Fujifilm GFX 100 RF ile Hafta Sonu

Son birkaç yıldır kendimde farkettiğim bir şey var. Uzun ya da kısa bir seyahate çıkıyorsam son anda fotoğraf ekipmanıma bir bakış atıp sonra o çantayı almaktan vazgeçiyorum. Ancak fotoğraf odaklı bir seyahate çıkıyorsam tüm ekipmanımı alıyorum. Bu da bir yıl içinde ürettiğim fotoğraf sayısını oldukça azaltıyor. Aslında bu gibi durumlar için aradığım şey objektiflerden, çantalardan, filtrelerden ve daha birçok şeyden oluşan fotoğraf ekipmanı değil, sadece bir fotoğraf makinası. Fujifiilm’de ve farklı markalarda bu ihtiyaca yönelik çeşitli modeller var. Ama yıllardır gözümün alıştığı orta format kullanmaktan kaynaklanan bir görüntü kalitesi var. İstesem de bu görüntü kalitesinin altındaki fotoğraflar beni yeterince doyurmuyor. Halihazırda GFX100s orta format fotoğraf makinasına sahibim. Çektiğim her fotoğrafta tüm detayları ve ipeksi geçişleri görmek benim standartım haline geldi.
Başka bir şey daha var. Son zamanlarda belgesel fotoğrafçılık konusuna ilgi duymaya başladım. Bir fotoğraf karesini tamamen kendi dünyama uyarlamak yerine kendi gerçekçiliği ile de ele almak istiyorum. Bir olayın kendi halindeliğine sessiz bir şekilde eşlik etmek istiyorum. Henüz bu yönde çalışmalarım yok ama zihnim beni biraz o tarafa doğru çekiyor.
İşte bu iki değişken zihnimde beni oyalarken, tam da bu noktada GFX 100 RF’i deneyimleme fırsatı buldum. Bakalım benim dünyamdaki karşılığı nasıl oldu?
GFX 100 RF’de en çok merak ettiğim şey elde duruşuydu. Çünkü orta format bir sensöre sahip olduğu için ürettiği fotoğraflarda bir endişe taşımıyordum. GFX 100 RF elime geçer geçmez değişik senaryolarda elde tutuş provaları yaptım. Vizörden ya da LCD’den bakarak, tek elle ya da çift elle çekerek, vizör kullanarak ya da boynuma asarak tasarımın konfor düzeyini anlamak istedim. Tüm bu varyasyonlarda yekpare bir tasarım ve boyut ideal bir çizgide buluşmuş. Çünkü GFX 100 RF bu anlamda dünyadaki tek örnek. Yani full frame bir sensörden yaklaşık 1.7 kat daha büyük olan orta format bir sensör ilk defa rangefinder bir tasarımda ve bu kadar küçük bir boyutda duyuruluyor. RF’i karşılaştıracağım başka bir model bulunmuyor. Kendi sınıfının ilk örneği.




