PTT HAYAT

-Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Doğup büyüdüğünüz yer, eğitimiz, ilgileriniz… 

1979 Kayseri Sarız doğumluyum. Sarız Kayseri’nin en küçük ve kendisine en uzak ilçesidir. Sadece Kayseri’ye değil birçok şeye uzaktı. Ama bu uzaklığın henüz o yıllarda farkına değildim. Sarız’ın ne kadar küçük olduğunu İstanbul’da kazandığım üniversiteye gidince anladım. O yaşıma kadar dışarıyla temas kurmamış olmanın etkisiye  yaşadığım çatışma haliyle biraz sert oldu. Bildiğim çoğu şeyin orada  bir karşılığı, bildikleri her şeyin de ben de bir karşılığı yoktu. Bu çatışma ileri yaşamımdaki çoğu şeyi etkileyecekti. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, gazeteci olma hayaliyle geldiğim bir yerdi. Ama henüz okurken o mesleği yapamayacağımı anladım. Çünkü hayallerimde durduğu gibi durmuyordu. Belki de İstanbul beni boğuyordu. Gazeteciliği bahane ediyordum. Bunu bilemiyorum. Geçmişteki duygularımla ilgili net konuşamıyorum. Onları hatırlamadığım için değil, daha çok o duyguların bana ait olup olmadığından emin olamadığım için yapıyorum bunu. Hatırladığım ve emin olduğum tek duygu öfkeydi.  En çok da kendime karşıydı. Herkes gibi net cümleler kuramayışıma, planlar yapamayaşıma sinirleniyordum. Sanki herkes biliyordu da, bir tek ben bilmiyordum bu hayatı yaşamayı. 

 -Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı? Sizi fotoğraf çekmeye iten neydi?

Henüz başlardayken, kendimi yeterince keşfedemediğim  yıllarda bu soruya “ideal” yanıtlar verdiğimi farkettim. Fotoğraf çekmeyi çok sevdiğimden, görüntülerin beni etkilediğinden, insanlara görmediği başka bir ayrıntıyı, başka bir duygu halini göstermekten keyif aldığımı ve buna benzer güzel cümlelerden bahsederdim. Yanıt gibi duran bu cümleler elbette yanlış değildi. Ama tam olarak sorunun cevabı değildi.  10 yaşındayken o sabah eve gelen ve hayatımda ilk defa gördüğüm bazı şeyler, ben henüz farkında olmasam da beni fotoğrafa başlatmıştı.  Bazı şeyler dediğim şeyler, ağabeyimin eve getirdiği stüdyo ekipmanlarıydı. Yamuk taslar, eğri ve aşınmış hatta yer yer paslanmış ayaklıklar, tozlu demir yığınlarıydı bunlar.  Ağabeyim Kayseri’de kapanan bir studyonun ekipmanlarını ucuza kapatmış ve ilçede fotoğraf yapmaya karar vermişti. Bu kararına, babamın verdiği yüksek sesli yanıt uyandırmıştı zaten o sabah beni. “Götür geri ver”.  Götürüp geri verseydi ya da o sabah o eve başka bazı şeyler gelseydi muhtemelen fotoğrafa değil başka şeye başlayacaktım. Gerçek bu.

İstanbul’da ne olduğumu ve ne yapacağımı aradığım yıllarda  fotoğraf makinasını tekrar elime aldım. Ama bu defa vesikalık ya da topluluk fotoğrafı çekmeyecektim. İstanbul Şişhane’de avize fotoğrafları çeken bir fotoğrafçının yanında asistanlık yapmaya başladım. Şanslıydım. Avizelerin renk geçişleri, parlaklıkları, yansımaları bana renk ve ışık konusunda çok şey öğretti. Bu çalışma şeklini sevmiştim.  Nihayet bir çıkış yolu bulmuştum ve alternatif bir yaşam gerçekleştirebilirdim. Buna rağmen fotoğraf makinası ile para kazanmak beni sadece meslek sahibi yapar. Fotoğrafın duygularımı ifade etmek için bir argüman haline gelmesi ise çok daha sonra oldu. 

