Fotoğrafta Kapalılık Üzerine

Fotoritim Röportajından 2013

Fotoğraf sanatçıları ile uzun süreden yani dergimizin ilk günlerinden beri gelen bir uyuşmazlığımız var. “Fotoğraf yazıya, açıklamaya, anlatıma ihtiyaç duymaz”, “Bırakın benim kim olduğumu da çalışmalarıma bakın”, “Sanat evrenseldir, bu yüzden sadece sunun gerisini izleyene bırakın”, “Kendimi anlatmayı sevmem, fotoğraflarım beni anlatır”, gibi gibi… Bir sanatçıyı tanımadan onun eserlerine bakmak, anlamaya çalışmak benim için eksik bir boyut olarak gözüküyor. Ekseri şu örneği veririm; Jack London’un hayatını bilmeden romanlarını okumak, Özdemir Asaf’ı tanımadan onun şiirlerinden tat almaya çalışmak. Hep eksik, tam değil. Ancak fotoğrafçılarımız –bazen yabancılar da- bundan ekseri kaçıyorlar, kaçınıyorlar daha doğrusu. Sen ise yazmaya başladığım zaman asıl fotoğrafa başladım dedin. Bu bence bir tercih, prensip meselesi olmamalı diye düşünüyorum. Tabii her sanatçının kalemi, anlatımı güçlü olmayabilir ama “kapalılık” biraz bana garip geliyor, ne dersin?

Bu soruya bir genelleme yaparak yanıt vermek doğru olmaz.  Yapan ve izleyeni anlamak  açısından hayli karışık süreçler var. Çünkü ortada “sanat sahibi”, “fotoğraf sahibi” ve bir de “fotoğraf makinası sahibi” kişiler  var. Karşısında da aynı tanımlamaların izleyici modeli var. “Fotoğraf makinası sahibi” birinden, sanatsal bir tat beklemek adına onu tanımaya kalkıştığımızda karşımıza muhtemelen emekliliğin tadını çıkartmaya çalışan bir amca çıkacaktır.  Henüz sanatsal üretimi olmayan bir fotoğrafçıyı merak ettiğimiz de da karşımıza kafası karışmış bir amatör çıkabilir. Bazı fotoğraflar sahibinden daha güçlüyken, bazı fotoğrafçılar ise kendi  fotoğraflarından daha güçlü. Bazı insanlar, yazı, beste ya da resim  yeteneği olmasına rağmen fotoğrafı tercih ederken , bazı insanların ise bir şeyler yapamadığı için  fotoğrafçılıkla ilgilendiğine şahit oluyoruz. Yine bazı insanların elinden fotoğrafı aldığınızda geriye bir şey kalmazken, bazılarının ise fikirlerini ifade etmek için  herhangi bir enstrümana  ihtiyaç duymadığını görebiliriz.

Böyle bir durumda ister istemez iyi denilecek bir  fotoğrafın arkasında fikir olgunluğuna sahip  bir bünye göremediğinizde, kendinizi aldatılmış hissediyorsunuz. Sevdiğim bir yazarla tanıştığımda bana; “boş vakitlerimde yazmayı çok seviyorum”, “yazmak önemli”, “yazı çok iyi bir şey” gibi vasat cümleler kurduğunu düşünün. Böyle bir durum karşısında “o ses, bu bünyeden nasıl çıkmış, hayret!” diyerek bir hayal kırıklığı yaşamak kaçınılmaz oluyor. Sonrasında o insana duyduğunuz hayranlık azalıyor, tılsım kayboluyor. Sorunda bahsettiğin yüksek tat alma durumu  her zaman gerçekleşmeyebilir.   Yani “bir fotoğrafın sahibini tanımak gerekir” dediğimizde, karşımıza ürettiğiyle eş değer olmayan birinin çıkma ihtimali de var. Böyle bir fotoğrafçının “ben anlatılmaz, yaşanırım” diyerek kendisini fotoğraflarının arkasına gizlemesi, onun adına iyi bir fikir gibi duruyor. Sanatla uğraşan insan genellikle bir şeyi dert edinen insandır. Ona bir mikrofon uzattığınızda “hayır ben konuşmuyorum, lütfen sadece fotoğraf” dememeli diye düşünüyorum. Kendisinden beklenen konuşma ya da yazma yeteneği değil elbette ama fotoğrafının hangi dünya görüşü ve hangi değer sistemlerini eleştirmek üzerine  inşa edildiğini de bilmek için, onun açılımlarına az da olsa ihtiyacımız var. Bunu da ancak onu daha fazla tanıyarak elde edebiliriz.

Peki o halde dolaşımda bulunan her fotoğrafın altında bir açıklama metni mi yazılacak? İnternette, sergide, duvarda gördüğümüz her fotoğrafta “bu fotoğraf şu sebeplerden dolayı çekildi” diye bir ibare mi olacak? Elbette ki bu da mümkün değil. Çünkü fotoğrafın kendisi zaten bir ifade yöntemi. Sergilediğimiz her fotoğrafın altına bir de heykelini ya da resmini yaptığımızda ortaya çıkan manzara nasıl absürt olacaksa her fotoğrafı metinlerle desteklemek de aynı oranda absürt olacaktır.

