullanıyorum. O
kadar alıştım ki aynalı sisteme yabancılık çekiyorum. Gittiğim yerlerde elektrik bazen olmadığı için
yanımda 6 tane yedek pil götürüyorum. 4-5 tane 64 gb UHS-2 destekli hafıza kartımı da sürekli
yanımda bulunduruyorum. Bunların dışında bir ekipman edinirken olmazsa olmaz kriterlerim ise şunlardır.

LCD açılır olmalı
Kaliteli video çekebilmeli
Kontrollerin tamamına yakınını gövdeden yapabilmeliyim.
Doğa koşullarına uygun olmalı. Yağmura, toza ve darbelere dayanıklı olmalı

Kısacası ekipmanlarımda pratikliği ve hızı tercih ediyorum. Bugün aynı sensöre sahip makinaların
genelde birbirine yakın fotoğraf kalitesi verdiğini gözlemliyorum. Çok küçük farklara sahip ISO ve
Dinamik alan değerleri benim için kriter değil.

Fotoğraf eğitimi veriyor musunuz?

Çok sık olmasa da zaman zaman farklı şehirlerde atölyelerim oluyor. Kısa süreli atölyeler
veriyorum. Ama bana kalırsa uzun zamana yayılmış fotoğraf atölyelerinin daha verimli olacağını
düşünüyorum. Ama hem benim açımdan hem de katılanlar açısından böyle bir zaman
yaratabilmek güç. Fotoğrafın derinlerine girince ancak o zaman hassasiyetler görünebiliyor ve
öznellik sağlanabiliyor. Bunun içinde zaman gerekiyor. Kendi atölyelerimde kendi fotoğraflarım
üzerinden bazı temel bilgiler aktarıyorum. Tonlarla ve renklerle çok ilgileniyorum. Genelde de bu
bilgileri paylaşıyorum.

Dijital düzenleme için hangi yazılımı tercih ediyorsunuz?
Fotoğraflarımı bilgisayardan Photoshop’la düzenliyorum. Çoğunlukla da işimi Camera RAW
penceresi üzerinden hallediyorum. Kendime pre-setler hazırlıyorum. Sharpen ve Noise giderme
için Nik Color eklentisini tercih ediyorum. Mobilde ise Lightroom ve Snapseed haricinde program
kullanmıyorum. Özellikle Lightroom’u mobilde çok pratik ve başarılı buluyorum.

Sosyal medya işinizi nasıl etkiledi? (siz de ne gibi etkisi oldu)
İşimi olumlu ya da olumsuz etkiledi diyemeyeceğim. Çünkü sosyal medyayı iş amaçlı
kullanmıyorum. Ama sosyal medya sayesinde bazı işler yapıyorum. Arada gelen işlerden
kazandığım parayı yine fotoğrafla ilgili oluşan masraflarıma harcıyorum. Ben bir fotoğrafçı olarak
Instagram’ı kullanıyorum. Haliyle de bana gelen işler fotoğrafik işler oluyor. Bazı markaların
fotoğraf ve video projelerini yapıyorum. İş olarak düşünseydim şayet bunun etkisinin olumlu
olacağı muhakkak.
Sosyal medya sayesinde tanınırlık olarak çok geniş bir kitle tarafından biliniyorum. Sosyal medya
hayatımıza girmeden önce tanınmanız için birinin size mikrofonu uzatması gerekiyordu. Ama artık
herkesin kendi mikrofonu var. Bu sayede fotoğraf camiası artık mecralar tarafından yönetilemiyor.
İsteyen herkes işlerini paylaşabiliyor. Bu yönden baktığımızda sanılanın aksine daha bağımsız ve
daha sahici olduğunu söyleyebilirim. Eskinden olsa adını duyamayacağım yetenekli fotoğrafçıları
Instagram sayesinde biliyor ve takip ediyorum.

Gelecek için projeleriniz neler?
Fotoğrafa biraz daha az zaman ayırıp biraz nefes almak istiyorum. Sürekli fotoğraf çekiyor olmak,
gözlem yapmayı engelliyor. Bazı zamanlar molalar verip tekrar dönmenin kendim için daha sağlıklı
olacağını düşünüyorum. Son zamanlarda video çekmek beni heyecanlandırıyor. Film
endüstrisinde kullanılan teknolojilerin, amatör ölçekte geliştirilmiş cihazları bu fikrimin oluşmasına
katkı sağladı. Örneğin 4K kalitesinde makinalar, titreşim önleme cihazları, mikrofonlar günümüzde
mobil ve bağımsız olarak projeler yapmak için hem fiyat olarak hem de ebat olarak uygun hale
geldi.

İstandist Magazine

İstanbul & Istanbul Dergisi
Fotoğraf Ustaları: Hüseyin Taşkın
Röportaj: Didem TOPAL

 

Sizi daha yakından tanıyabilmemiz adına biraz kendinizden bahseder misiniz?

1979 Kayseri- Sarız doğumluyum. İlköğrenimimi Sarız’da, lisans eğitimimi ise Marmara
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tamamladım. Bir süre İstanbul’da çalıştıktan ve orada
yapamayacağımı anladıktan sonra Kayseri’de yaşamaya başladım. Şu anda özel bir sektörde
reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. Elbette kendimden bahsetmeye bu sözlerle başlamış
olursam tam anlamıyla kendimden bahsetmiş olmam 🙂 Bunlar benim yaptığım şeyler. Beni
yapan şeyler ise aslında yapamadığım, beceremediğim şeyler. Örneğin yaşamayı
beceremiyorum. Çıkış yolları arıyorum. Bu dünyaya her ne için gelmişsem henüz onu
yapmamışım gibi bir his var içimde. Bütün yaptığım ettiğim şeyler ise o boşluğu doldurmadığı
gibi her yeni deneyim daha fazla bir boşluk yaratıyor. Kısacası ben de henüz kendimi
yakından tanımaya çalışıyorum.

Sizin fotoğrafçılık hikâyeniz nasıl başladı?

Küçük yaşlarda başladı. Ama bu hikaye benim değil ağabeyimindi. Ben sadece dahil oldum.
Ağabeyim ilçede stüdyo fotoğrafçılığı yapmaya başlayınca, önce bu hikayenin çırağı, çok
sonra da hikayeyi sahiplenip, kahramanı oldum. Erken yaşlarda bana bulaşan görsel takıntı,
çok zaman sonra bir ifade biçimine dönüştü. Benim fotoğrafa asıl başladığım zaman; fotoğraf
çektiğim ilk anlara değil , fotoğrafla ilgili düşünmeye ve yazmaya başladığım zamanlara denk
gelir. Çünkü ancak ondan sonra çektiğim fotoğrafların içine kendimi ve yorumlarımı
koyabildim.

Her fotoğrafçının bir tarzı olduğu aşikar. Sizin fotoğraflarınızı Hüseyin Taşkın fotoğrafı
yapan şeyler nelerdir?
Fotoğraflarımı arka tarafından görüyorum. Aslında bu soruya fotoğrafın önünü gören
izleyicilerin yanıt vermesi daha iyi olurdu. Bir izleyicinin fotoğrafıma bakarken neden
ağladığını, aynı fotoğrafa bakan başka birinin ise neden umutla dolduğunu, ancak onların iç
dünyasıyla açıklayabiliriz. İnsan bir şeye bakarken sadece gözleriyle değil geçmişiyle birlikte
bakıyor. O fotoğrafa asıl anlamını yükleyen şeyin, fotoğrafın kompozisyonu, ışığı ya da
dramatik etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bir fotoğrafın anlamı çoğunlukla geçmişimizle
şekilleniyor.

Fotoğraflarımı çekerken bu fotoğraf, Hüseyin Taşkın fotoğrafı kriterlerine uygundur, değildir
diye bir yaklaşım sergilemiyorum. Ama sonuçta ortaya birbirine benzeyen yaklaşımlar
çıkıyor. Benzer renkler, benzer nesneler, benzer tercihler… Bunları biraz olsun cümleye
dökebildiğimde ise şu tespitleri yapabilirim. Genellikle yerel unsurları, düşsel bir atmosfere
taşımaya çalışıyorum. Onu kendi dünyasından koparıp, iç dünyama ve haliyle başkalarının iç
dünyasına taşıyorum. Bunu yaparken bazı tonları, bazı atmosferleri ve belirli yüzleri tercih
ediyorum. Bugün baktığınız fotoğrafların tamamı bu tercihlerin sonucudur.