 Fotoğrafla ilgili amatör dünyayla tanıştım. Etkinliklere katıldım. Doğada fotoğraf çekmeye başladım. Bu yolculuklarda çok sevdiğim hocalarım ve fotoğrafçı arkadaşlarım oldu. Böyle böyle kendi dünyamı inşa ettim. Sonra da bunu göstermek istedim. Böyle bir dünya da var demek istedim. 

Başlangıç bu şekilde oldu. Elbette zamanla değiştiği ve dönüştüğü yerler oldu. Kendi dünyam değiştikçe fotoğrafların renkleri de değişti. 

 -Aynı zamanda video da çekiyorsunuz. Hangisi daha keyifli? 

Her ikisi de çok keyifli benim için. Video hayatıma sonradan girdiği için daha çok heyecanlanıyorum. Sadece görüntüye değil, seslere de kulak kabartmak gerekiyor. Sadece çekmek yetmiyor, görüntüleri sıralamak da duygu akışını değiştiriyor. Sanırım ilerleyen zamanlarımda video, fotoğraftan daha çok yer kaplayacak hayatımda. 

-Fotoğraflarınızda karla kaplı düzlükler, kuzular, atlar görüyoruz çoğunlukla. Yaşadığınız toprakları bir fotoğrafçı olarak insanlara aktarmak nasıl bir his?

Aslında var olan dünyanın topraklarını, yaşamlarını aktarmak gibi bir derdim hiç olmadı. Ben kendi kurduğum  hayali dünyanın topraklarını, yağmurlarını, bulutlarını,  kendi halindeliğini ya da koşuşturmasını  aktarmaya çalışıyorum. Bu imgeleri aktarmaya çalışırken de kendi ayak  izlerimden faydalanıyorum. Hepsi benim platom, oyuncum, dekorum. Başka bir ülkede yaşasaydım şüphesiz başka oyuncularım olacaktı. Nihayetinde hepsi birer araç benim için. Ama deneyimlediğim, bildiğim enstrümanlarla fotoğrafı yapmak beni daha çok mutlu ediyor. Fotoğrafımız izleyen kişinin ülke ülke gezmesinden ziyade o duygudan bu duyguya bir seyahat yaşamasını umut ediyorum.  Fotoğraflarım coğrafyayla ilgilenmiyor. 

Hatta bazen fotoğraflarımın etkisiyle yanıma gelen arkadaşlarım hayal kırıklığı yaşıyor. O fotoğrafların, o coşkunun bu coğrafyada olmadığını söylüyorlar. Garip şekilde bu beni mutlu ediyor. Çünkü aslında çektiğim şey zaten oranın fotoğrafı değildi.   

 -Fotoğraf çekerken sizi besleyen en önemli unsur ne?

Tabi ki  yaşamın kendisinden besleniyorum. Yani fotoğraf çekmediğim zamanlardaki yaşadıklarımdan. Bu her şey  olabilir. Ama en çok çatışmalar ve hayat içindeki sıkışık duygular fotoğrafa yön veriyor.  Buna beslenmek demek doğru mu tam olarak emin değilim. Çünkü sırf kendimi beslemek için gönüllü olarak çatışmalar ve sıkışıklıklar yaşıyor değilim. Sürekli fotoğraf çekerek fotoğraflarım gelişmiyor. Aksine durduğum zamanlarda üzerine koyuyorum  

 -Bir röportajınızda Roland Barthes’in Studium ve Punctum ayrımına değiniyorsunuz? Sizin için önemli olan fotoğraftaki anlam mı yoksa bizi etkileyen, vurulduğumuz anlar mı? Bu konuyu biraz açar mısınız?

Fotoğraflarımın ışığı çoğunlukla geçmişin gölgesinde beliriyor. Yani beni ben yapan şeylerle fotoğraf çekiyorum. Ama izleyen de kendisini kendisi yapan şeyler ile fotoğrafı izliyor.  Her ne kadar o fotoğrafı çeken kamera benim gözümde olsa da, izleyen de kendi kamerasıyla fotoğrafı izliyor. Kendisiyle ilgili şeyleri tarıyor. Yani fotoğrafımın içinde bir fotoğraf da kendi çekiyor. Bazen her ikimizde aynı fotoğrafı çekiyoruz. Bazen ise bambaşka alemlerde geziniyoruz. Dramatik bir şekilde fotoğrafçı çektiği fotoğraflarda çoğu zaman hala yalnızdır.  Gerek kendisini ifade etmek için, gerekse anlatma ihtiyacını gidermek için çıktığı bu yolda, herkes fotoğrafından bir parça koparıp başka bir ifadeye dönüştürüyor. Bunu bile bile bir fotoğrafçı neden hala fotoğraf çekip bunu diğerleriyle paylaşır? Bence fotoğraf diğerlerine gösterilen ama göstermek için çekilen bir şey değil. İçerisinde “diğerleri” diye bir kaygı barındırmayan kişisel bir yansımadır. 