Bu karmaşaya neden olan şey belki de, geçmişten günümüze bir alışkanlıktan olsa gerek “fotoğraf” denilince aklımıza “tek kare”nin gelmesidir. Portfolyo, proje ve bütünlük anlayışları yeni yeni fotoğraf literatüründe kabul görmeye başladı. Fotoğraf yarışmaları, paylaşım mecraları tek fotoğraf üzerine olunca ve yorumlamalarda tek fotoğraf üzerinden gerçekleşince  konuştuğumuz birçok şey havada kalıyor. Tekil fotoğraf izleyicisi fotoğrafçıdan “imkansız görüntüler” sunmasını bekliyor. Ona göre bir fotoğrafta “ tam şimşek çakarken, uçan kuşun ağzında balık olmalı ve o esnada yolda yürüyen iki sevgilinin gölgesi kalp şekline benzemeli”.  Fotoğrafı böyle gören, zanneden bir kitle için de “portfolyo” fikri anlamsız gelecektir.  Bir şey yazsanız da okumayacaktır. Fotoğrafı görsel bir derleme olarak tanımladığından olsa gerek,  tüm ifadelerin kitabın kapağında olmasını bekleyecektir.

Tek fotoğraf anlayışını bir tarafa koyup “portfolyo” üzerinden yorum getirirsek durum daha anlaşılır olacaktır. Günümüzde fotoğraf sergisi ya da portfolyo sunumlarında “manifesto” yazılması akla daha yatkın geliyor. Bir manifesto, izleyiciye bakılması gereken pencereyi işaret eden sözel bir katkıdır. Bir kitabın önsözü gibidir. Porfolyo ya da proje çalışmalarında her bir fotoğraf ana fikrin parçalarıdır. Fotoğrafçının neyi kaygı ettiğini ve bu fikri desteklemek amacıyla nasıl bir yol izlediğini, çalışmalarının fikrini tam olarak karşılayıp karşılamadığını daha iyi görebiliriz. Fotoğrafçı bu açıklamayla bir anlamda izleyiciyi de pasif konumdan alarak tartışmaya dahil eder. Fotoğrafın “çok anlamlı” dünyasındaki olası yanlış değerlendirmelerin önüne geçerek, kendi fikir dünyasına odaklanmasını sağlar.

“Kapalılık” konusunu özetlemek gerekirse, iyi olmayan şeylerin yüksek sesle, her mecrada ve sürekli  konuştuğu günümüzde, sanatçının sesinin daha gür çıkması gerekir diye düşünüyorum. Fotoğrafı “seyirlik” olmanın ötesine ancak bu şekilde taşıyabiliriz.

Hüseyin Taşkın

Fujifilm XT-1 İzlenimlerim 1

Her iki bahar ayı da fotoğrafçılar için oldukça davetkar. Biz ise yine her ilkbahar olduğu gibi Atölye 9 ile Sultan Sazlığı ve hemen yanındaki Çarıklı mezrasına gidiyoruz. Kayseri ve Sultan Sazlığı arasındaki bir saatlik mesafeyi kısaltıp sabah ışığından daha fazla istifade etmek adına konaklamalı olarak gitmeye karar verdik. Bir gün öncesinden çadır ve yiyeceklerimizle kamp yerine geldik. Daha önce Canon ekipmanlarla gittiğim bu yere bu defa Fujifilm XT-1 modeliyle gittim. Makina ile ilgili ilk gerçek deneyimimi yaşamak için bulunmaz bir fırsattı benim için.

Uzun süredir aynasız fotoğraf makinalarını takip ediyorum. Bir kaç aydır ise yanımda sürekli olarak aynasız makina taşıyorum. Geçtiğimiz günlerde atölyemizde yaptığımız Fujifilm Workshop Kayseri etkinliğinde kullanma şansı bulduğum XT-1’in çekim sonuçlarından çok etkinlenmiştim.  Makinalar konusunda ilk izlenimler bazen yanıltıcı olacağından yine de belirli bir mesafem vardı. Çarıklı mezrasındaki çekimlerle neredeyse ihtiyacım doğrultusundaki tüm özelliklerini kişisel olarak test etme şansım oldu.

Öncelikle aynasız makinalara neden yakın olduğumu iki maddeyle özetlemeye çalışayım

• Kolay taşınabilir olmaları

Ancak üst segment aynasız makinaların çok da küçük olmadığını söylemeliyim. Özellikle vizörlü modellerde bu hemen hissediliyor. Yine de objektif, tripod gibi ekipmanları da dahil ederek  bütünü düşündüğümüzde ciddi derecede bir hacim farkı var. Cebimde birkaç objektif taşıyabilmek, DSLR sistemlerle pek de mümkün değil. Sürekli yanımda taşıyabildiğim için fotoğrafla ilgili serüvenimi haftasonuna hapsetmekten kurtulmuş oluyorum.

• Dikkat çekmemeleri 

Fotoğrafçılar için büyük bir sıkıntı olan gizlenme, kendini unutturma sorunu compact görünümlü bu makinalarla mümkün hale geliyor. Fotoğrafçı olarak, girmekte zorlanacağımız birçok yere turist gibi girebiliyoruz. Kimse bizi önemsemiyor ve ciddiye almıyor 🙂 Makinayı bir hava atma aracı olarak görüp mümkün mertebe en büyüğüne sahip olmaya çalışanlar için, tabiki bu ifadem geçersiz kalacaktır.

Bu iki özellik FF kullanıcısı biri olarak aynasız model kullanmama ana etken diyebilirim. Elbette bu iki özellik benim için yeterli olsaydı birkaç yıl öncesinden almam gerekirdi. Ancak o zamanki teknoloji nedeniyle kullanım pratikliği çok iyi değildi ve fotoğraf kaliteleri de birçok kullanıcıyı tatmin etmiyordu. Elbette lens yelpazelerinin yeterli olmayışı da bu süreyi devamlı olarak  ertelememe neden oldu. Hızlı gelişen aynasız teknoloji ile birkaç yıl içinde hem çekim hızı, kullanım  pratikliği ve lens çeşitliliği konusundaki eksiklikliker giderilerek alınabilir bir koşula eriştiler.