İnsanın doğayla beraber şekillendiği kırsal bölgelerden kareler yakalarken,
kompozisyonlarınızda renk, doku ve hikaye olarak neler arıyorsunuz?
Önceleri sarı renklerin peşinde koşardım. Beni çok heyecanlandırırdı. Bendeki coşkuya denk
gelirdi. Fotoğraflarımın arka planı hep sarının tonlarından oluşuyordu. Ön planda ise genelde
kırsalın çocukları ve hayvanları vardı. Onların oyunu, bakışı ya da gündelik hayatları benim
fotoğraflarımın çatısını oluşturuyordu. Aslında renkler dışında bugün de benzer bir eğilimim
var. Renklerim ise daha mat ve derin bir hale geldi. Sarı-turuncu gibi pozitif renklerin
duyguları ezmesinden endişe ediyorum artık. Elbette kendime bir yasak koymadım bununla
ilgili ama tercih hakkımı genelde “gri” den yana kullanıyorum. Özel hikayeler aramıyorum.
Rutin ve sıradan anları tercih ediyorum.

Fotoğraf çekerken en çok neye dikkat ediyorsunuz? Düşündüğünüz kareleri yakalamak için
neler yapıyorsunuz?
Doğru zamanda doğru yerde olmaya özen gösteriyorum. Çoğu zaman bunu şans olarak
açıklarız. Ama bana kalırsa bu bir yorumdur. Eğer doğru zamanda doğru yerde olmayı
başarabilirsem fotoğrafım büyük oranda bitmiş oluyor. Geriye sadece küçük teknik detaylar
kalıyor.
Fotoğraf çektikten sonra onları gözden geçirirken de çok şey öğreniyorum. Bazı
fotoğraflarıma uzun uzun bakıyor ve inceliyorum. Bu sayede bir sonraki çekimimde hangi
anların üzerinde yoğunlaşmam ya da vazgeçmem gerektiği konusunda hız kazanıyorum.
Ekipmanlarımın hızlı ve taşınabilir olmasına özen gösteriyorum. Birçok konuda düzensiz
sayılırım ama fotoğraf çantamı düzenli tutarım.

Türkiye’de fotoğrafçılığın gelişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bazen bir sokağın başında oturur önümden gelip geçen insanlara bakarım. Ucuz bir
marketten haftalık alışverişini yapmış eli poşetli kadının nerelerde oyuncu olmaktan
vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Köşebaşında yolcuyu kapma telaşındaki taksicinin yönetmen
olma isteğinden ne zaman vazgeçtiği konusunda tahminler yürütürüm. Kahvede bulmaca
çözen gencin neden yazar olmaktan vazgeçtiğini anlamaya çalışırım. Diğerinin neden bilim
insanı olmaktan, bir öbürünün senarist, bir başkasının tiyatrocu olmaktan neden vazgeçtiğini
anlarım aslında. Bütün bu saydığım hayaller sabır ister, bu sabrı geçindirecek düzenli bir gelir
ve en önemlisi de sizi bu yönde destekleyecek bir aile, bir çevre ister. Herkes hayallerinin
peşinden koşacak kadar cesaretli olmayı henüz öğrenmemiş olabilir. Çünkü korkunun içine
doğan insanların cesareti kavraması bile uzun zaman alır. Her ne kadar bu saydığım hayaller
kişisel bir serüven gibi görünse de kollektif bir duruşun sonuçlarıdır. Ülkemiz vazgeçen
insanlarla doludur. Ama biz onlara yeteneksiz olarak bakmayı tercih ederiz.

Dijital fotoğrafçılığın gelişmesiyle beraber fotoğraf çekmek kolay bir hale geldi. Instagram
kullanımının yaygınlaşmasıyla da birçok yeni sanatçımız oldu. Siz bu gelişmeleri nasıl
yorumluyorsunuz?
İnsanların bir araya gelmesine olanak sağlayan bir çok platform var. Instagram’da aslında
bunlardan sadece biri. Onu öne çıkaran şey, orayı kullananların sayısı ile açıklanabilir. Belki
çok daha iyi yazılımlara sahip uygulamalar vardır ama kimse tercih etmediği için yeterince
farkında değilizdir. İnsanların bir araya geldiği, kendini özgürce ifade edebildiği, kimsenin
tekelinde ve güdümünde olmayan mecralar daha çok tercih ediliyor. Önceden birinin size
mikrofon tutması gerekiyordu. Artık herkesin kendi mikrofonu ve kendi prensipleri var. Kendi
sesini duyurmak için bir başkasına ve bir başkasının kurallarına ihtiyacı yok. Eğer
Instagram’da gün gelir “buralar benim ve benim istediğim gibi yapın” derse, insanlar
kendisine başka mecralar yaratacaktır. İnsanlar artık bir bankaya ihtiyaç duymadan para
gönderip, alabiliyor. Yine bir bankaya ihtiyaç duymadan para basabiliyor. Sanırım yakın
gelecekte birçok şey devletlerin, medyaların ve kurumların kontrolünden çıkacak. Bireyler
kendi değerlerini inşa edecek. Yine de bütün bunların insanları özgürleştirdiğini söylemek
güç. Bir haliyle kapitalizmin bireyi öne çıkaran başka bir versiyonunu yaşayacağız. Başka bir
ifadeyle özgürleştiğimizi zannederken, özürlüğün içini boşaltıyor olabiliriz.
Ben de Instagram sayesinde bir çok nitelikli fotoğrafçıyı keşfettim. Sadece televizyon izlenilen
zamanlarda yaşasaydım konuk edilen, söyleşi yapılan birkaç fotoğrafçı haricinde belki de
kimseden haberim olmayacaktı.
Fotoğrafın ve videonun tılsımlı dünyası teknoloji ile birlikte biraz harcıalem oldu. Bazen bu
duruma tepkisel yaklaşabiliyoruz. Kolaylaşan her şeyin, masumiyetini yitirdiğine
inanabiliyoruz. TRT zamanlarındaki gibi bir filmi sadece haftada bir gün ağlaya ağlaya
izlediğimiz, bir müziği 60’lık bir kasedin içinde defalarca kederlenerek dinlediğimiz ve
fotoğrafa 36 kareden oluşan bir Kodak albümüne iç çekerek baktığımız günlerde de hayat
yeterince masum değildi. Biz sadece o kadarını görebiliyorduk.

Fotoğraf çekimleriniz esnasında başınızdan geçen bir anınızı İsytanbul&Istanbul dergisi
okuyucularıyla paylaşmak ister misiniz?
Hangi anım ilginçti diye uzun uzun düşündüm. Ancak bulamadım. Fotoğrafa yeni başladığım
dönemlerde böyle bir soru gelseydi muhtemelen hafıza kartı olmadan çekimlere gittiğimi,
gece geç saatlerde araçla çamura saplandığımı, birçok kuytu yolda tedirgin kayboluşlarımı,
utanç verici kovulmalarımı anlatabilirdim. Ancak bunlar sıradanlaşınca bunları bastıracak bir
ilginçlik şu anda aklıma gelmedi. Okuyucuları da sıkmak istemem 🙂

Fotoğraf ne kadar doğruları (gerçeği) gösterir yansıtır?
Bilmem. Milyarlarca yıldız içinde, on milyarlarca gezegenden biriyiz. Bir gezegen içindeki
minicik bir alet gerçeği ne kadar gösterebilirse o kadar gösterir.
Bence fotoğrafa böyle bir misyon yüklemek onu elimizde ağırlaştırır. Herşeyi bir arada
göremediğimizde, kesitlerden sonuca ulaşıp sadece varsayımlarda bulunabiliriz. Fotoğraf
kesittir. O kesit bir gerçeği mi vurguluyor? Yoksa başka bir gerçeği mi gizliyor? Bunu sıradan
izleyiciler olarak bilemeyiz.Ben fotoğrafa daha rahat bir açıdan bakıyorum. Fotoğrafın bir yorum aleti olduğunu
varsayıyorum. Herkes yaşama kendi doğrusunu sunabilir.
Son zamanlarda nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz yeni projeleriniz var mı?
Bu dönem fotoğraf çekmeye daha az zaman ayırıyorum. Söyleşi ve çeşitli fotoğraf
buluşmalarına katılıyorum. Fotoğrafla ilgili projelerim yok. Hiç bir zaman da olmadı. Sanki
gün gelip sıkılıp, başka şeyler yapacakmışım gibi geliyor bana.

Fuji Passion Magazine

 

Özgeçmişiniz anlatır mısınız? (Hüseyin Taşkın, could you please give us a brief introduction about yourself?)

 

1979 Kayseri /Turkey doğumluyum. Kayseri’de yaşıyorum. Marmara İletişim fakültesi Gazetecilik bölümü mezunuyum. Şu an reklam fotoğrafçılığı yapıyorum.

I was born in Kayseri, Turkey and I live in Kayseri. I am graduated from Marmara University Journalism Department of Communication Faculty, İstanbul. Now  I do commercial photography.