-Çektiğiniz fotoğrafların üzerinden zaman geçtikçe tekrar tekrar bakıp “ışığı daha güzel ayarlayabilirdim, başka lens kullansaydım bu karede” gibi şeyler söylüyor musunuz? Yani fotoğrafları roman ya da şiir gibi yeniden değerlendirmek mümkün mü sizin için?

Fotoğrafın çekildiği anlar ve koşullar doğası gereği emsalsizdir O an ve o ışık hiçbir zaman tekrarlanmayacaktır. Çünkü karşımda bir tiyatro yok. Bugün yanlış objektifle çektim, yarın doğrusuyla çekeyim dediğimde bu mümkün olmayacak. Çünkü yeniden aynı oyun sahnelenmeyecek. Çekimleri tamamladıktan sonra memnuniyet duygusunu çok nadir yaşarım. Yolunda gitmeyen bir şeyler  mutlaka vardır.  Ben çekimlerimde doğal ışık kullanıyorum. Güneşe ve diğer kontrol edemediğim koşullara bağımlıyım. Daha önce bahsettiğim kendi dünyamın ışığını beklemek zorundayım. Yılın belirli zamanlarında, bazen rüzgarla birleşen, bazen sisle ve tozla harmanlanan bu ışıkla karşılaştığımda ise işi sansa bırakmamak için defalarca çekerim. Objektifimi değiştiririm, bakış yerimi değiştiririm. O kısa zamanda olabildiğince varyasyon denerim. Yine de eksik kalır. Sürekli kendi içinde gelişen ve derinleşen bir süreç bu. Başlarda kabaca unsurların peşindeyken, zaman geçtikçe derinlerde yer alan değişimleri fotoğraflamakla ilgilenmeye başlıyor insan. 

-Fotoğraf ve ışık ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Bir yorumlama aracıdır. Fotoğrafın iki boyutlu dünyasını derinleştirmek için de, mekanik çıktısını canlandırmak için de ışığın gücünden isfitade ediyoruz. Sabit bir mekandaki sabit bir objeyi bile gün içinde değişen ışıklarla farklı duygulara evirebiliriz. Somut dünyayı soyutlaştırmaktır, kişiselleştirmektir.  Esas olan ışığın kendisi değil bizim onu kullanış biçimimizdir. Fotoğrafa ilk başladığım yıllarda ışığın kendisini çekerdim. Çünkü o zamanlarda “fotoğraf ışıktır” diye tanımlamalar sıkça yapılırdı. Ben de bu öğretilerin etkisinde lezzetli ışıkların peşinde koşardım. Işığı güzel bir fotoğraf çektiğimde, fotoğraf denilen şeyi çektim zannederdim.  Fotoğraflarımda yeterince ışık vardı  ama  “ben”den hiç yoktu. Fotoğrafın en iyi ışığı yakalama yarışı olmadığını anladığımda, ışığın büyüsüne de kendimi kolay kolay kaptırmıyorum artık. 

-Sizin için ışık ya da karanlık fotoğraflarınızı nasıl etkiliyor? Çekim esnasında ışık kadar karanlıktan da besleniyor musunuz?

Aslında ışığın nasıl görüneceğine kendisi değil, karanlık karar veriyor. Bir mum ışığı gündüz farklı, gece farklı görünür. Aynı mum aynı güçte yanmasına rağmen onu saran karanlığa göre etkisini değiştiriyor. O halde burada belirleyici olan ışık mıdır, karanlık mıdır?.Ben fotoğrafı oluşturmaya karanlıktan başlıyorum. Örneğin kapalı havada fotoğrafa çıkıyor ve son anda kendisini gösterecek güneş ışığını bekliyorum. Rutin olan güneşin hep belirli bir yörüngede doğup batması. Rutin olmayan ve düzensiz olanlar ise bulutlar, sisler, yağışlar. Yani kısmen de olsa yorum payımızın olduğu unsurlar bunlardır. Mesleğim gereği de fotoğrafçılık yapıyorum. Tabiki orada tamamen yapay ışık kullanıyoruz. Aydınlatmak istediğimiz dekorun kimliğini yansıtabilmek için ışığın nereye düşeceğinden ziyade nereye düşmeyeceği üzerinden denklem kuruyoruz. Işığı kesen düzeneklerle koyu alanları belirliyoruz. Işığı gösterebilmek için karanlığı dizayn ediyoruz.