Gelelim izlenimlerime..

Öncelikle bu bir inceleme ya da test yazısı değildir.  Bir kullanıcı olarak  olumlu ya da olumsuz  kişisel deneyimlerimi paylaşmak istiyorum.

Yaptığım çekimlerde Fujifilm XT-1 modelinin yanında 18-55 mm ve 23 mm objektfileri kullandım. Çekimlerde kullanım oranım koşullar ve tercih itibariyle genel olarak 23 mm kullanımıyla geçti. Çekimlerimde ise yöre halkından bir aile ve özellikle iki kız çocuğu üzerine odaklandım.

Çekim Kalitesi

Not: Burada yayınlanan fotoğraflar uzun kenar 1200 px olacak şekilde ayarlanmıştır. Fotoğraf kalitesi Photoshop’taki save for web ile %60 kalitye dşürülmüştür.

iso 250 23 mm f/3.2 1/3800s

iso 250 23 mm f/3.2 1/3800s

XT-1 fotoğraf makinasının beni en çok etkileyen yönü fotoğraf kalitesi oldu. İşim itibariyle günde onlarca fotoğrafa gerçek boyutlarında bakıyorum. Belki de bundan dolayı fotoğraf makinalarında öncelikli ilgilendiğim konu fotoğraf kaliteleri oluyor. Detayları ve renkleri başarılı bir şekilde verebilen makina benim iyiler listemde yer alıyor. XT-1’in bu yönüyle akranları arasındaki bariz üstünlüğü hemen gözüme çarptı.  Hem RAW hem de JPEG çekimlerde detayları çok iyi veriyor.

iso 200 23 mm f/2,5 160s

iso 200 23 mm f/2,5 160s

23 mm 1.4 diyafram açıklığı, hızı  ve detay verebilme  kabiliyetiyle çok etkileyici. Bu yüzden 18-55 mm lensi çok az kullandım. Çok kaliteli bir lensin hemen ardından orta kalite bir lens kullanmak insanı o esnada takıntılı yapabiliyor. FF’deki karşılığı 35 mm olan bu lens, özellikle belgesel fotoğraf çekenler için ideal.

Renk Profil-PROVIA/Standart , iso 250 23 mm f/2,5, 3200s

Renk Profil-PROVIA/Standart , iso 250 23 mm f/2,5, 3200s

Renk konusunda da etkileyici profillere sahip. XT-1’de 5 renkli ve 4 siyah beyaz olmak üzere 9 ayrı renk profili var. Camera PROVIA /Standart benim çekimlerde kullandığım renk moduydu. RAW+ JPEG olarak çekilmiş yukarıdaki fotoğrafı renk profili açısından biraz incelediğimizde kırmızı ve mavi  renklerinin fazla, gölge alanların ise siyaha dönüştüğünü farkettim. JPEG fotoğraflardaki bu aşırı kontrast hoşuma gitse de Phosohop ortamında daha az kontraslı fotoğraflar üzerinde işleme yapmayı tercih ediyorum. Çünkü kontrast fotoğrafların haliyle dynamic range değeri azalıyor. Aynı fotoğrafın RAW halini Adobe Camera Raw Editörü üzerinden “Adobe Standart” profili olarak gördüğümde ise şöyle bir sonuç oluşuyor.

Renk Profil-Adobe Standart , iso 250 23 mm f/2,5, 3200s

Renk Profil-Adobe Standart , iso 250 23 mm f/2,5, 3200s

İlk fotoğrafa baktıktan sonra ikincisi  biraz soluk geliyor. Eğer önce ikinci fotoğrafabakmış olsaydım belki de diğeri çok canlı gelecekti.   XT-1 de yer alan 5 renk profilinin çoğunluğu DSLR sistemlerden alışık olduğumuz sdandart renk profilinden biraz daha farklı duruyor. Camere RAW editörü üzerinden bu renk profillerini değiştirmek mümkün olduğu gibi, ince ayarlarda yapılabiliyor. Aşağıda ise Fujifilm’in Soft /ASIA profili üzerinden kimi ince ayarlar yaparak kendi keyfime göre bir sonuç oluşturdum. Renklere müdahale edebilsem de siyaha dönüşmüş gölgeleri bu profil üzerinden ve Raw Editörünün Shadow bölümünden geri kazanamıyorum.

Renk profillerinde dikkat edilmesi gereken nokta; eğer RAW çekiyorsanız kesinlikle renk profillerini karşılaştırın. Gerçi Photoshop’da açtığınız zaman default olarak açılan profil “Adobe standart”. Makinada gördüğünüz canlı renkleri bilgisayarınızda göremiyorsanız sebebi biraz da bununla ilgili olacaktır. Hangi marka ve model olursa olsun genellikle RAW çekenlerin bu konuya pek dikkat etmediklerini gözlemledim. Oysaki Adobe RAW eklentisi üzerinden Camera Calibration menüsünden, çekim öncesi tercih ettiğimiz renk profilini tekrar ayarlamalıyız. Aksi takdirde Vivid-Canlı renk modunda çektiğimiz bir fotoğraf çok soluk görünecektir.