Madem ilk tasarımdan başladım. O halde devam edeyim. GFX RF’in ağırlığı 735 gr. Boyut olarak, avucunuzda neye karşılık geleceğini yukardaki görselden tahmin edebilirsiniz. Hareket eden LCD ekranı bulunuyor. Çift kart yuvası, FF 28 mm eşdeğeri olan 35 mm bütünleşik objektif, ilk defa karşılaştığım aspect ratio (boyut) çarkı ve sade bir tasarımla öne çıkıyor. Fotoğraf makinası tek parça bir tasarıma sahip olduğu için pürüzsüz ve keskin hat geçişleri ile göz doyuruyor.
Fotoğraf makinası bana Perşembe günü geldi. İlk gün tasarım detayları ile vakit geçirdim. Kısa sürede bütünleştiğim ve benimsediğim bir tasarım oldu. Hatta ilk ve ikinci gün makinayı laptop çantamdaki bir boşlukta taşıdım. Bahsettiğim işte tam olarak buydu. Yanımda olacak ama ben buradayım diye öne çıkmayacak. Hafta sonu için çekim planlamaya başladım. Bu sürede de çektiğim birkaç fotoğrafa bilgisayar üzerinden baktım. Her ne kadar 100 serisi GFX’ler ile aynı boyutta olan (44x33mm) bir sensöre sahip olsa da her fotoğraf makinasının farklı bir görüntü karakteri var. Fujifilm GFX 100 RF’de gözlemlediğim ise kontrast düzeyinin diğer GFX’lerden farklı olmasıydı. Gerek bütünleşik bir objektif olmasından gerekse yazılımındaki uyarlamadan dolayı biraz daha keskin ve kontrast fotoğraf sonuçları aldım. Sanırım RF renk ve ton karakteri için ayrıca çalışılmış.
Eski bir GFX kullanıcısı olarak tasarımın üzerinde çok fazla durmamın nedeni açık. Çünkü görüntü kalitesi beklediğim gibiydi. Ne hemen bir ISO testi ne de dinamik aralık testi yaptım. Ama sizler için yine de yazının ilerleyen kısımlarında bunlardan örneklerle bahsedeceğim. Hatta indirip incelemeniz için birkaç tane orijinal raw dosyası paylaşacağım.
GFX 100 RF’in üçüncü gününde onu bir arkadaşımın da tavsiyesi ile Kapadokya’daki bir çömlek atölyesine götürmeye karar verdim. Ters ışık, iç mekan ve insan öğelerinin bir arada kullanılmasıyla benim de ilgimi çekti. Hem daha önce bahsettiği yerin fotoğraflarını instagram’da fazlaca görmüştüm. Acaba belgesel olarak yorumlayabilir miydim?
Chez Gökhan… Bir yönüyle başkaca çömlek atölyelerinden öne çıkıyor. Çeşitli mecralarda yer almasıyla birlikte Kapadokya’nın da bir yüzü haline gelmiş. Kendi deyimiyle fotoğrafçıların, tanıtımcıların ve dizicilerin de uğrak yeri olmuş. Bana kalırsa bunda kendisinin iletişime açık ve misafirperver yönleri de belirleyici olmuş.
Atölyesinin avlusunda ve kum tepelerinin üzerinde yer alan iki ayna bizi karşıladı.
Chez Gökhan’ı bir gün önce aradığımda özellikle sabah gelmemi istemişti. Ben ise belki sabah gelemem dediğimde, neyse önemli değil demişti. O aynaların da aslında ne için olduğunu anlamış oldum. Chez Gökhan adeta kendi atmosferini hazırlayan bir performans sanatçısı gibi her ayrıntıyı inşa ediyordu. Bizi bekleyen ışık hüzmeleri içindeki final fotoğrafı için kolları sıvadı. Ben ise sadece onu izledim. Çift ayna sayesinde terste kalan güneşi bir şekilde kendi sahnesine yani tezgahına yönlendirdi.




Diğer ambiyans ışıklarını da açtı. Sonra kendisine ait sis makinası ile tüm atölyenin havasını değiştirdi. Kapadokya’nın algısına denk düşen bir şekilde gerçekle düş arasında bir geçiş oluşturdu. Atölyenin kapısı o dakikadan sonra bir geçite dönüştü. Artık sadece kendisi ve onu saran detaylar vardı. Objektifimi doğrultacağım başka bir istikamet kalmamıştı. Çünkü inşa ettiği bu sahne ışığıyla dokusuyla bir fotoğrafçı için çok kışkırtıcı ve davetkardı. Belgesel fotoğraf çekimlerim bu esnada sekteye uğradı ve bu cezbedici karelerden onlarca kez çekmeye çalıştım. Aşağıdan yukardan, yakından uzaktan..