Güneşin yoğun olduğu koşullarda zorluklar yaşıyor musunuz? Nasıl çözümler üretiyorsunuz?

Güneş ışığının sert olduğu saatlerde fotoğraf çekmiyorum. Bu, o saatlerde fotoğraf çekilemez anlamına gelmemeli. Günün her saatinde fotoğraf çekilebilir. Tamamen içsel bir durum. Ben daha yumuşak bir üslup kullanıyorum. Renklerimin de ışığımın da yumuşak olmasını istiyorum. Anlatacağım şeyleri bağırarak değil bir fısıltıyla söylemek istiyorum. Bahar ve kış aylarında nispeten daha elverişli bir atmosferle karşılaşıyorum. Yazın ise çok nadir. Örneğin bu yaz iki ya da üç kere fotoğraf çekmeye çıktım. Çekmek zorunda olmadığım için bir çözümde üretmiyorum.  

Günümüzde mobil fotoğrafçılık oldukça yaygın. Bir tarihi eserin önünde fotoğraf çekerken “ters ışıkta duruyorsun, güneş arkanda kalıyor” diyen insanların sayısı arttı diyebiliriz aslında. Sizce çok fotoğraf çekerek sosyal medya aracılığıyla anında paylaşım yapmak doğayla ya da nesnelerle olan ilişkimizi değiştiriyor(etkiliyor) mu? 

En başta dünya küçüldü. Seyahatler arttı. İnsanların dokunduğu, dinlediği ve gördüğü şeylerin sayısı arttı. Çoğunlukla bir nesneyi değerli yapan onun az olmasıdır. Az görülmesidir. Ama günümüzde en başta az olanlara hücum edildi. Haliyle bugüne kadar tasarlanmış önem haritası da değişmiş oldu. İlk başlarda Eyfel Kulesi, Galata kulesi gibi yerler gidilmesi gereken yerler listesindeydi. Ama artık ücra yerlerdeki bilinmeyen ya da az bilinen yerler önem kazandı.  Sosyal medya bir anlamda insanın keşfetme dürtülerini kışkırttı. Elbette bunu imaj olarak yapanlar da var sahici olarak yapanlar da var. Kendini keşfetmek için doğayı keşfeden insanlar bence en doğrusunu yapıyor. Bunun üzerine belki çok daha fazla konuşulabilir ama fotoğraftan epeyce uzaklaşabiliriz 🙂

-Fotoğrafı iyi ya da kötü olarak değerlendirmediğinizi biliyorum. Peki iyi ışık ya da kötü ışık var mıdır? Yoksa makinelerin teknik kapasitesi arttıkça mı bunu düşünmeye başladık? (daha önceki ışıkla ilgili sorularda sanki bunu da yanıtlamış oldum. Bu soru geç kaldı biraz 🙂

-Bir koleksiyonunuz var mı? Fotoğraf, pul vb.?

Bir koleksiyonum yok 

-Peki mektup yazıyor musunuz?

En son sanırım 20 yıl önce yazdım.

FujiWalk

Söyleşi link https://fujiwalk.net/roportaj-huseyin-taskin/

Bildiğiniz gibi Fujiwalk blog’da yazdığımız inceleme ve teknik yazılar dışında öncelikli olarak X photographerlar ve diğer x Kullanıcısı arkadaşlarla yaptığımız röportaj ve portfolio paylaşımlarına başladık. 

Bu haftaki konuğumuz sevgili Hüseyin Taşkın. Siz de Fujifilm Official X-Photographer Hüseyin Taşkın’ı biraz daha yakından tanımak, hayata ve fotoğrafa bakışı hakkında bilgi sahibi olmak isterseniz kendisiyle yaptığımız keyifli röportajı aşağıdan okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar 

Fujiwalk :Fotoğrafçı olmanız için size ilham veren şey nedir?