Eğer sadece JPEG çekmek isteyip daha düşük kontrast istiyorsanız; makina menüsünden contrast seçeneğini azaltmalı, “shadow ve highlight tone” seçeneklerinde ince ayar yapılmalıdır.

Renk Profil-SOFT/Asia - personel, iso 250 23 mm f/2,5, 3200s

Renk Profil-SOFT/Asia – personel, iso 250 23 mm f/2,5, 3200s

Çoğu kullanıcı bir fotoğraf makinasını karşılaştırırken rengini seviyorum ya da sevmiyorum derken aslında fabrikasyon ayarlarında default olarak yer alan renk profili üzerinden yorum yapmaktadır. Bir fotoğraf makinasının renklerinin başarılı sayılabilmesi için profil seçeneklerinin fazla olması ve ayarlanabilir olması daha önemlidir. Fujifilm analogdan gelen kendi karakteristik renklerini XT-1 üzerinde seçenek olarak sunarak bu anlamda kendi duruşunu sergiliyor. Sadece renk olarak değil, genel itibariyle başka makinalara benzemeye çalışmayan, kendi fotoğraf kültüründen beslenen bir anlayışa sahip olduğunu  görebiliyoruz.

Fotoğraf kalitesi başlığı altında vurgulanması gereken bir nokta da, fotoğrafların hacimli ve analog tadında derinlikli fotoğraflar verebilmesidir. Eski ustaların deyimiyle tatlı sonuçlar veriyor. Bu yüzden de “dijital görüntü” yerine “fotoğraf” olarak yorumlamama neden oluyor.

Özetle, fotoğrafları Photoshop ortamında yorumlamayı seven biri olarak, müdahalalerime karşı sonuç veren, hemen deforme olmayan, toleransı yüksek fotoğrafları tercih ediyorum. XT-1 RAW dosya boyutları oldukça yüksek ve deyim yerindeyse FF kalitesindeki hassasiyetleri APSC format bir makinada yakalayabiliyorum..

 

 

 

 

Fujifilm XT-1 İzlenimlerim 2

Aynasız model deyince benim aklıma -biraz da ilk çıkan modellern etkisiyle-  düz ve geniş LCD’li modeller geliyordu. Fujifilm X serisi makinalar ise tasarım olarak bu algının tam karşısından yer alıyor. Üzerinde iso, pozlama telafisi ve enstanteneden oluşan 3 ayrı ayar kadranı var. Klasik PSMA moduna sahip olmadığı için daha önce PSMA modlarını kullanan biri makinayı ilk eline aldığında biraz garipseyebiliyor. Örneğin diyafram ayarı tıpkı eski günlerdeki gibi obejktifin üzerinden yapılıyor. Her ayarın yanında Auto özelliği var. Diyaframı A moduna getirdiğinizde enstantene öncelikli çekime geçmiş oluyor. Enstanteneyi A moduna alıncada diyafram öncelikli çekim yapmaya başlıyor. Her ikisini de A yaptıgınızda Program modunda çalışıyor. İso, enstantene ve diyaframın üçünü de A moduna getirdiğinizde makina pozlamanın tamamını kendi yapıyor. İsterseniz bu durumda pozlama telafisi ile pozlmaya müdahale edebiliyorsunuz.

Ben gün boyu devam eden çekimlerimde  yarı otomatik ayarlarda çekim yaptım. Aynasız makinalarda manuel modda çekim yapmayı tercih eden biri değilim. Çoğunlukla yarı otomatik  modlarla çekim yapıyorum. PSMA  kadranı yerine bu şekilde bir ayarlama benim için çok daha pratik oldu.  Pozlamadan kaynaklı çekim firesi yaşamadım diyebilirim.

Benim olmazsa olmazlarımdan biri olan fokus noktası ayarlama konusunda ilk saatlerde biraz sorun yaşadım. Makinanın arkasında bulunun aşağı yön tuşuna bastıktan sonra aktif olan nokta seçme işlemi biraz zahmetli oluyordu. Sonrasında ise makinanın arkasında bulunan 4 yön tuşunun tamamına fokus noktası seçimini ayarlayarak daha pratik çekimler yapabildim. Odak noktasını ortada bırakıp, kadraj kaydırma yöntemiyle netlik yapmadığım icin bu konu benim için en önemli unsurlardan biriydi. Yön tuşlarının diğerlerinde makro, film benzetimi ve WB seçimi gibi  çok kullanmadığım ayarlar olduğu için bir pratiklik kaybı yaşadığım söylenemez.  Ayrıca makina üzerinde 2 tane daha kısayol atama tuşu bulunuyor. Bir tanesi deklanşörün yanında (Wİ-Fİ), diğer ise objektifin hemen yanında bulunuyor. Ben objektifin yanındaki “Fn” tuşuna  zaman ayarlı çekim kısayolunu atadım.  Wi-Fi ise bence olması gerektiği yerde..

Xt-1 LCD

XT-1’in LCD ekranı ise hareketli. Hareketli olduğunu ilk makinanın arkasına bakarak anlamak çok güç. Sanki hareket etmeyen sabit bir LCD gibi duruyor.  Aynasız modellerde hareketli LCD’lerin avantajları çok fazla. Özellikle benim gibi eğilmeye  üşenen biri için ideal. Çekimlerimin yarısını vizörden yarısını da LCD’den yaptım sayılır. LCD’den yaptığım çekimlerinin %30’unu ise LCD’yi hareketli konumda kullandım. LCD’den çekim yaparken ya da özellikle izlerken dokunmatik ekran olmasını istediğim durumlarda oldu. Dokunmatik ekran bu model için uygun bir seçenek değildir belki  ama ilerki modellerde olmasını isterim. Bazı durumlarda vakit kazandıran bir özellik.