İlk provalar yapıldı. Parmakların birbirinden ayrık olması gerektiğine kadar bir çok detay gözden geçirildi. Çünkü ışık hüzmelerinin geçmesi için her aralığa ihtiyaç vardı. Güneş ilerledikçe içeriye düşen yansıması da yer değiştiriyordu. Bu yüzden her 15 dakikada bir aynalarla tekrar kalibrasyon yapıyordu.


Renler, ışıklar ve dokular Chez Gökhan’ın son dokunuşuyla ortaya çıktı. Başlangıçta boş bir fotoğraf kağıdı gibi duran atölyesi, tıpkı salladıkça ve bekledikçe beliren fotoğraflar gibi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Orada bulunduğum yaklaşık iki saat boyunca videolar da almayı ihmal etmedim. Ama onu sizlerle paylaşmadan önce bu çekimlerdeki GFX 100 RF performansı hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Atölyedeki çekimlerin çoğunu F4 (ff 3.1) diyaframla çektim. Her fotoğrafın altında yazdığım EXIF bilgilerinden inceleyebilirsiniz. Benim için çok rahat ve firesiz bir çekim oldu. Başlangıç fotoğraflarını renk profili olarak Fujifilm Acros ve Monochrome olarak düzenledim. Final fotoğrafını ise Capture One üzerinden düzenledim. Fotoğraf makinasında IBIS bulunmuyor. Bunun sebebi ise fotoğraf makinasının boyutunu ve ağırlığını minimum seviyede tutmak.


Orta formatın yüksek ISO performansı nedeniyle yüksek shutterlarda bile iç mekanda pürüzsüz sonuçlar alınabiliyor. Aşağıdaki örneklerden yüksek ISO performansı ve %100 crop halinden detay kabiliyetini inceleyebilirsiniz.


Fujifilm GFX RF her ne kadar video özellikleriyle öne çıkartılmasa da ben incelediğim her makinayla bir de video çekiyorum. Aşağıdaki videonun tamamını elde çektim. Flog-2 ve h265 422 olarak çektim. RF 10 bit 422 olarak dahili kayıt yapabiliyor. Ayrıca harici olarak SSD’ye de proress kayıt yapabiliyor. Fotoğraf için bulunduğum ortamlarda da pratik bir şekilde çeşitli klipler almak, anı olarak güzel bir değer katıyor.
GFX100 RF nasıl bir makina diye sorduğunuzda, duyacağınız öne çıkan yönleri şöyle sıralanacaktır.
- Sabit lensli rangefinder orta format (44×33 mm) fotoğraf makinası
- 4 Stop Dahili ND filtre
- 35 mm (FF 28) bütünleşik objektif F4 stop (FF 3.1)
- Leaf Shutter (Perde sistemi yerine yaprak sistemi)
- Ergonomi ve retro tasarım
- GFX 102M CMOS II Sensor
- X-Processor 5 İşlemci
- Kendi açısıyla birlikte 4 kademeli dijital tele dönüştürücü
- 422 10 bit 4K 30 FPS dahili video kaydı
Bunların her biri ve önem sıralaması her kullanıcı için farklı olacaktır. Ancak benim sıralamamda orta format olması ve tasarım yönü öne çıkıyor. Eğer sadece JPEG çekim yapacaksam tele dönüştürücü çok işlevsel olacaktır. Yani tek bir objektifle 4 farklı uzaklıkta fotoğraf boyutu almak. Bunlar sırasıyla FF karşılığı ile 28 mm , 35 mm , 50 mm ve 63 mm’ye denk geliyor. GFX karşılığı ise 35, 45, 63 ve 80 mm.
Yani bir kompozisyonu objektif değiştirmeden 4 farklı açıyla çekebilirsiniz. Bu açılardan hangisini tercih edeceğiniz ile ilgili aşağıda sizler için hazırladığım aynı görselin farklı açılarını inceleyebilirsiniz.