Hüseyin Taşkın: Dağlardı… Dağların kendisi değil arkasındaki bilinmezlikti. Dağlarla çevrili bir yerde küçük bir ilçede doğdum ve dağların arkasını görmeden uzun bir süre orada yaşadım. Dağların arkası için meraklandım ve hayaller kurdum. Bu duygular benim ilham kaynağımdır. Sınırların ve zamanın ötesine fotoğraflarla ulaşabiliyorum. Sınırları kırabiliyorum. Bu da bana haz veriyor. 

Fujiwalk :Fotoğraf ile ilgili bir eğitiminiz var mı? Kendi kendinize mi öğrendiniz yoksa ikisinden de biraz mı?

Hüseyin Taşkın: Fotoğrafa bir öğrenme süreci olarak bakamıyorum. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir uğraşa öğrendim demek de benim için tuhaf olurdu.  Onu öğrenmiyorum sadece kullanıyorum. Fotoğrafı kullanırken ondan sadece istediklerimi alıyorum. Bilgi biriktirmiyorum. Ne kadar bilmem gerekiyorsa o kadar öğrendim. Bunu çoğunlukla kendi kendime yaptım ama bana faydası olacak eğitimlerden de istifade ettim. 

Fujiwalk :Fotoğraf hayatınız boyunca size yardımcı olduğunu düşündüğünüz bazı şeyleri (dersler, kitaplar, atölye çalışmaları vb.) ve ayrıca bu yolculuğun üstesinden gelmenizi engelleyen bazı şeyler olduysa bunları da paylaşır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Esasında, üstesinden gelinmesi zor olan şeylerin üstesinden gelmeyi başarabildiğimde, bunun fotoğrafa yansıması çok daha güçlü oluyor. Bir uğraşıyı keyifli hale getiren onun için verilen mücadele ve harcanan zamandır diye düşünüyorum. Başlangıç yıllarımda felsefe içerikli kitapları okuduktan sonra bıraktığı tatsız duygu ve üzerimde oluşturduğu baskı beni harekete geçiriyordu. Çünkü bazı kitaplar çelişkilerimi, tutarsızlıklarımı ve isteklerimi sert bir şekilde yüzüme vuruyordu. Kısacası elimden tutan unsurlar değil beni iten unsurlar bana daha çok yardımcı oldu. 

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın hayatınızı iyileştirdiğini düşünüyor musunuz? Öyleyse nasıl?

Hüseyin Taşkın: Bu sorunun bende tam bir karşılığı yok. Çünkü emin değilim. Hayatıma etkisi oldu ama ne yönde oldu bilmiyorum. Farklı farklı uğraşlar yaşadığım paralel hayatlar yaşasaydım bunu cevabını daha net verebilirdim. Örneğin hiç fotoğrafa bulaşmayıp başka bir şeyler yaşasaydım hayattan aldığım haz daha mı çok olurdu bunu bilemiyorum. Elimizde bir hayat var her şeyi yaşayıp karşılaştıramıyoruz. Sadece geçmişimizle kıyaslamak da bence doğru değil. İlla ki geçmişle şimdiki zamanımız arasında kazanım gibi görünen avuntular hep olacaktır. 

Fujiwalk :Özellikle fotoğrafçılardan bahsedersek, geçmişten ve günümüzden etkilediğiniz veya hayran olduğunuz kişiler var mı?

Hüseyin Taşkın: Saygı duyduğum, işinden etkilendiğim birçok fotoğrafçı var. Ama yakın temasta bulunup beni etkileyen hocalarımı başa yazarım. Çerkes Karadağ, Handan Tunç ve Tekin Ertuğ… Tam da ihtiyaç duyduğum dönemlerde yorumlarıyla fotoğraf yolculuğuma yön vermişlerdir.

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın hayatınızdaki anlamı nedir? Ne işe yarıyor?

Hüseyin Taşkın: Bu konuda kafam karışmaya başladı. Eskiden çok anlam yüklü, iddialı cümleler kuruyordum. Ama şimdi bu kadar keskin cümleler yok fotoğraf hayatımda. Keyif alıyorum, haz alıyorum. Çekerken de, izlerken de, paylaşırken de…

Fujiwalk :Fotoğrafçılığın ticari tarafıyla mı uğraşıyorsunuz, yoksa sanatsal yönü ile mi?