Aynasız fotoğraf makinaları karşısında en fazla önargı elektronik vizörde yaşanıyor. DSLR kullanıcılarının çoğunluğu optik vizörden görmeyi tercih ettiği için aynasız modellere vizörlü olsa dahi mesafeli duruyorlar. Benim de başlarda sorun ettiğim bu duruma daha öncesinden alışmıştım. Aynasız model kullanacaksam kesinlikle vizörlü bir modeli tercih ediyorum. Aynasız makinalarda elektronik vizöre alışmışsanız sorun ettiğiniz şey EVF büyüklüğü ve berraklığı oluyor. XT-1 vizörü  0.77x  değeriyle şu anda piyasadaki en büyük vizörlerden birine sahip. Bu haliyle rahat bir kullanım sunuyor. XT-1 EVF’nin normal LCD görüntüsünden biraz daha renkli bir sonuç verdiğini gözlemledim. Belki saturation değeri biraz daha az olmalı ya da kullanıcı için böyle bir opsiyon tanınmalı. Belki bir güncelleme ile bu özellik gelebilir.

İso-200 18-55 mm f/8 400s

İso-200 18-55 mm f/8 400s

Çarıklı mezrası her türden hayvan iç içe yaşıyor. Atlar, köpekler, tavşanlar ve hemen ileri de flamingolar ve envai çeşit kuşlar. Hatta sabah saatlerinde bir kurta rastladık. Yanımda 35 mm objektif olduğu için ben çekemedim. Aynı şekilde flamingoları da çekemedim. Bu tür çekimler için Fuji’nin XF serisi  55-200 mm objektif gerekiyor.  Fakat ben genel olarak çok fazla zoom tercih eden biri değilim. O yüzden flamingo fotoğrafları benim için bir kayıp değildi. Bunun yerinde 18-55 mm ile manzara fotoğrafı çektim.

İso-200 18-55 f/9 1900s

Fotoğrafları RAW olarak çektiğim için WB ayarını sonradan yapıyorum. Makinanın AWB tercihinin bazı fotoğraflarda biraz soğuk renklerden yana olduğunu gözlemledim. Genellikle ya tam değerinde ya da biraz soğuk verirken, hiçbir fotoğrafımda renk sıcaklığı fazlalığına rastlamadım. Hangi makinayla çekersem çekeyim  beyaz ayarını ve pozlama telafisini kesinlikle her fotoğrafımda yeniden gözden geçiriyorum. Bu yüzden  köpek fotoğrafı ve Sultan Sazlığı fotoğraflarının renk sıcaklığını belirli bir oranda arttırdım.

Netleme hızını ise o an önümüzde bulunan alanda bize atıyla show yapan modelimizle deneme şansım oldu. Bunun için makina ayarımı sürekli netleme (AF-C) ye getirdim. Netleme seçenekleri makinanın ön tarafında M-C-S kadranıyla yer alıyor. Ulaşmak ve değiştirmek oldukça basit. Makinayı ise iso kadranı altından yer alan seçeneklerden sürekli çekim moduna aldım. Yani parmağımı deklanşöre basılı bir şekilde tutacağım ve makina o esnada her çekimden sonra tekrar netleme yaparak çekecek. Bu sayede makinaın çekme hızını, karta yazma hızını ve fokus hızını aynı anda test edebilirdim.

pan

İso-200 18-55 mm f/22 1/15s

Pan yapmak elbette biraz da objeyi eşzamanlı takip etmek gibi bir kullanıcı mahareti gerektiriyor. Bu fotoğrafda biraz olsun konuyla senkron olabilmişim. Makinanın seri çekim hızında hiçbir sorun yaşamadım. Oldukça hızlı bir makina. Zaten saniyede 8 fps çekim yapabiliyor. Sürekli netleme de ise yine firem olmadı. Fotoğrafların hepsinde makina netlik yapmayı başarabilmiş.  Makinada AF seçeneklerinden yüz tanıma özelliği var ama ben noktasal ölçüm yapmayı tercih ettiğim için çok üzerinde durduğum bir özellik olmadı. Belki anı fotoğrafları çekerken bu özelliği aktif edip daha seri yapmak icin kullanabilirim. Bunun dışında kullanacağımı sanmıyorum.

Karta yazma hızı ise beklentimin biraz altında kaldı. Biraz da kullandığım kart ile ilgisi olduğunu da düşünüyorum. Yanımda extreme yada ultra hızında kartlar olmadığı için sağlıklı bir sonuca ulaşamadım. Belki ilerde hızlı bir kart ile benzer bir deneyim yaşarsam yine yazının bu kısmını güncelleyebilirim. Karta yazma hızının yanı sıra karttan okuma hızı da biraz düşük gibi geldi bana. Yani fotoğrafı çektikten sonra izlemek istediğimde 2 saniyelik bir açılma süresi bekliyorum. XE-2 kullanırken makina, fotoğrafın asıl boyutu yerine önizlemesini ekrana getirdiği için bir beklenme yaşanmıyordu. Daha öceki modelde olan bu özellik belki XT-1 de yer almalı. Çünkü her çekimden sonra çektiğim fotoğrafları anlık kontrol eden biriyim. Bu sürede fotoğrafın gerçek boyutlu hali yerine önizleme boyutu fotoğrafta gerekli kontolü yapmama yetecektir. Tüm fotoğraflar arasında gezinti yapmak istediginizde çok hızlı bir şekilde fotoğraflar taranabiliyor. İlk çekim sonrası yaşanan bu gecikme ise ya daha hızlı bir kartla ya da bir güncelleme ile çözülebilir.