 

 

Fotoğrafçılığa nasıl başladınız ve erken dönemde etkilendiğiniz kişiler kimdi?  (How did you get into photography, who were your early influences?)

 

Fotoğrafçılığa erken yaşlarda başladım. Hemen hemen herşeyden ve herkesten etkilenerek yaşıyoruz. Dolayısıyla yaşadığım herşeyden fotoğraflarıma yansıyan birşeyler mutlaka vardır. Özellikle etkilendiğim isimler olmadı.

I started photography in early ages. We live almost influenced by everything and everyone. Therefore,  there should be something reflected to my photography from all my life time experience. There is no name that I had  especially been impressed.

 

Fotoğrafçılığı kendiniz  mi öğrendiniz yoksa bu konuda eğitim aldınız mı? (Are you self taught or have you studied photography?)

 

Üniversite yıllarında Gazetecilikten dolayı kısa sayılabilecek fotoğraf eğitimim oldu. Sonrasında da fotoğraf toplulukları aracılığı ile üzerine ekledim. Son 3-4 yıldır ise bireysel  olarak yol alıyorum.

During my education in college, because of attending  journalism, I had a short period of lessons about photography. Than by photography communities I added more datas to my knowledge. I have been going my way by myself for 3-4 years.

Fotoğraf kariyeriniz boyunca yapmış olmayı istediğiniz bir şey var mı? (Is there anything you would have done differently during your photographic career?)

Bir gün bırakmayı ya da uzun bir ara vermeyi istiyorum . Hayata fotoğrafsız da bakabilmenin hayalini yaşıyorum. Çünkü erken yaşlardan itibaren hayatı, fotoğraf filtresinden geçirerek tarıyorum. Bu da çoğu zaman doğal gözlem yapmamı engelliyor.  Daha iyi gözlem yapmaya ve farklı hayat deneyimlerine daha çok ihtiyaç duyuyorum.

One day I want to quit or give a long break. I dream of looking into life without photography. Because since early ages I have been scanning life with the strainer of photography filters. This mostly hinders me to make naturel observation. Sometimes I feel that I need to make better observation and experience different life styles by my bare eyes.

Landscapeden hayvan fotoğraflarına, belgeselden reklam fotoğrafçılığına… Tüm bu farklı alanları harmanlamayı ve hepsinin üstünden gelmeyi  nasıl beceriyorsunuz? (From landscapes to animal life, documentary and commercial photography. How do you manage to switch between all these different areas and master them all?)

 

Temel olarak aslında iki farklı durum var. Profesyonel fotoğrafçılıkta yeteneğimi, sanatsal fotoğrafta ise duygularımı kullanıyorum.. Bu yüzden ikisi birbirine çok karışmıyor. Diğer taraftan fotoğrafçılığın türlere ayrılması fikrini hiç benimseyemedim. Manzara, makro , portre vs olarak..  Duygularımın karşılığını bana bir kelebek de verebilir, sıra sıra dizilmiş dağlar da. Bir insan yüzünü ya da bir kuşu çekerek duygularımı anlatabilirim. Belki de  fotoğrafı kategorilere ayırmadığım için bunların hepsini birarada yaparken zorlanmıyorum.

Basicly there is two different situations; In professional photography my ability and in artistic photography my feelings are what I use. So that I can do them seperately. In the other hand I had never adopted the idea of being different kinds of photography. Landscape, macro, portrait exc… I can find my feelings by a buterfly or range of mountains. I can express my feelings with taking a face or a bird photograph. Maybe because of not to separate photography into categories, I do not slog on  that.

Hayvanların, özellikle atların yaşamını muhteşem bir şekilde fotoğraflıyorsunuz.  Bu seriye nasıl başladınız? Bunun ilhamı nereden geldi?  (You capture breathtaking images of animal life, mostly horses. How did you start that series? Where the inspiration came from?

 

Bütün fotoğraflarımın ana teması en basit haliyle “doğaya davet” dir.  Bu daveti en iyi yapan hayvanın atlar olduğunu düşünüyorum. Atları kendi filmimin baş aktörleri gibi görüyorum. Hem coşkulu hem de dingin anlarını tek bir karede çekmeye çalışıyorum.  Bu iki duygu; bana göre, insanın en çok özlem duyduklarıdır. Dingin bir yaşam olmalı ama kalbimiz de daha tempolu atmalı.

Simply the main idea of my whole photography is ‘Invitation to nature’. I think this best invitation can be done by horses. I see horses top players of my own story. I try to take their enthusiastic and still moments in one shot. I guess these two feelings are what human being is missing at most.  While living such a still life, having much more rhythmic throb.

İşinizi yürütürken(odaklanırken), hangi software/makineyi kullanıyorsunuz? (What software / camera gear do you use to keep focused on your work?)

 

iki adet  Fujifilm X-T1 body kullanıyorum.. Birinde 16-55 2.8 diğerinde ise 50-140 mm 2.8 takılı. En çok bu iki lensi kullanıyorum. Bunların dışında çantamda 23 mm 1.4 ve 10-24 mm lens var.  Program olarak Photoshop CC2015 ve çok sık olmasa da Nik Color Efex Pro kullanıyorum. Mobil olarak da Snapseed ve Lightroom tercih ediyorum.

I use two Fujifilm X-T1 body at the same time, that one has 16-55mm 2.8 and the other 50-140 mm 2.8 on it. In general I use these two lences. Apart from these I have 23 mm 1ç4 and 10-24 mm lences in my bag. As software I use CC2015  and rarely NİK Color Effects Pro and for mobile phones I prefer Snapseed and Lightroom.

Okuyuculara kısaca fotoğrafik iş akışınızı açıklar misiniz? (Can you briefly describe for the readers your photographic workflow?)

 

Benim fotoğraflar için atmosfer çok önemli. Karasal bir iklimde yaşadığım için bu daha önemli hale geliyor. Çünkü genelde yumuşak hava katmanlarına ihtiyacım oluyor. Sis, toz, pus gibi.. Obje ile arka planın bu katmanlarla ayrılması gerekiyor. Bu yüzden çekim yapmak istediğim alanlara çok fazla gidiyorum. Çoğu zaman tek bir kare bile çekemeden dönüyorum. Sürekli olarak hava duırumunu takip ediyorum.  Işık, katman ve konuyu sadece ender zamanlarda bir araya getirebiliyorum. Her iki makinayı da aynı anda kullanıyorum. Manuel modda ve tercihen daha koyu çekiyorum. Çünkü kullandığım makina siyah alanların kurtarılmasında daha başarılı. Çekimlerimi RAW yaptığım için shadowları daha sonra açıyorum.

Athmosphere is very important for my photographs, but if you live in a terrestrial climate that  makes it much more important. Because in general I need soft air layers like fog, dust, haze. The object must be seperate from the background. That is why I go to the areas where I want to take my photographs so frequently but mostly I come back without taking any. I always have to follow the weathet forecast. I rarely can gather light, layers and the subject. I carry my both two cameras while I am in place, I use manuel mode and I always try to study on subjects because the camera I use is very succesful in saving dark areas. RAW format helps me to lighten the dark areas after. Çekim esnasında çok hızlı olmak gerekiyor. Konu kaçırmamak için “CL” modunu kullanıyorum. Ayrıca netleme tercihleri olarak “bölgesel”  tercih ediyorum. Bir çalışmada ortalama 200-500 adet fotoğraf çekiyorum.Camera RAW’da açık ve koyu dengesini yapıyorum. Photoshopta ise başlıca kullandığım renk araçları; Curves, Camera RAW filter ve  Lighting Effect.While taking photo, speed is important. So not to miss any subject, I use ‘’CL’’ mode. Also as focus preferences I prefer ‘’Local’’ mode. In one study my shot average is 200-500. In camera RAW I do the lighten and darken balance.The tools  that I prefer in Photoshop are Curves, Camera RAW filter and Lighting effect.

Herşeyin karşılandığı iki haftalık bir gezi umalım. Nereyi fotoğraflamak için gitmek istersiniz ve ne fotoğraflarsınız? (Let’s suppose two weeks with absolutely everything paid. Where would you travel to photograph? And what? )

 

Kanada’ya gitmek isterdim.. Nüfus yoğunluğunun oldukça az olduğu  büyük bir ülkenin kasabaları ve köylerini keşfetmek heyecan verici.  Issız ve soğuk arazisi ise benim için bulunmaz bir fotoğraf mekanı olurdu.  Fırtına, soğuk ve sert yağış gibi pek tercih edilmeyen hava olaylarından umuda dair duygular oluşturmak hoşuma gidiyor.

I wish I go to Kanada. It is exciting to discover towns and villages of a huge country where the population is quiet low. Unemployed and cold land of Kanada would be a great place for my photography.  Weather forecasts like storm, cold and hard rain which are not commanly preferable is what I like to create feelings of hope from.