Kapadokya’ya kadar gitmişken Erciyes’in arkasından dolanarak akşam vaktine yakın doğada ve yerel yaşam öğeleri ile GFX 100 RF’i deneyimlemek istedim. Aslında yarına da bırakabilirdim. Ancak çeşitlilik karşısındaki sonuçları görmek için sabırsız bir halim vardı. Çekmek istediğim her şeyi çekip fotoğraflara bakmak ve videoyu düzenlemek istiyordum.





Sabit objektif daha sahaya ulaşmadan, beni bir disiplin altına sokuyor. O dakikadan sonra zihnim fotoğraf olabilecek her sahneyi 35 mm(ff 28)’lik bir açıya uyarlıyor. Şöyle düşünüyorum. Tek objektifin var, olayın içine girmen gerekiyor, sahneye göre ileri- geri yapman gerekiyor. Çok duru bir perspektif. Fotoğrafçının konu haricinde düşüneceği herhangi bir değişken yok . 28 ve 35 mm gibi açılar doğası gereği yaşamın içinden gerçekçi bir açıyı yansıtıyor. Objeyi izole edip başka bir anlam dünyasına taşımaktan ziyade, kendi gerçekçiliğine yakın tutuyor. Bu haliyle de anı, belge ve gerçekçi fotoğraf dünyasına daha yakın duruyor. Tabiki sanatsal bakış açısına hitap eden soyut yaklaşımlarda bulunmak da mümkün. Ancak benim dünyamda denk düştüğü yer, şu ana kadar çektiklerim ve düşündüklerimi kapsıyor. Bu fotoğraf makinasına beş yıl önce denk gelseydim belki de onu başka yönüyle değerlendirecektim.

Aşağıdaki örnekte ise dinamik aralık performansını görebilirsiniz. Bu fotoğraflarda gölge ve açık yerleri flat hale getirmek için hala pay var. Ama kontrastı korumak için bu şekilde sonuçlandırdım. Dinamik aralık konusunda GFX 100 RF’den istediklerimi aldım ve o konuda endişem olmadığını söylemiştim.






Sonuç olarak GFX100RF alışagelmiş fujifilm fotoğraf kalitesini bünyesinde barındıran taşınabilir en küçük orta format fotoğraf makinası. Bende bulunduğu süre boyunca oldukça keyif aldım. Uzun zaman sonra, sadece çektiğim fotoğraflardan değil, fotoğraf çekme eyleminden de keyif aldım. Çektiğim her fotoğrafı kendi içimde tartışmadım. Daha burada paylaşmadığım yakın çevremin günlük hallerinden, bir kafe ortamındaki sohbetten bir çok fotoğraf çektim.


GFX 100 RF sabit lensle çekim yapma dinamiklerini benimseyen her kullanıcı için ideal bir seviyede duruyor. Tabi ki ben bunları yazarken fiyatını bilmeden yazıyorum. Bütçe de elbette bir kriter olacaktır. IBIS olmamasına ben çok takılmadım. Çünkü IBIS’li haliyle mecburen büyüyecekti. Sonuç olarak bildiğimiz GFX gövdelerine yakın olacaktı. İlerde farklı bir teknoloji ile aynı gövdeye IBIS eklenirse elbette çok daha ideal bir fotoğraf makinası olabilir. Aslında bu fotoğraf makinası diğer GFX dünyasıyla karşılaştırmak doğru değil. En azından bende bulunduğu süre boyunca zaten bende olan GFX100s ile hiç karşılaştırmadım. Kullanım pratikleri olarak sadece X100VI ile karşılaştırdım. Demek istediğim GFX100RF orta format bir sensöre sahip olmasına rağmen, diğer orta format makinalarla aynı yörüngede durmuyor. Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Başka bir yazıda görüşmek üzere..
Şuraya incelemeniz birkaç fotoğraf yüklediğim drive linkini paylaşıyorum. Tıklayın.
Not: Kullandığım makina seri üretim öncesi bir modeldir. Aynı zamanda RAW işlemlerini de yine henüz tam desteğin olmadığı bir dönemde, Photoshop ve Capture One’ın beta sürümlerinde yaptım.