Edit: Yazının kart yazma ve okuma ile kısmını daha sonra güncelleyeceğimi söylemiştim.

Bu çekimleri yaparken kullandığım kartlar piyasada 15-20 TL’ye satılan düşük yazma ve okuma hızına sahip kartlardı.  Bu yüzden başka kartlar ve DSLR makinalarla uzun bir süre yazma ve okuma hızını test ettim. 90 mb/s  ve 60 mb/s kart  ile hem Canon 6D hem Canon 70D ‘yi  XT-1’i yanına koyarak denemeler yaptım. Elbette bu testimi yaparken göz kararıma güvendim 🙂 Bu değerdeki makinalar RAW bir görüntüyü 90 mb/s’lik bir kartla  ortalama 1 saniyede karta yazıyor. Elbette dosya boyutları birbirinden biraz farklı. Fotoğrafı okurken de yine bir saniyelik bir süre gerekiyor. Yalnız  bu DSLR  modeller ve benim bir önceki paragrafta bahsettiğim XE-2’deki  önizleme görseli sayesinde makina anında yanıt veriyor ve daha hızlı okunuyormuş gibi bir intiba yaratıyor. XT-1’de çeker çekmez izlemek istediğinizde önizleme görseli olmadığı için, kartın tam yazmasını beklemek gerekiyor. Yoksa denediğim makinaların karta yazma ışığı genellikle aynı tepkiyi veriyor. Bir çok kullanıcı fotoğraflarını izlerken, diğer taraftan da makinanın yanında kırmızı ve sarı şekilde yanan ışığa rastlamıştır.

Psikolojik olduğunu düşündüğüm bir başka neden de, çektiğimiz görüntüyü hemen izlemek istediğimizde görüntünün yerine kum saatini anımsatan, ilerleme çubuklarına benzeyen bir bekleme animasyonun yer alması. Bu animasyon, makina hızlı olduğu halde hız algısını azaltan bir etkiye neden oluyor. Eğer bir güncelleme gelecekse o animasyon yerine önizleme görseli gelmeli.

Bu güncelleme yazısının sonucunda şunu söyleyebilirim.  Bir sistem en zayıf halkası kadar çalışır. Hızlı bir makina aldığınızda makinanın performansını, kullandığınız kartlarla düşürmeyin. Ayrıca bu araştırmaları yaparken XT-1’in yüksek yazma ve okuma hızı veren UHS-II iki formatını da desteklediğini öğrenmiş oldum. Sonuç: Makina kart yazma ve okuma hızında herhangi sorun yok. (27.04.2014 )

Xt-1’in enstantene üst sınır 4000’de. Gündelik çekimlerinde çoğu zaman daha hızlı çekim ihtiyacım olmuyor. Olduğunda ise 4000 enstantene değeri benim için yeterli oluyor. Fakat  gündüz çekim yaparken doğrudan güneş ışığının sert olduğu zamanlarda  f 1.2 veya f 1.4 gibi en açık diyafram değerlerinde çekim yaparken makina daha yüksek bir enstantene değerine gereksinim duyuyor. Bu yüzden 1.4 değerinde çekim yapmak isterken bu sınır nedeniyle diyafram değerini 2.8 gibi bir değere yükseltmek gerekiyor. Aşağıda f /4 ve 4000 enstantenede çektiğim fotoğraf yer alıyor.

İso-200 18-55 mm f/4 1/4000

İso-200 18-55 mm f/4 1/4000

O esnada 4 GB’lık yedek kartımı bu fotoğrafları çekerken bitirdim. Fotoğraflarımın hiçbirinden makinadan kaynaklı fokus kayması ya da sorunu yaşamadım. Bir kaç fotoğrafı ben titretmişim.  Hazır 4 GB demişken ; yanımda 16 GB ikinci yedek kartım olmasına rağmen o esnada ilk defa karşılaştığım bir sorun yaşadım.  Ekranda “Sayaç Dolu” gibi bir ibare gördüm. Bunun ne anlama geldiğini ilk başta idrak edemediğim için sürekli format atıp durdum karta. Ancak her defasında böyle bir uyarı geliyordu. Makina ayarlarında sonradan farkettiğim klasörleme numarası ile ilgili bir ayarla sorunu çözdüm. Tam hatırlamıyorum ancak numaraları yeniden başlat ya da devam ettir gibi bir seçenek üzerinden bu uyarıyı kaybettim. Belki de bu durum her makinada var ve ben ilk defa karşılaşıyorumdur. İş te o esnada makinada 4 Gb kart vardı ve çekime onunla devam etmek zorunda kaldım.