 

Akşam Gazetesi

MEHMET EMİN DEMİREZEN

emin.demirezen@aksam.com.tr

Çektiği fotoğraflarla sosyal medyada Anadolu’yu adeta bir masal diyarına dönüştüren fotoğrafçı Hüseyin Taşkın’la fotoğraf yolcuğuna dair sohbet ettik.  Yazının asıl kaynaktaki linki 

Seni biraz tanıyabilir miyiz? Nasıl başladın bu fotoğrafçılık sevdasına?

Kayseri’nin çok bilinmeyen, uzak bir ilçesi olan Sarız ilçesinde doğdum. Küçükken bana fotoğraf nasıl bir şey diye sorsaydın; insanın sadece kafasını göğsünden yukarı çekiyorsak “vesikalık”, ayakta çekiyorsak da “boy fotoğrafıdır” derdim. Çünkü fotoğrafla ilk temasım abimin ilçedeki stüdyosunda başladı. Köyden gelenler bazen evlenmek, bazen boşanmak ya da askere gitmek için fotoğraf çektirmeye gelirlerdi. Onların vesikalık fotoğraflarını çektiğimizde fotoğrafı ben o zannederdim. Bazen de yaklaşmakta olan ölümünü hisseden yaşlıların, çocuklarından gizli stüdyoya gelip, “ölürsem onlara hatırsa kalsın” dediği şey zannederdim. Daha sonra İstanbul’a okumaya geldim ve kendimi bir anda fotoğrafçı olarak buldum.

Kayseri doğumlusun ve İstanbul’da okudun. Genellikle insanlar bu büyük şehirde kalmak gibi bir düşünceye kapılıyorlar. Sen ise kendi memleketinde mesleğini sürdürüyorsun hem de sosyal medyada şehrinin tanıtımını yapıyorsun… 

Farklı illerde yaptığım söyleşilerde ya da sosyal medyadaki fotoğraflarımın altında bazen şu şekilde temennilere rastlarım; “Hüseyin Bey umarım İstanbul’a gittiğinin haberini alırız bir gün”. Sanki diğer illerin görevi, İstanbul’a insan hazırlamak. Belki eski Türk filmlerinden kalma bir bakış açısı bu. Medyanın sadece İstanbul’da olduğu dönemlerde; şöhret olmak isteyenlerin, köşeyi hızlıca dönmek isteyenlerin ya da daha masum bir gerekçeyle sesini daha çok insana duyurmak isteyenlerin neden oraya gitmek istediğini biraz anlayabilirim. Ancak artık medya her yerde.

İNSAN FOTOĞRAF ÇEKERKEN GEÇMİŞİNDEN BESLENİR

Daha çok hangi tarz fotoğraflar çekmeyi seviyorsun?

Düşsel fotoğraflar izlemeyi de çekmeyi de çok severim. Tabi bunu her fotoğrafımda yansıttığım söylenemez. Çünkü düşsel atmosfer için doğa koşullarının da sizin tarafınızda olması gerekiyor. Bozkırda ise bu daha zor. Bu bazen yiyecek arayan bir köpek, köye dönen motosikletli bir insan ya da toprağı eşeleyen bir at da olabiliyor.

Anadolu’da fotoğraf çekmek nasıl bir his, seni nasıl besliyor Anadolu?

İnsan fotoğraf çekerken geçmişinden beslenir. Fotoğrafı yapan şey geçmişindeki hayalleri, hayal kırıklıkları, kavgaları ve dile gelmeyen bin bir türlü ruh halidir. Benim de referansım geçmişim. Bu geçmişi de Anadolu’da ve İstanbul’da yaşadım. Bunların bir sentezi fotoğraflarıma yansıyor. Anadolu’ya bu yüzden dışardan bir göz gibi bakmam mümkün değil. Hani belgesellerde de sıkça duyduğumuz bazı cümleler vardır: Anadolu’nun sıcaklığı, Anadolu’nun samimiyeti ve Anadolu’nun buram buram bilmem nesi diye… Anadolu’nun samimiyeti cümlesindeki samimiyetsizliği sevmiyorum. Vıcık vıcık ve gerçeklikten uzak bu tasvirler nedeniyle Anadolu hep İstanbul’un penceresinden gösterilen bir medya malzemesi oldu. Halbuki bütün bunlar Anadolu’nun derinliğini, bilgeliğini ya da başka bir açıdan ikiyüzlülüğünü ve günahlarını görmemizi engelliyor. Fotoğrafımda yer alan unsurlar nedeniyle bazen benim de Anadolu’yu anlattığım düşünülür. Hayır, ben fotoğraflarımda bir coğrafya vurgusu yapmıyorum. Ben sıkışan öz benliğimiz için bir öneride bulunmaya çalışıyorum.

Erciyes, yılkı atları ve insanlar… Fotoğraflarında Anadolu’nun ve Kayseri’nin hiç görmediğimiz bir tarafını paylaşıyorsun. İnsanlardan nasıl tepkiler alıyorsun?

“Burası Kayseri’mi?” diye şaşkınlıklara da rastlarım. “Bu fotoğrafa bakarken neden ağladım” diye sorana da. Hatta “hayat fotoğraflarınızda gösterdiğiniz gibi değil” diyene de…

FOTOĞRAF KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK HİZMETKÂRI

Seni en çok mutlu eden fotoğraf  kareleri hangileri ve neden?

Koyu bulutlar arasından sızan ışıklarda çektiğim fotoğrafları çok severim. Bana umut veriyor.

Son zamanlarda fotoğraf çekimi için birçok kişi bir araya gelip etkinlikler düzenliyor. Sence Kayseri fotoğraf için neden önemli? 

Bir şeyin etkinlik düzeyini arttırdığınızda nitelik de aynı oranda artmıyor. Hatta çoğu zaman tersi yönde bir etki yapabiliyor.  Çünkü fotoğrafçının insiyatifleri  ve doğaçlama kabiliyeti tam olarak yansımıyor. Kayseri’ye ya da  başka şehre gidilecekse en fazla  birkaç kişilik bir grupla hareket  edilmesinde fayda var.

Sence teknolojiyle birlikte fotoğraf başka bir şekle büründü mü?

Kapitalizmin en büyük hizmetkârlarından biridir fotoğraf. O nasıl  isterse oraya evrilir.

Mai Dergi

 

Yazının asıl kaynağındaki linki

Hüseyin Taşkın ile Keyifli Bir Sohbet

‘’Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla özellikle o insanlara ulaştığımı farkettim. Onlara ve kendime bir öneride bulunuyorum: Boşver, korkma, diyorum. Duygularınla yaşa diyorum.”
Hüseyin Taşkın

Kendisini tesadüfen İnstagram’da fotoğraflarına bakarken bulduğum, bir iki fotoğrafa bakarken, dur ya biraz daha aşağı ineyim, yok artık, vay be, çok güzel, diye iç geçirerek baktığım fotoğrafların mimarını tanımak istedim ve açıkçası herkes tanımalı, diye düşündüm. Çünkü ülke koşullarında sanata olan tutum belli. Birileri bir yerlerde güzel bir şeyler yapıyorsa bunu herkes bilmeli, konuşmalı. Gurur duymalıyız, diye düşünüyorum.

Kendine özgü, farklı duyguları bir araya toplayarak mükemmel fotoğraflar çeken sevgili Hüseyin Taşkın; alçakgönüllü oluşunuz ve harika sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

1-Türkiye’nin ortalamasının çok yukarısında inanılmaz kendine özgü ve canlı bir ritme sahip fotoğraflar çeken sanatçıyı öncelikle tanımak isteriz. Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Hüseyin Taşkın olmaya çalışan biriyim. Onun isteklerini yerine getirmeye çalışan bir görevli gibi hissediyorum kendimi bazen. Çünkü bir şekilde gerçek benliğimi tam anlamıyla yaşayamadığımı fark ediyorum. Bu sorulara bile hangimizin cevap verdiğinden emin değilim. Bir yazan bir de silen tarafım var.  Eskinden daha cesur biriydim. İsteklerim için ne pahasına olursa olsun mücadele eden, gözü kara ve heyecanlı biriydim.  Ritmim ve hayal gücüm çok yüksekti. Haliyle bu kadar heyecanlı bir yaşamın yıkımları da daha fazla ve derinden oluyordu. Sanırım ben oralarda kendimle bir takas yaptım. Heyecanın yerine sakinliği, yıkımların yerine de sorunsuzluğu aldım. Çünkü mücadele etmekten de, yıkılmaktan da bıkmıştım. İşte oralarda Hüseyin Taşkın’ı da yavaş yavaş susturmaya başladım. “O” bir şey istedikçe “ben” bahaneler buldum. Giderek buram buram toplum kokan bir sıradanlığa hapsoldum. Formül basit: Sana zarar verecek her şeyi tehlike olarak tanımla ve onlardan uzak dur. Fakat yanıldım. İstemediğim şeyleri yapmayınca, istediğim şeyler olacak sandım. Şimdi diğerini özlüyor ve ona ulaşmaya çalışıyorum. Bazen dalıyorum, bazen fotoğraf çekiyorum.