Hüseyin Taşkın: Her iki tarafında da yer alıyorum. Mesleğim aynı zamanda reklam fotoğrafçılığı. Zamanımın büyük kısmını aslında mesleğim olan fotoğrafçılık alıyor. Sadece sanatsal yönü ile uğraşmak isterdim. Ama onu finanse etmem gerekiyor. 

Fujiwalk :Hangi fotoğraf tarzını çalışırken kendinizi buluyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Doğa diyesim geliyor ama doğa fotoğrafçısı sayılmam. Doğayı kullanıyorum. Çok kullandığımız fotoğraf kategorilerinde kendimi göremiyorum. Manzara, portre, sokak, soyut, vahşi yaşam vs. Tıpkı sinemada olduğu gibi işin duygusuna göre bir kategori olsaydı çok daha rahat kendimi bir yerde hissederdim. Ama yine de bir tanımlama yapabilirim sanırım. Dramatik atmosferler, yerel yaşam unsurları ve çoğunlukla hayvanların da yer aldığı ütopik bir duygunun peşindeyim. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğraf üretirken farklı projeler üzerinde mi çalışıyorsunuz yoksa o anda hissetiğiniz duyguların fotoğraflarının peşinden mi koşuyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Şu ana kadar hiç proje odaklı çalışmadım. Fotoğrafa başı ve sonu belli olan bir görev bilinciyle yaklaşamadım. Fotoğraf çekmek istersem çekiyorum, istemezsem çekmiyorum. O anda da neyi çekmek istiyorsam onunla ilgileniyorum.  

Fujiwalk :Konunuzla ne kadar güçlü bir bağlantınız oluyor, bu bağlantıyı tanımlayabilir misiniz?

Hüseyin Taşkın: Tıpkı bir romanın içinde yaşıyor gibiyim. Önceki sayfalar, kendisinden sonraki sayfalarla ilgili ipuçları veriyor. Romanda yer alan karakterlerin yüzlerinin neye benzeyeceğini, ne iş yapacağını, nasıl bir yolda yürüyeceğini, mimiklerinin nasıl olacağını biliyorum. Demek istediğim, çektiğim her şeyle fiziksel olmasa da yakın bir ilişki içindeyim. O dünyaya girmem için bu dünyadan çıkmam gerekiyor. Yeterince bu dünyada kalırsam oraya tekrar girmekte zorlanıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafta tekrarlayan temalarınız (her daim çekmekten zevk aldığınız) nelerdir? Kısaca anlatır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Bulunmak istediğim yerlerle, fotoğraf çekmek istediğim yerler genellikle örtüşüyor. Dağlar, dağ etekleri, ırmak kenarları, geniş düzlükler… Zamanlarda örtüşüyor aslında. Yağmur, rüzgar ve toprak kokusu. Bunların olduğu zamanlarda bıkmadan ve hep aynı keyifle fotoğraf çekebilirim. Anlatırken bile canım çekti 

Fujiwalk :Bir konunun fotoğrafını çekerken kendinizi en rahat hissettiğiniz mesafe nedir?

Hüseyin Taşkın: Her zaman başaramasam da varlığımı hissettirmeyecek bir mesafede kalmayı tercih ediyorum. Doğal akışın devam etmesini istiyorum. Konuya yeterince yaklaşırsam, kendimden uzaklaşma ihtimalim artıyor. Ben başkalarının dünyasını çekmiyorum. Onlardan kendi dünyama uygun olanları alıyorum. O yüzden mesafeyi iyi ayarlamam gerekli. 

Fujiwalk :En sevdiğiniz odak uzaklığı nedir? Neden?

Hüseyin Taşkın: Tek bir açıyla fotoğraf çekmek zorunda kalsaydım bu 35 mm (FF) olurdu. 

Fujiwalk :Son zamanlarda kullandığınız kamera ekipmanları nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Fujifilm X-T3, 10-24 mm, 16-55 mm ve 50-140 mm. Drone olarak da Mavic Pro.