 

 

Fujifilm XT-1 İzlenimlerim 3

Sultan Sazlığı misafirhanesinin önündeki bu manzarayı yakalamak icin Sabah 05:00’de kalmak gerekiyor. Sultan Sazlığında güneş doğmadan önce ve battıktan sonraki manzaraların ayrı bir güzelliği var.  Xt-1 deyince akla gelen diğer bir başarısı ise yüksek iso performansı. Orta sınıf DSLR birçok makinadan daha başarılı bir performans vermesinin yanında, çoğu FF makinayla kafa kafaya bir sonuç veriyor. Merak edenler www.dpreview.com sitesinden detaylı karşılaştırmalara bakabilirler.

iso-400 23mm f/8 1/30s

Xt-1 ile çekim yaparken isoyu unutuyorum. Manzara çekimlerim haricinde genellikle Auto’da bırakıyorum. 1600 isoda bile temiz bir fotoğraf alabiliyorum. Bu rahatlıkla çekim yapmanın sayısız avantajı var. İç mekandan anında dış mekana çıktığımda iso ayarımı tekrar tekrar ayarlamak zorunda kalmıyorum.Birçok makinada olduğu gibi düşük enstantene değerlerinde titretme yaşamamak için bir iso aralığı belirleyebiliyorsunuz. Ben bu ayarı 1/60 enstanene olarak tercih ettim. En yüksek aralık olarak ise 1600 isoyu seçtim.

iso-500 23 mm f/2.2 1/60s

Çekimlerde Noise Reduction (noise giderme) özelliğini kullanmıyorum. Çok ihtiyacım olursa bunun için özel olarak yapılmış programları kullanmayı tercih ediyorum.  Çekimlerinizi, açık diyaframa sahip, sabit odaklı bir lens ile yapıyorsanız bulundugunuz her ortamda gönül rahatlığıyla çekim yapabiliyorsunuz. Yüksek iso başarımlı bir makina ve sabit odaklı bir lens biraraya geldiğinde geriye kalan tek şey çekeceginiz fotoğrafın temasına odaklanmak.

Aşağıda farklı iso değerlerinde çekilen fotoğraflara bakabilirsiniz. (düşük çözünürlükteki fotoğraflar İSO başarısını anlamak icin belki yetersiz olacaktır ancak yine de bir fikir verebilir)

iso-2000 23 mm f/2.2 125 s

iso-1000 23 mm f/3,6 1/60 s

iso-320 23mm f/1.4 160 s

İso-200 23 mm f/1.4 1/120 s

 

Makina pil performansı 350 kare çekmenize olanak sağlıyor.  Bu biraz düşük kalıyor. Bu yüzden yanımda yedek pil taşıyorum. Fujifilm Xt-1 için ürettiği grip ile bu sorunu hallediyor. Özellikle uzun seyahetlere gidip pilini sarj edemeyecek olanlar bu gripe sahip olmalı diye düşünüyorum.

 

XT-1 video özelliğini tam anlamıyla test ettiğim söylenemez. Daha önce aynı sensöre sahip XE-2 modeliyle çekimler yapmış ve beğenmiştim. Çekim kalitesini merak edenler Fujilm Kayseri etkinliğinin Xt-1 ile çekilen görüntülerini linkten izleyebilirler.

Sonuç

Makinanın önemli artılarından biri de suya ve toza karşı dayanklı olması. Makinada Wi-Fi, film benzetimi, panorama, çoklu çekim ve çekilen fotoğraflar üzerinde işlem yapmaya yarayan bir çok özellik var.Yazımda hepsine tek tek değinmek yerine benim için önemli olan unsurlara değindim. Diğer konularda internette fazlaca yazıya rastlamak mümkün. Benim için önemli olanlar sizler için de önemliyse XT-1 aynasız sınıfta en iddialı makinalardan biri.

• Aynasız bir fotoğraf makinası kullanmak istiyorsanız XT-1 en iyi seçeneklerden bir tanesi. En iyi seçenek olması sebebiyle fiyatı da aynı oranda artıyor. Fakat unutmamak gerekir ki XT-1 üst seviye bir makina. Daha düşük fiyatlara da aynasız makina edinmek için de fazlaca seçenek var. Aynı oranda kalite ve teknoljisi de düşecektir.
•  Orta sınıf APSC sensöre sahip DSLR sahibiyseniz ve elinizden çıkarıp aynasız makina almak istiyorsanız XT-1 ideal bir seçenek olacaktır.
•  FF makinaya sahipsiniz ve yedek olarak aynasız makina almak istiyorsanız, FF kalitesinden ödün vermememiş olacaksınız.
•  Yeni başlayan biriyseniz ve aynasız sistemde sabit kalmayı düşünüyorsanız ihtiyacınız doğrultusunda lens çeşitliliği olup olmadığına bakmalısınız.

 

Artıları

• Çekim Kalitesi
• İso Başarısı
• Hızlı Fokus
• Ergonomi
• Tasarım
• Kolay Menü
• Nitelikli lens çeşitliliği
• Hareketli LCD
• Büyük Vizör

Eksileri

• Pil ömrünün düşük olması
• Dokunmatik ekran olmayışı
• 4000 enstantene üst sınırında olması

 

Faydalı olması temennisiyle.. Sorularınız için yorum kısmını kullanabilirsiniz..

Hüseyin Taşkın

 

 

 