2- ”Fotoğraf makinesiyle elde edilmiş görüntüyü, ışığa duyarlıklı cam, kâğıt gibi bir yüzey üzerine özel araçla geçirme, saptama yöntemi. Bu biçimde saptanan, çoğaltılan görüntü, resim.” Google, “fotoğraf” kelimesini bu şekilde tanımlıyor. Siz nasıl tanımlarsınız?
Bana göre doğru bir tanımdır. Kullandığımız ya da icat edilen her alet teknik bir obje ya da kullanılan bir eşyadır. Ona anlam yükleyen ise bizleriz. Haliyle herkesin serüveni ve kaygısı farklı. Sanırım bu sorunun cevabını ilk sorunuzda verdim. Fotoğraf kendimle yaptığım kavganın bir enstrümanıdır.

3-Fotoğraf kulübü ve fotoğraf topluluklarında başkanlık ve fotoğraf eğitmenliği yaptığınızı okumuştum. Onlara fotoğraf hakkında ilk olarak ne öğretiyorsunuz. Bir başkasına yaptığınız mesleği öğretmek nasıl bir duygu?
Uzun zamandır derneklerde aktif değilim. Bu eğitimler genel olarak başlangıç seviyesine hitap eden bilgilerden oluşuyordu. İnternetin ve bilginin henüz bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde iyi bir sinerji oluşuyordu. Günümüzde ise, teknik her  bilgi Youtube’da ya da benzer sitelerde var. Ben şimdilerde kısa zamanlı atölyeler düzenliyorum. Fotoğraflarımı nasıl çektiğimi merak eden insanlarla bazen bir araya gelip onlara kendi deneyimlerimi aktarıyorum.

4-Ne kadar özgün olduğunuzu çektiğiniz fotoğraflardan biz görüyoruz. Fakat sizin için Sizi diğer sanatçılardan farklı kılan, başarımın nedeni budur dediğiniz şey var mıdır? Ya da farklı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Başarı, toplumun insanı değerlendirme yöntemidir. Kendinize başarılı ya da başarısız dediğinizde bu tuzağa düşmüş oluyorsunuz. Başarılıyım ya da başarısızım demek, aynı zamanda bir yarışın içinde olduğunuzu da kabul etmeniz anlamına gelir. Ben kendime uzun süredir bu gözlükle bakmıyorum. Okul yıllarımda ben de bu girdabın içindeydim. Başarısız olma korkusu yüzünden hep garanti yolculukları tercih ettim. Özgünlük ise kendi yolunu belirlemektir. Ben kendi yolumda kendi duygularımla yorumlar yapıyorum. Bir mekanın rengini almak yerine, o mekana rengimi katmak istiyorum. Dünyada bir renk olmak istiyorum. Herkes farklı doğar ama çoğu aynı olmayı tercih eder. Ben olmak istemiyorum. Neysem o olmak istiyorum.

5-Fotoğraftaki stilinizi nasıl tanımlıyorsunuz ve çalışmalarınızla vermek istediğiniz  bir mesaj var mı? Nedir?
Fotoğraflarımla kendimi anlatırken, ne kadar çok kendinden sıkılmış insan olduğunu da görmüş oldum. İnsanlar mutsuz. Toplu taşıma araçlarına binmek istemiyor. Aslında araca da binmek istemiyor. Her gün işe gidip bir ekrana bakıp ömrünü tüketmek istemiyor. Sevmek istiyor. Güvenmek istiyor. Özgür olmak istiyor.  Ben fotoğraflarımla özellikle o insanlara ulaştığımı fark ettim. Onlara ve kendime bir öneride bulunuyorum: Boşver, korkma, diyorum.  Duygularınla yaşa, diyorum. Kışın para biriktir, yazın tatile git demiyorum. Gördüğün ve dokunduğun her şeyi hisset, diyorum.  Dünyayı gez dolaş, demiyorum. Hayal et, diyorum. Uzaklarda, demiyorum. Yakınlarda, diyorum.  Fotoğraflarına bakıp da ağladım, diyen çok insanla karşılaştım. Hiçbirine neden ağladın, diye sormadım ama nedenini az çok tahmin ediyordum. Kendilerini özlemişlerdi…

Dedim ya kendi rengimi vermek isterim. Aynı şekilde makine üreticilerinin renkleri yerine kendi renklerimi fotoğrafa veririm. Fotoğraflarımda dağınıklığı seviyorum. Geometrik unsurları pek tercih etmiyorum. Yağmuru seviyorum. Yağmur bulutlarını seviyorum. Issız mekânları seviyorum. Sessizliği seviyorum. Toprak rengini seviyorum.

Hüseyin Taşkın

6-“İnsan da bir sanat eseridir, bebekken yoğrulan. İçinde sevgi, emek, erdem, merhamet konulursa bu sanat eseri(insan) daha da değerlidir, değerdir. ” diye okumuştum bir yerde. Siz sanatınızı neyle yoğuruyorsunuz?
Ben daha çok çocukluk yıllarımdan besleniyorum.  Aldığım (verilen) eğitimlerin henüz beni ezmediği, aldığım maaşların henüz beni tekdüzeleştirmediği, övgülerin henüz beni yanıltmadığı yılların hafızamdaki kırıntılarından yola çıkıyorum. Dünyada birçok sorunun cevabı henüz siz sormadan cevaplanıp önünüze konulmuşsa sezgileriniz yara alır. Sanat sorulardan beslenir. En gerçek ve en doğal sorular ise her zaman çocuklardadır.

7-Sanata olan tutumu ve gelişimi ele alırsak Türkiye’de bu işi yapmak nasıl sonuçlar doğuruyor? Beklentinizi istediğiniz ölçüde karşılıyor mu çektiğiniz fotoğraflar?
Aslında bu benim işim değil. Gördüğünüz fotoğrafların tamamı, benim kariyerimin ürünleri değil. Benim ayrıca bir mesleğim var. Bu yüzden o anlamda bir beklentiden bahsetmek doğru olmaz. Doğayı ve hayvanları seven insanların sayısını az da olsa arttırabilirsem, bu benim için yeterlidir. Fakat bunu ölçecek bir yöntemim yok.

8-Fotoğrafın çekim aşaması sizi nasıl etkiliyor? Fotoğrafın öncesinde girdiğiniz ruh hali ile, fotoğrafın sonrasında oluşan ruh halinizi nasıl tanımlarsınız?
Bazı atmosfer koşulları beni tam anlamıyla soyutluyor ve coşturuyor. Yağmur ve rüzgâr beni hep etkilemiştir. Farklı bir haz alırım. Çoğunlukla o anlarda fotoğraf çekmeyi tercih ediyorum. Haliyle girdiğim ruh halinin neticesinde elimde sezgilerden başka bir şey kalmıyor.  O an ne çekmişsem, ne görmüşsem ya da görmemişsem bunu sezgilerim sayesinde yapıyorum. Çekim sonrasında yine çekim anına benzer bir haz yaşıyorum. Çektiklerime bakarken onları tonlarken keyif alıyorum.

9-Etkilendiğiniz veya örnek aldığınız fotoğrafçılar var mı?
Örnek aldığım yok ama beni etkileyen fotoğraflar ve fotoğrafçılar var. Hemen ilk aklıma gelenlerin instagram adereslerini söyleyebilirim:  @ana.mar @sznpkt @hmgphotography @gykavka

10-Son olarak fotoğraf ile uğraşmasaydınız ne yapardınız?
Aslında bu tür sorular sanki artık başka bir şey olmak mümkün değilmiş gibi bir intiba yaratıyor. Ya da insan zaten uğraşından memnunsa başka bir şeyle yer değiştirmesine gerek yokmuş gibi… Sadece onu geliştirmeli gibi. Ben hayatım boyunca fotoğraf çekmek istemem. Bu çok sıkıcı olur.  Bir zaman sonra başka bir hayat yaşamak isterim. Yazmak isterim. Doğaya daha yakın başka bir şey olmasını isterim. Yine fotoğraf çekerim ama başrol artık o olmayacaktır. Bakalım zaman ne gösterecek.

Skyroad Magazine

 

Fotoğraf çekmeye başlamanızın bir hikayesi var mı ve ilk karenizi hatırlıyor musunuz yoksa farkında olmadan bu dünyanın içinde mi buldunuz kendinizi?