Fujiwalk :Fotoğraf makinanızla aranızdaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Sadece bir araç mı yoksa aranızda güçlü bir bağ var mı?

Hüseyin Taşkın: Elbette sevmediğim bir fotoğraf makinasıyla da istediğim görüntüyü alabilirim. Ama bu bana keyif vermez. Benimsemem gerekli. 

Fujiwalk :Fotoğraflarınızda genellikle siyah beyaz mı yoksa renkli mi tercih ediyorsunuz? Sebebini açıklayabilir misiniz?

Hüseyin Taşkın: Nadiren siyah beyaz fotoğrafım vardır. Renklerin gücünden de istifade etmek istiyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafta çekim sonrası işlemlere nasıl bakıyorsunuz, sizin için ne kadar önemli? (Photoshop, Lightroom vb.)

Hüseyin Taşkın: Onu yapmazsam fotoğrafım eksik kalır. Yorum süreci henüz bitmemiş gibidir benim için. Olmazsa olmazdır. Fotoğrafı çektiğimde, yapacağım son dokunuşları hesap ederek çekiyorum. O son dokunuşu yapmazsam istediğim sonuç oluşmaz. 

Fujiwalk :Fotoğraflarınızda kendinize has bir tonlama fark ediliyor, bu tonlama hangi duyguların dışa vurumu? Neleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Tam bir tespit yapmam zor. Çünkü tonlama yaparken milimetrik farklılıklarda bile birinin diğerinden daha uygun olabileceği refleksiyle yaklaşıyorum. Refleks diyorum çünkü her hareketime tanı koyamıyorum. Akıp gidiyor. Bunu çok fazla düşünmedim. Ama emin olduğum sadece bir şey söyleyebilirim: Sakin tonlamalar insanın iç dünyasına diğerlerine nispeten daha rahat sızabilir. 

Fujiwalk :Ara sıra fotoğraflarınızı bastırıyor musunuz? Dijitalden ziyade, baskı almanın daha iyi hissetirdiğini düşünüyor musunuz?

Hüseyin Taşkın: Bizim gibi albümlerle duygusal bağı olan bir kuşak için elbette basılmış fotoğrafın hissi daha güçlü olacaktır. Eski fotoğraflar deyince bunların bizdeki karşılığı sararmış aile albümleridir. Bence bu tamamen kültürel bir durum. Yeni nesil için böyle bir kıyaslama yapılmayacaktır. Çünkü yeni neslin eski fotoğrafı Facebook albümleri olacaktır. En fazla, “nerede o eski düşük çözünürlüklü fotoğrafların tadı” diyeceklerdir  Uzun zamandır ben de fotoğraf bastırmıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafınız çekilirken nasıl hissedersiniz?

Hüseyin Taşkın: Çok rahat hissetmem. Hemen bir başkası olurum  Bir an önce bitsin isterim…

Fujiwalk :Tek başınıza mı yoksa yanınızda bir arkadaşınızla mı fotoğraf çekmeyi tercih ediyorsunuz? Sebebini açıklar mısınız?

Hüseyin Taşkın: Benim için ideali, benzer duygulara sahip olduğumuz birkaç arkadaşla yol almak. Zaman içinde gide gele en idealinin bu olduğuna karar verdim. Çünkü sadece fotoğraf için yol almıyoruz. Sohbet ediyoruz, eğleniyoruz. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken müzik dinler misiniz? Müziğin görsel deneyimi geliştirdiğini düşünüyor musunuz? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Doğadayken yanımda biri müzik açmışsa özellikle kapatmasını isterim. Doğanın sesini ya da o ortamın sesini duymak isterim. Müzik dinlediğimizde bizi alıp başka yere götürür ya, ben zaten ordayım. Müzik ve fotoğraf arasında pozitif bir bağ olduğunu sanmıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekmekten en çok keyif aldığınız bölgeler nereler?

Hüseyin Taşkın: Aladağlar ve Toroslar. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken günün hangi saatleri sizin için önemli, kısaca anlatır mısınız?

Hüseyin Taşkın: Dramatik atmosferler için kapalı havalar daha cazip sonuçlar almamı sağlıyor. Bulutsuz havalarda neredeyse çekmiyorum. Gün içinde de sabah ve akşam saatlerini tercih ediyorum. 

Fujiwalk :Fotoğrafçı olmanın en zor tarafı size göre nedir?