E-Kitap

Sevgili okurlarımız merhaba, Fotoritim eKitaplarının -muhtelemen- sonuncusu olacak bir çalışma ile karşınızdayız bu kez. Uzun yıllara yayılmış yayın maceramızda, kendisini eskiden beri tanıdığımız ancak birlikte çalışma fırsatını ancak geçen sene bulabildiğimiz sevgili Hüseyin Taşkın’ın yine dergimizde sunduğumuz fotoğraf yazılarını biraraya getirerek eYayın yapma fikrimiz vardı. Bu yayın belki de kaderin bir cilvesi dergimize uzun bir ara verip, veda ettiğimiz bir döneme denk geldi. Bizi yakınen takip eden ve yayınlarımızı okuyan okurlarımızın bileceği üzere, eKitaplarımızı yazarı, fotoğrafçısı ile bir söyleşi yaparak sunmaya gayret ediyoruz. Keza ekranlarınıza gelen bu kitap için de aynısını düşünmüştük. Ancak eposta ortamında başlayan fotoğraf sohbetimiz öylesine genişledi ve bir manada da derinleşti ki, nihayetinde yazılardan oluşmasını düşündüğümüz kitabın altyapısını oluşturdu. Fotoğrafçı Hüseyin Taşkın’ın yazar yönünün yanı sıra söyleşiyi okuduğunuzda da göreceğiniz gibi fotoğraf üzerine sade, net, anlaşılır ve samimiyete dayanan felsefi yönünü de sizlere aktarmış olduk. Netice itibariyle konu ne olursa olsun aslında esas konu “insan”, bunun dışında yer alan her şeyin dönüp dolaşıp geldiği yer de insan oluyor. İnsanı tanımak ve anlatmak için fotoğraf bunun için bir araç. Ve bizler bu “insan”ı tanıma, bir başka deyişle kendimizi tanıma yolculuğumuzda bu kez insana Hüseyin’in kelimelerinden ve objektifinden bakıyoruz. Bu keyifli eKitap ile sizi baş başa bırakıp, Hüseyin Taşkın’a dergimiz adına teşekkürlerimizi sunuyoruz…

Fotoritim

Sevgilerimizle, http://issuu.com/fotoritim/docs/ht

Bunlarda Photoshop var mı?

“Photoshop” sözcüğü anlam erozyonuna uğradığı-uğratıldığı için ayrıca da ucuz örneklerin fazlaca yaygın olması nedeniyle “hormonlu, kolaycı, yapay” gibi çağrışımlara neden oluyor. Her türlü gelenekçi anlayış, yeni icatlar karşısında genellikle ucuzlatma mekanizmasını devreye sokabiliyor. “ Gerçek değil ki, Photoshop bu”, “Dijital çıktı mertlik bozuldu” vs. gibi ifadeler de bu düşüncenin bir uzantısı olarak günümüze kadar geldi. Bu yüzden konuyu sadece Photoshop ekseninde değerlendirmek yerine, karanlık odanın günümüzdeki ikamesi olan “aydınlık oda” tanımıyla devam ettirmek yerinde olacaktır.

Dijital fotoğraf ve Photoshop’un ilk zamanlarında maruz kaldığı tanım kirliliği nedeniyle, günümüzde “aydınlık oda” yardımıyla fotoğraf üretenler ne yazık ki bu yanlış algının hedefinde olabiliyor. Oysaki aydınlık oda denilince benim aklıma “kurgu, yaratıcılık, deneysellik” gibi pozitif anlamlar geliyor. Öte yandan bu programlardan destek alarak fotoğraf üretmek hiç de kolay değil. Sonuca ulaşmak için, teknik ve fikirsel bir yol izlenmesi gerekiyor. Kullanılacak görseller için çekim planları yapmak, doğru zamanda, doğru ışıkta ve uygun ekipmanla çekmekte yine gereklilikler arasında. Bu açıdan geleneksel fotoğraf, dijital-kurgu fotoğraflarının zaten bünyesindedir diyebiliriz. “Aydınlık oda daha zahmetsizdir” yorumlarına çok katılmıyorum. Bazı fotoğraflar günler alabiliyor.

Öyle gerçeküstü fotoğraflar var ki, hiçbir şekilde doğrudan fotoğrafla elde edilemez. Aynı şekilde öyle an fotoğrafları var ki, hiç bir aydınlık oda da yapılamaz. Eğer ki mesele yapaylıksa doğrudan fotoğrafla elde edilen o kadar çok mizansen fotoğraf anlayışı var ki… Eğer ki sorun sahici olmamaksa, tarihteki en büyük fotoğraf yalanlarını doğrudan fotoğraf çekenler söylemiştir. Hatta konuyla ilgili Lewis Hine bize şöyle der; “Fotoğraflar yalan söylemez, ama yalancılar fotoğraf çekebilir. ”

Günümüzdeki aydınlık oda tepkisi sanırım biraz ağız alışkanlığı. Çünkü bu tepkiyi duyanların tamamına yakını şu an dijital fotoğraf makinası sahibi ve basit de olsa bir fotoğraf düzenleme programına sahip. Hatta her fotoğraf makinasının içinde mini Photoshop’lar var diyebiliriz.

Eski sinema filmlerinden aklımızda kalan; fotoğrafların mandallar yardımıyla iplere asıldığı kırmızı ışıklı karanlık odalar bize hala çok sempatik geliyor. Ama bu sadece görüntü oluşturmanın teknik bir yöntemidir. Fotoğrafın kendisi değildir.

Belki de tepki diye adlandırdığımız şey, etrafımızdaki her şeyin çok hızlı değişmesi ve bizimde bu değişim karşısında duyduğumuz hüzünle karışık endişedir. Geçmiş zamanda dokunarak, görerek, koklayarak ve hissederek oluşturulan fotoğrafların, zamanla sadece tek bir duyu organımıza, yani gözlerimize hitap eder hale gelmesi bizi kaygılandırıyor. Çektiğimiz fotoğraflara dokunamıyor ve onları koklayamıyoruz. Üstelik gitgide duygusuzlaşıyor. Bu haliyle içinde yaşadığımız hayata çok benziyor. Hayat karşısındaki korkularımızı fotoğrafın serüvenini kamçılayarak örtbas etmek istiyoruz belki de.