Amin Malouf’un Doğunun limanları isimli kitabında, kitabın kahramanı olan İsyan kendi hayatını anlatırken “benim hayatım ben doğmadan çok önce başlamıştı” diye bir ifade kullanmıştı. Tıpkı İsyan gibi, aslında hepimiz gibi ben de böyle bir hayatın içine doğdum. Kayseri’nin şehre  en uzak ilçesi olan Sarız, sıkça tabir edilen “Anadolu’nun ücra yeri” tanımını hak eden bir sakinliğe ve uzaklığa sahip.

Böyle sakin bir yerde doğduysanız çok küçük hareketler bile hayatınızın ileriki zamanları için belirleyici olabiliyor. Çünkü çok az ses duyuyor ve ona odaklanabiliyorsunuz. 

Ben de bir sabah uyandığımda böyle bir ses duymuştum. Babam, ağabeyime kızıyordu; “Götür geri ver, bu kadar borca girilir mi”, “Bu iş yapılır mı?”.. Ağabeyim Sarız’da fotoğrafçılık yapmak istemiş ve eski bir stüdyonun ekipmanları satın alıp eve getirmişti. Eski taslar, tuhaf ışıklar ve metal ayaklıklar… 

Hiç bir belirleyiciliğimin olmadığı o başlangıç noktası bugün bile beni tuhaf düşüncelere sürüklüyor. Bazen sanki o sabah eve başka şeyler gelseydi ben başka birşey olacakmışım gibi hissederim.  Bazen ise bu rastlantıdan dolayı, fotoğrafçı olmadığımı, koşulların bir sonucu olduğumu düşünürüm. 

İlk karemi hatırlamıyorum ama bu fotoğraf büyük ihtimalle, Söbeçimen Köyü’nden tarlası için notere gelmiş bir amcanın, askere gidecek  Kızılpınarlı bir gencin ya da yatılı okulu kazanmış yoksul bir öğrencinin vesikalık fotoğrafı olabilir. 

“İyi fotoğraf için kurallar yoktur, sadece iyi fotoğraf vardır.” demiş Ansel Adams, sizce iyi fotoğrafın kuralları var mıdır?

Bu söze istinaden değil ama bu sözden bağımsız olarak “iyi fotoğraf yoktur, sadece fotoğraf vardır” diye düşündüğüm ve söylediğim çok olmuştur. İyi ve kötü tanımının zamana ve mekana göre değişiklik gösteren kaygan bir ifade şekli olduğunu düşünürüm. İyi ve kötünün, iyi ya da kötüler tarafından değil güçlüler tarafından dizayn edildiği kuşkusuna da sürekli kapılırım.  Bir şeyi “iyi” yapan nedir?  Jürilerin oy birliği etmesi, anketlerden yüksek sonuç alması ya da çoğunluğun rızasını kazanması mıdır? Ya da bunların tam tersi bir ifadeyle; Bir şeyi “iyi” yapan, az kişinin onu benimsemesi, az izlenmesi ve yaşadığı çağda görmezden gelinmesi midir?  Bana kalırsa bu sorunun cevabını, sorunun kendisi nedeniyle  asla tayin edemeyiz.

Kurallı fotoğraf ya da kurallı olan herhangi bir şey bende  tutsaklığı çağrıştırıyor. Eminim bir çok kişide de bu böyledir. Bünyemiz bunu kabul etmiyor ve çoğu zaman  kuralsızlığı yüceltiyoruz.  Bireyin tamamen kuralsız olabileceğini düşünemiyorum. Bir kuralı uygulamak istemediğimizde, farkında olmadan başka bir kuralın pençesine düşebiliriz çok rahatlıkla. Kendimi en kuralsız hissettiğim anlarda bile içimde  modernitenin kalıntılarını görebiliyorum. Yıllarca eğitimlerle, ilişkiler ağı ile bir düzende oluşmuş birinin bir önceki kendini katıksız terk edebilmesi ne kadar mümkünse, kuralsız fotoğraf da o kadar mümkündür. Keşke hala çocukluğumuzdaki gibi kuralsız bakabilseydik hayata. 

Fotoğraf makinanızı aklınızın ve kalbinizin uzantısı olarak tanımlayabilir misiniz?

Hayatımda binlerce duygu hali yaşamışımdır. Ama bunları oturup kağıda dökmeye çalışsam hem biraz benim yeteneksizliğimden hem de dillerin kendi yetersizliğinden çok azını doğru bir şekilde ifade edebilirim.  Bu duygu çeşitliliğini kelimelerle anlatabilmem için sanırım roman yazarı olmam gerekirdi. Ben kelimelere sığdıramayacağım duyguları fotoğraflarla anlatmaya çalışıyorum.  Bir rengin yoğunluğu ya da kullandığım teknik bir yönelim satır arasında kalmış bir duyguyu gün yüzüne çıkarabiliyor.

Bir fotoğraf makinasını aklımın ya da duygumun bir uzantısıdır şeklinde tanımlayabilmem için yetenekli olmaktan ziyade  cesur olmam gerektiğini düşünüyorum.

Fotoğraflarınız bana İsmet Özel’in “Ben atlara ve uzaklara hayrandım “dizesini hatırlattı. Neler söylersiniz?

Bazı fotoğraflarıma “Yakınlar” ismini  koyarım.  Doğamıza ve iç benliğimize  yakınlar.. Bize daha yakınlar… Ama ne kadar zor değil mi yakınımızda olmak? Bir mesai saatinin molasında ne kadar yaklaşabiliriz kendimize ? Ya da bir kırmızı ışıkta… Kendimizden başka herşey yanıbaşımızda.. Evet biz uzaklara gittik ama o hala yakınlarda kaldı. Artık o bize uzak kaldı. Özlüyoruz onu. Yağmurdan sonra gelen  toprağın değil, çocukluğumuzun kokusu.. Geçmişimizin kokusu.. Atlar koştuğunda bizi oraya götürüyor. Çıkan toz ruhumuzu temizliyor.  Atlar bizi çağırıyor.  

Kadrajlarınızda insanların büyük yer kaplamadığını görüyoruz. Dünyanın merkezinden insanı alıp yaşamın diğer yüzlerini göstermeye çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?

Fotoğraflarımdaki bazı tercihlerimi rahatlıkla keşfedip açıklayabiliyorum. Ama bazı tercihlerimi neden yaptığıma dair nedenlere tam olarak ulaşamıyorum. Bu da onlardan biri. Ama ortaya çıkan sonuçlardan memnun olduğumu söyleyebilirim. İnsanların fotoğraflarımda gerektiği kadar yer kapladığını görüyorum. İnsan yüzlerinin fotoğraflarımı manipüle etmesinden çekiniyor olabilirim.  Çektiğim ve yansıtmak istediğim başkaca detayların önüne geçmesinden endişe duyuyor olabilirim.  Sizin de ifade ettiğiniz gibi insanı yaşamın merkezinde görmüyorum.  Doğadaki canlıların hiçbirinin bir diğerinden üstün olduğunu düşünmüyorum. Hayvanların ve bitkilerin her birinin  bir ismi olduğunu ama bizim bilmediğimizi varsayıyorum. İnsanları geri plana itmek gibi bir derdim hiç bir zaman olmadı. Başka bir açıdan kendimi iyi hissettiğim yerlerde ve mekanlarda fotoğraf çekiyorum. Oralarda ise genelde insan yok. Kadrajımda yer alacak insanlar konusunuda oldukça seçici davranıyorum. Fotoğraflarımı bir romanın sayfaları gibi düşündüğümde o yüzün, o kıyafetin benim düşlediğim karakterlere uygun olmasını hedefliyorum. Elbette bunu profesyonel bir yöntemle değil tamamen sezgisel yapıyorum. 

Günümüzde özellikle gençler arasında analog fotoğraf makineleri çok popülerleşti. Teknolojinin geniş imkanlar sunduğu çağımızda analog makinalar gençlerin ilgisini çekmeyi sizce nasıl başardı? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Sizin böyle bir tutkunuz oldu mu?