Hüseyin Taşkın: Fotoğrafçı olmanın kendisi zor bence. Ekonomik nedenlerle bu uğraşıyı yapmak, zamana yaymak, konuyu derinleştirmek, seyahat etmek ve mesai ayırmak çoğu insan için mümkün değil. Çoğumuz fotoğrafçı değil, fotoğraf çeken kişilerdir. 

Fujiwalk :Kendinizi biraz yavaşlamış ve kaybolmuş hissettiğinizde yeniden çalışmaya başlamak için nereden veya nelerden ilham alıyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraf çekmeye verdiğim aralar beni acıtmıyor. Neden fotoğraf çekemiyorum diye kendimi kaybolmuş ya da yavaşlamış hissetmiyorum. Aksine sürekli fotoğrafın içinde kalmak insanı körleştirir. Gözlem yapma ve deneyimleme yeteneklerini azaltır. Fotoğraf dünyasının dışından alıp, fotoğraf dünyasına aktaran kişiler kişileriz. Dışarıdan almak için hayatımızın bazı dönemlerinde fotoğrafın olmaması bence bir kazançtır. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekerken hangi sanat dallarından besleniyorsunuz, en çok hangisi ve neden?

Hüseyin Taşkın: İstediğim gibi  fotoğraf çekeyim diye bir film izlemedim. Ama izlediğim filmler istediğim gibi fotoğraf çekmeme fayda sağlamış olabilir. Tıpkı arkadaşça yapılan bir sohbetteki bir cümle gibi, pencereden sokağı izlediğim gibi, bir otobüs yolculuğu gibi… Beni değiştiren, dönüştüren her etkileşim, fotoğraflarımı da dönüştürür. En çok da kitaplar. 

Fujiwalk :Şu ana kadarki fotoğrafçılığınızdan ne kadar memnunsunuz ve kendinizde geliştirmek istediğiniz yönler nelerdir?

Hüseyin Taşkın: Memnun olmadığım, sıkıldığım yerlere müdahale ederek yürüyorum. Video konusunda kendimi biraz daha geliştirmek istiyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf söz konusu olduğunda en büyük zayıflığınız nedir? Bunu geliştirmek için ne yapıyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Çok fazla seyahat edemiyorum. Az zaman ayırıyorum. Yani tam olarak yönetemiyorum. Bunu yapabilirsem kendimi daha iyi hissederim. Bunu geliştirmek için planlar yapıyorum. 

Fujiwalk :Fotoğraf söz konusu olduğunda en güçlü yanınız nedir? Bu gücü nasıl beslediğinizi düşünüyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Hayır diyebiliyorum. Benimle örtüşmeyen görüntülere, konulara, ışıklara vs hayır diyebiliyorum. Bu da fotoğraflarımın belirli bir kıvamda kalmasını sağlıyor. 

Hüseyin Taşkın 

Fujiwalk :Fotoğrafçılığınız üzerinden değerlendirirsek yaptığınız işin başarılı mı yoksa başarısız mı olduğu konusunda kendinizi nasıl eleştiriyorsunuz?

Hüseyin Taşkın: Daha iyisini yapabileceğimi bildiğim için eksiklerimi fark ediyorum. Bu da yarınlar için motivasyon kaynağım oluyor. 

Fujiwalk :Fotoğraf çekmiyor olsaydınız şu an ne yapıyor olurdunuz açıklayabilir misin?

Hüseyin Taşkın: Muhtemelen doğa aktivitelerinde yer alırdım. Günlerce doğada kalacağım bir uğraş olurdu.

Fujiwalk :Fotoğraflarınızı sergiliyor musunuz? Paylaşıyor musunuz? Çalışmalarınızı nereden takip edebiliriz?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraflarımı instagram adresinden paylaşıyorum.

i̇nstagram.com/huseyintaskin

Fujiwalk :En iyi fotoğrafçılık öneriniz nedir?

Hüseyin Taşkın: Fotoğraflarınızı alkışlara, puanlara ve beğenilere göre tasarlamayın.

Fujiwalk :Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hüseyin Taşkın: Güzel sohbet için teşekkür ederim. Fujiwalk’un fotoğrafla ilgilenen insanlar için iyi bir enerji yaratacağına inanıyorum.