Benim bu şekilde bir gözlemim olmadı. Zaman zaman analoga hevesli insanlarla tanışıyorum ama bunun bazı çevrelerde popüler olduğunu hiç farketmedim. Üniversitelerin fotoğraf kulüplerinde eğitim amaçlı tercih edildiğini biliyorum. Fotoğrafa yeni başlayanların dijitalin  harcıalem dünyasından uzaklaşıp , 36 film karesinin her birini düşünerek kullanması belirli bir çekim disiplini kazandırabilir.  Kendi açımdan analog bir dünyanın içine doğmama rağmen, dijital yöntemleri tercih ediyorum. Bu benim için daha işlevsel. Kullandığım makina dijital olmasına rağmen analog zamanlardan kalma bir tasarıma ve çekim alışkanlığına sahip.  Tamamen analog yöntemlerle çalıştığımda bu benim için bir eziyete dönüşür. Artık filmler ve onu banyo edecek nitelikli karanlık odalar neredeyse kalmadı. Bazı filmleri eğer hala üretiliyorsa yurtdışından getirtmelisiniz. Bütün bunlar benim akışımı bozar.  Fotoğrafın teknik süreçlerinin beni yavaşlatmasını istemem. Video kabiliyeti yüksek fotoğraf makinaları tutku denilecek kadar iddialı olmasa da benim için daha idealler.

Sanatın her alanında olduğu gibi fotoğraf sanatı da bazı akımlarca (anlayışlarca) yönlendirilmekte. Kendinizi herhangi bir akıma ait hissediyor musunuz? 

Kendimi herhangi bir akıma ya da fotoğraf anlayışına ait hissetmiyorum. Ama çektiklerim başka başka akımlardan izler taşıyabilir. Ya da bir akımın tamamen bütün özelliklerini taşıyor olabilir. Fotoğrafçı olarak böyle bir kaygım olmadı hiç. O yüzden buna doyurucu cevap veremem.  Ama bir eleştirmenin bunu daha iyi tanımlayacağını ve analiz edeceğini düşünüyorum. Fotoğraflarımda bazen resim etkisini tercih ediyorum. Özellikle coşku ve dinginliği bir arada yakalamaya çalışıyorum. Dağınık ama sade bir kompozisyonu tercih ediyorum. Belirsizliği seviyorum. Şiirsel ve dramatik bir üslup benimsediğimi söyleyebilirim. Fotoğraflarımı izleyen birinin içsel bir seyahat yaşamasını umut ediyorum. 

Sizin de bir fotoğraf atölyeniz var, sanatçılığın eğitimlerle geliştirileceğine inanıyor musunuz? Siz bu atölyede öğrencilerinizle hangi konuları konuşuyorsunuz? 

Benzer kaygıda olan insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir sinerji var. Bu etkileşim sayesinde bir fotoğrafçı teknik yeteneklerini geliştirebiliyor. Amatör düzeydeki uğraşını sanat boyutunda biçimlendirmek isteyenler de yine bu atmosferden yeni pencereler açabiliyor. Ama tam anlamıya eğitimlerin bir insanı sanatçı yapacağını düşünmek iyimserlik olur. Ben buna eğitim olarak değil birliktelik olarak bakıyorum. Herkesin birbirine katacağı birşeyler mutlaka vardır. Sanat insanın kişisel sorgulamalarından, itirazlarından ve geçmişinden beslenir. Teknik yöntemlerini geliştirerek ,fikrini tam olarak yansıtmak isteyenler için bu atölyeler oldukça faydalı.  

Benim yaptığım atölyelerde de nasıl yapabilirizin cevabını arıyoruz. Ama ne ve neden sorularını kişinin kendisine bırakıyorum.

Teşekkürler 

Fujifilm X-T3 İlk İzlenimlerim

X-T1, X-T2 ve nihayet X-T3.. Fujifilm’in en yoğun kullandığım serisinin yeni makinasını da henüz duyurulmadan önce deneyimleme şansı buldum. Makina birkaç haftadır bendeydi. Aslında daha uzun bir süre inceleme yapacaktım ama makina tahmin edilenden önce duyurulunca ben de ilk izlenimlerimi sizlerle erken paylaşmak istedim. Test için gelen bu makina’nın RAW çekimlerini açacağım bir program olmadığı için yazımda Jpeg fotoğraflara yer vereceğim. İncelemeyi yaparken çok özel birşey yapmadım. Daha önce nasıl çekiyorsam, nerede çekiyorsam yine aynı şekilde çektim. Bu sayede makinayı kendi çekimlerim için daha iyi yorumlayabildim.

Yazıya başlamadan önce isterseniz Fujifilm X-T3 ile çektiğim “yakınlar” isimli videoyu izleyebilirsiniz.. Yüksek kalitede izlemek  için 1080p seçmeyi unutmayın

Fotoğraf ya da video tarafında konuşacaklarımıza başlamadan önce tasarım ve işlevsel yeniliklerleri ile başlayalım.

Tasarım

Zaten klasik görünüm felsefesiyle yola çıkan bir tasarımın her yıl değişmesi beklenen bir durum değil. Eğer fotoğraf makinalarında klasik görünümü tercih ediyorsanız onun zamanla modern çizgilere sahip olmasını ya da tam tersi daha eski görünümlere doğru uyarlanmasını istemezsiniz. Ne zaman ki teknolojik bazı yapısal yenilikler artık makinanın değişmesi gerektiğini zorunlu kılar o zaman değişebilir. Ya da kullanıcılar mevcut tasarımı banal bulmaya başlarsa o zaman da piyasa şartları gereği tedavülden kalkar ve yerini yeni bir tasarıma bırakır. X-T serisi klasik çizgilere sahip ve her yeni modelde de bu çizgiyi devam ettiriyor. Muhtemelen ilerde çıkacak X-T4’de X-T5’de ufak güncellemeler dışında aynı tasarıma sahip olacaktır. X-T3’ü elinizde tuttuğunuzda X-T2 ile birebir ayı hissiyatı yaşayacaksınız. Bazı butonların sertleşmesi, bazı çıkıntıların artması ve kadranların küçülmesi dışında tasarımsal bir değişikliğe gidilmemiş. Her buton bir önceki model olan X-T2 ile aynı yerinde. Bu aynı seri üzerinde alışkanlık kazananlar için bir kolaylık olacaktır. X-T serisinin tasarımı benim en sevdiğim ve en kullanıcı dostu tasarıma sahip. Sonrasında ise X100F tasarımını beğeniyorum. X-T3 gümüş ve siyah olarak satışa çıkıyor. Gümüş tasarım daha retro bir hissiyat verse de ben siyah olanını tercih ediyorum.

Nihayet bu model de dokunmatik ekrana yer verilmiş. Tıpkı Apple gibi Fujifilm’inde böyle lafı bile edilmeyecek ufak meseleler karşısında tutucu bir tarafı var 🙂 5-6 yıl önce piyasada yer alan bu teknolojiyi ancak şimdi bu seriye kazandırıyor. Nihayet dedim ama bu birkaç haftalık sürede kullandın mı diye sorarsanız cevabım hayır olacaktır. Alışkanlıklar kolay değişmiyor. İlk defa X-T serisine sahip olacak biri dokunmatik ekranı sürekli ve anında kullanacakken eski kullanıcılar bu yeniliğe üvey evlat muaemelesi yapacaktır diye tahmin ediyorum. Oysaki GFX kullanırken çoğu işlemimi dokunmatik ekrandan yapıyordum. Dokunmatik ekranı en çok da tripod üzerinde kullanacak gibi duruyorum. Elde çekimlerde burnum dokunmatik ekrana değiyor ve netleme noktasını değiştiriyor. Bu yüzden hemen geri kapatıyorum bu işlevi. Tripodla çekim dışında çekilen fotoğrafları izlemek için de konfor ve hız sağlayacaktır. Ama şimdilik şurda dursun diyorum. Bununla birlikte dokunmatik ekrana sağa sola ya da yukarı aşağı kaydırarak bazı kısayollara ulaşabiliyorsunuz. Örneğin ben teraziyi görmek istediğimde bu kısayolu kullanıyorum.

X-T3’ün tasarımda ben ne isterdim? X-H1 de olan üst ekranın olmasını isterdim. O kadar büyük olmasa da çeşitli durumları gösteren küçük bir ekran fena olmazdı. Uzun süreli video çekimlerinde parmaklarım hafif acıyacak kadar yanlış bir pozisyonda kalıyor. X-T3’ün sağ tarafında X-H1 kadar çıkıntı olmaması buna neden oluyor. Fotoğraf için sorun değil ama video çekerken problem yaratıyor. Muhtemelen grip ile daha iyi bir tutuş olacaktır. Ama onu henüz denemedim. Zaten video çekecekseniz pil sorunu yaşamamak için grip ile çekmek gerekiyor. Kendi çekimlerimde ise zaten çok uzun planlarım olmuyor. Maksimum 10 saniyelik görüntüler planlıyorum.

Daha önceki modelde olmayan kulaklık girişi X-T3e’konulmuş. Böylece mikrofonlu çekimlerde sesi kontrol edebileceksiniz. Gayet de iyi olmuş. Kulaklık takmak için grip bulundurma zorunluluğu olmayacak artık.

USB-C bağlantısı, mikrofon girişi ve dokunmatik ekran bu tasarımın yenilikleri olarak göze çarpıyor. Yine UHS-II destekli çift hafıza kartı bu makinada da bulunuyor.

Özetlemek gerekirse bu tasarımı seviyorum. En çok da diyaframı objektiften değiştirmeyi..

Her yeni makinayı denediğimde karşıma çıkan ve her defasında nereden düzelteceğimi o an anda tam da bilemediğim “sayaçlarınız doldu” uyarısı X-T3’de de çekimin ortasında karşıma çıktı ve yeni çekime izin vermedi. Makina menüsünün kuytularındaki “yeniden” ve “devamlı” seçeneklerinden “yeniden” olanını tercih etmek gerekiyormuş. Keşke bu bu seçenek default olarak gelse de her seferinde gerilmesem ve ne anlama geldiğini çözebilsem 🙂

Hız

Daha önceki inceleme yazılarımın birinde bu hız konusunda daha ne yapılacak ki demişliğim var. Benim hızım sanırım makina hızlarının gerisinde olmalı ki o yüzden böyle bir ifade kullandım. Çünkü X-T2’nin hızından gayet memnundum ve tam kapasitede de hiçbir zaman kullanmadım. Elbette bu başlıktaki hızdan kastım sadece saniyedeki çekim sayısı değil.

-Buffer hızı
-Karta yazım hızı
-Sürekli netleme hızı
-İşlemci hızı

Hız demek aslında kalite ve kararlılık demek. Bazen ben de bu bağlamdan uzaklaşarak havalı seri deklanşör sesi” gibi değerlendiriyorum hız konusunu (şıkşıkşıkşıkşıkşık… vay be hıza bak:). Aslında hızlı bir işlemciniz varsa daha çok dataya sahip bir video parçasını elde edip sonrasında bu esnek görüntüyle daha uç değerlerde oynayabiliyorsunuz. Siz o videoyu çok sakin çekseniz bile içerde bir şeylerin hızlı olması gerekiyor ki kaliteli sonucu verebilsin. Peki bir video çekerken o kadar yüksek değerlere ihtiyacımız var mı? Sinematik tonlamalar, özel prodüksiyonlar için gerekiyor. Ama anı kaydetmekse derdiniz değerleri düşükte tutabilirsiniz.

Yeni “X Proccesor 4” işlemcinin hızını işlem yaptığınız her an hissedebiliyorsunuz. Netleme süresi, karta yazım hızı da hiç bir kullanıcıyı yarı yolda bırakmayacak gibi duruyor. X-T2’deki 325 Af noktası, X-T3’de 425’e çıkarılmış. Tam ekrana yayılan faz algılamalı netlik noktaları hata yapmayı epey zorlaştırıyor. Güvende hissettiriyor.

X-T3 saniyede 11 kare, elektronik shutter da ise 20, spor modda ise saniyede 30 kare verebiliyor. İlk defa X-T3’de yer alan spor modu ile makina croplu bir moda geçerek saniyedeki çekim sayısını arttırıyor. Hız gerektiren sportif durumlar için seri çekimler arasındaki ekran kararmasını da (blackout) engellemiş oluyor.

Yüz ve göz tanıma algoritması hiç olmadığı kadar güzel ve kararlı çalışıyor. Özellikle vlog çekenler, röportaj yapanlar için faydalı olacaktır.

Fotoğraf Kalitesi

Dediğim gibi henüz Jpeg sonuçları sizlerle paylaşıyorum. Fotoğraf edit programları RAW desteğini duyurduğunda daha iyi gözlem yapabiliyor olacağım. ISO değeri jpeg çıktılarda 160’dan başlıyor. RAW çektiğiniz de 80 ISO’da çekim yapmak mümkün. Makinanın yüksek ISO performansını denemedim. JPEG çekmeyi sevmiyor olmamın da bununla ilgisi var. Çok fazla fotoğraf çekmedim ama çektiklerimi de ETERNA renk profilinde çektim. Daha yumuşak ve doğal sonuçlar verdiğinden o şekilde çektim. Jpeg üzerinde sonradan bir işlem yapacaksam ETERNA’nın bu derinliğinden yararlanmak istedim. X-T3 26 MP bir çözünürlükle geliyor. Bu çok önemsediğim bir durum olmadı. 24 mp’de idealdi benim için. Dinamik aralık tarafında iyileştirmeler yapıldığı da söyleniyor. Bunu video çekerken hissettim ama fotoğraf çekerken RAW sonuçlarını göremediğim için gözlemleme şansım olmadı. Neticede yeni bir sensörün avantajları elbette olacaktır. X Trans CMOS 4 olarak adlandırılan yeni sensör bir öncekinden her konuda az da olsa iyi olmak durumunda. (Jpeg formatında fotograf düzenelerken bile dinamik aralığının yükselmiş olduğunu hissettim)

Video Kalitesi

Önce parametrelerine bir bakalım..

– 4K 60 FPS
– FHD 120 FPS
– 10 Bit 4.2.0 dahili kayıt (h-264)
– 10 Bit 4.2.2 harici kayıt (H-265)
– Zebra modu
– Genişletilmiş video menüsü
– 4K’da 400 mbps, FHD’de 200 mbps’ye kadar bitrate
– F-log
– Eterna Profili
– Mikrofon Girişi
– Kulaklık Girişi
– İki farklı codec seçeneği (long -All in)

Bu parametrelerden sonra video tarafında ciddi iyileştirmelerin olduğunu anlıyoruz.

Hemen şunu söyleyim. Video konusunda çekerken de sonrasında işlerken de X-T2 ile arasında ciddi bir fark gördüm. Üstelik 8 bit seçeneğinde çekiyor olmama rağmen bunu deneyimledim.

4K 60 FPS seçeneği ben hariç çoğu kişinin beklediği bir özellikti. Bu sayede 4K da daha akıcı, yavaşlatılmış görüntüye izin veren bir hızda çekiyor olacaklar. Full HD tercih edenler bile belki arada 4K 60 FPS çekip sonradan crop yaparak masa başında yeniden kadrajlama fırsatını bulacaklar.

Sürekli netleme modunda video çektiğinizde ise aşağıdaki gibi bir performans sergiliyor.

Benin en çok beklediğim ise bit değeriydi. Video renkleriyle kendimce oynamayı seviyorum. Daha fazla renk daha çok esneklik demek. Henüz videoya yeni başlayanlar için şu bilgiyi vermekte fayda var. 8 Bit demek videoda maksimum 16 milyon renk, 10 Bit demek ise 1 milyar renk demek. Merak edenler Google’dan daha detaylı bilgiye ulaşabilirler. 8 ile 10 arasında %20’lik değil %bilmem kaç’lık bir değer artışı söz konusu aslında. Bu fark en çok da renk geçişlerinin ve çeşitliliğinin fazla olduğu kompozisyonlarımız üzerinde renk düzenleme yaparken işimize yarayacak. Bunu zihnimizde şu şekilde hayal edebiliriz. Düz mavi bir duvar üzerinde asılmış sarı ışık veren bir apliğimiz olduğunu varsayalım. Apliğin verdiği sarı ışığın azalmaya ve mavi duvarın mavi gibi görünmeye başladığı o aralığı akıcı ve kayıpsız bir şekilde elde etmek istiyorsanız daha yüksek bit derinliğine yani daha çok renge ihtiyacımız var. Sarının ve mavinin binlerce tonuna ihtiyacım var. Eğer elimde az renk varsa o geçiş tatsız olacak, kırılmalar, toplaşmalar vs başlayacaktır. İnsan teni sadece bir renkten oluşmuyor. Kırmızı ile sarı arasında kim bilir kaç renk vardır. İyi bir ten rengi, iyi bir doğa çekimi için de yüksek bit değeri her zaman avantaj sağlayacaktır.

Aşağıdaki videoda farklı kompozisyon için yorumladığım farklı tonlamalara göz atabilirsiniz. F-LOG ve color grade yapılmış hallerini peş peşe izleyebilirsiniz.

İlk defa çektiğim videolara istediğim rengi verebilmenin rahatlığını yaşadım. Bu konuda aklında soru işaretleri olanlar için çok net söyleyebilirim ki video kalitesi mükemmel.

Slow Motion çekimlerde ortaya çıkan piksel dağınıklıkları ve bozukluklarına X-T3’de rastlamadım.

X-T3 bendeyken 4-5 defa fotoğraf ve video çekimine çıktım. Demo bir ürün olmasına rağmen hızını ve kalitesini çok beğendim. Sabırsızlıkla gerçek sürümü bekliyorum.

Sizlerde yorumlarınızı bırakabilirsiniz. Facebook yorum panelini kullanırsanız sevinirim. Diğerinde biraz sorun var.